Paris'te dökülürken, tarihimizin en kötü olimpiyatlarından birini geçirirken, yine onlar ayakta kaldı. 5 kıtanın en iyilerinin buluştuğu şehre giderken hedef kürsüydü. Ama maceramız hep sıkıntılıydı.
Önce, geçen yıl şampiyon oldukları VNL’de çeyrek finalde kaldılar. Dünya 1 numarası koltuğunu da kaptırdılar. Sonra, dünyadan bihaber cahil trollerin yarattığı, federasyon cephesi zamanında yanıt vermediği için krize dönüşen Tuğba-İlkin tartışmalarının gölgesin de sahaya çıktılar.
Eda ile başlayan sakatlık kabusuna Zehra, İlkin, Hande ve Cansu da eklenince tam takım hazırlanamamanın, turnuva sırasında da eksik kalmanın sıkıntısını yaşadılar. İnsanların yataktan kalktığı saatlerde oynamak da zordu.
Harika bir geri dönüşle kazanılan Hollanda maçı; ardından Dominik zaferi derken iki İtalya yenilgisi, bizi finalden uzaklaştırdı. Açıkçası onlara gücümüz yetmedi.
Futbol hariç tüm sporların en büyük hedef turnuvasında rengi ne olursa olsun tarihin ilk madalyası önemliydi. Ama ilk seti kaybetme serimiz 6. maçta da devam etti. Sıkıntılarımıza rağmen zaman zaman ‘Türkiye gibi’ oynadık yine. Vargas’a hücumda eşlik edecek biri gerekliydi. Ebrar, Hande, İlkin, Tuğba, Meliha derken gölgede kalan birini bulduk: Diğerlerine göre popüler olmadığı için yetenekleri hep gizli kalan Derya’yı...
Ama neredeyse yarısı bizim ligi görmüş Brezilya, olimpiyat arenasında çok tecrübeliydi. Onlar kazandı.
Türk spor tarihinin en iyi milli takımı bu... En büyük üç turnuvanın en az birinde şampiyonluk gören tek Ay-Yıldızlı takım. Bu nedenle çıta yüksekti doğal olarak. Ama şu bir gerçek: Herkesi yenebilecek kapasitede bir takımımız var mı; var... Ancak ‘ekol’ şampiyonların seviyesinde miyiz; değiliz...
Avrupa şampiyonluğundan sonra olimpiyat dördüncülüğü tatmin etmeyebilir. Ama bizim gibi spor kültürü neredeyse sıfır olan bir ülke için müthiş bir başarı bu...
Teşekkürler güzel insanlar....