Liyakatli kimselerin hükmettiği yerde, herkes seve seve itaat eder. Latin Özdeyişi

Yeterliliği olan bireyler sistemin dışında kalınca, “vasatlık norm hâline” geliyor.

Bu yazıyı, bir şahıstan yola çıkarak, Türkiye’deki kurumsal körlüğü, liyakat eksikliğini ve ehliyetli insanların geri planda kalmasına dikkat çekmek için kaleme aldım.

Hafta sonu ajanslara dikkatimi çeken bir haber düştü: ‘Türk futbol adamı İsveç kulüplerinin radarında’ diye.

İsveç, refah devlet modeliyle ön plana çıkan bir İskandinav ülkesi.

Kişi başına düşen milli geliri ise ülkemizin yaklaşık 4 katı.

İsveç, yetenekli iş gücüne sahip.

Doğal olarak ülkede liyakate önem veriliyor.

Böyle bir devletin bünyesindeki futbol kulüplerinin ilgisini çeken bu spor adamı kim diye insan merak ediyor ister istemez.

CV’Sİ MÜTHİŞ

Maç analiz antrenörü.

Ayrıca oyuncu izleme antrenörü. (Scout)

UEFA A lisansının yanı sıra genç oyuncu gelişimi alanında uzmanlaşmış UEFA Elit A lisansına sahip.

Young Boys’un scout ekibinde görev almış.

Sportif danışmanlık geçmişi olduğu gibi bir ara Beşiktaş Yönetim Kurulu’nda da danışmanlık yapmış.

Dünya futbolunun patronu UEFA  tarafından özel eğitimle verilen Futbol Yönetim Sertifikası’na (CFM) sahip. Dünya çapında tanınan değerli bir kimlik belgesi yani.

UEFA’da 2 yıl maç delegesi, 3 yıl da UEFA Integrity Officer (UEFA dürüstlük görevlisi) olarak çalışmış.

Meslek hayatını 2015’ten beri de TFF’de sürdürüyor.

Futbol Gelişim Direktörlüğü Genel Koordinatörü ve Profesyonel Futbolcu Tescil İşleri Müdürü olarak görev almış.

Şimdiki görevi ise Tescil İşleri Direktörü.

Eğitimine gelince.

İngilizcesi ileri düzeyde.

İstanbul Üniversitesi İşletme mezunu.

Yüksek Lisansını İstanbul-Cerrahpaşa’da Spor Yönetimi üzerine yapmış.

Doktorasını da 18 Mart Üniversitesi’nde Spor Bilimleri üzerine yapıyor.

HELVA YAPMASINI BİLMİYORUZ

Bu kadar sağlam bir eğitim, yıllardır devam eden üst düzey görevlerle harmanlanınca çok değerli bir birikim çıkıyor ortaya.

Türk spor adamıyla ilgilenen iki kulüp de İsveç’in en köklü takımlarından.

Djurgardens IF 1891 yılında GAIS ise 1894’te kurulmuş.

Her iki takım da İsveç Allsvenskan liginde mücadele ediyor.

Yetenekli iş gücünün değer gördüğü ülkenin köklü takımları, bir Türk’le ilgileniyorsa kesinlikle boşuna değildir.

Süreç nasıl sonuçlanır bekleyip göreceğiz.

Ben gelen teklifleri değerlendirmesi taraftarıyım.

Hayırlısı artık.

Dikkat çekmek istediğim husus şu.

Tescil İşleri Direktörlüğü’nün yetki alanına baktım.

Kulüp kayıtları, personel lisansları, mevzuata uyum ve bu konulardaki itirazların, şikayetlerin ele alındığı birim.

Böyle nitelikli bir eğitime, bilgi, beceri ve tecrübeye sahip bir ismin, tescil ve lisans işleri gibi sınırlı bir alanda değerlendirilmesi lükstür, israftır.

Elinde un, yağ ve şeker olmasına rağmen helva yapmasını bilmemektir.

DEĞERLİ OLANIN KIYMETİNİ ANCAK EHLİ BİLİR

Peki, kimden bahsediyorum?

Ahmet Erzurumlu’dan.

Henüz 45 yaşında.

Joachim Löw Fenerbahçe’de göreve geldiğinde sadece 38 yaşındaydı. 44 yaşında Alman Milli Takımı’nda yardımcı antrenördü. Almanya’nın 24 yıl süren Dünya Kupası hasretini 2014’te dindiren isim olarak tarihe geçtiğinde ise 54 yaşındaydı.

Hadi Löw’deki cevheri fark edemedik.

Fark edilmeyi bekleyen nice cevher var ülkemizde.

Ahmet Erzurumlu, sayısız örneklerden sadece biri.

Meseleyi şahsileştirdiğimi düşünmeyin.

Bir şahıstan yola çıkarak genel manzarayı resmetmek istedim.

'Cevahir kadrini cevher-fürûşân olmayan bilmez' diye nefis bir ifade var.

Değerli şeylerin kıymetini ancak ehli bilir.

Türk sporu ehil yöneticilerin elinde mi?

Kararı siz verin.

İsveçli takımların ilgisi sayesinde, ülkenin bağrında yetişmiş bir cevhere dikkatleri çekmek istedim.

İşi, ehil insanlara teslim etmenin ne kadar zaruri olduğunu hatırlatmanın yanı başında.

Son söz: Ayakkabıyı en iyi kim yapıyorsa, ayakkabıcı o olmalıdır.

NOT:

Epeydir kitap önermiyordum.

David Graeber: “Bullshit Jobs: A Theory” (Boş İşler: Bir Teori)

Neden bu kitap?

Bu eser, gerçek katkısı olmayan ama sistemde “makbul” olan kişilerin yükselmesini sorgular.

Liyakatli insanların sistem dışına itildiği; çünkü “fazla iş bilenin rahatsız ettiği” bir düzeni deşifre eder.

Özetle, ehil insanların neden ‘işlevsiz’ pozisyonlarda tutulduğunu çok isabetli örneklerle açıklar.

Bu kıymetli eser, Türkiye’deki kamu, özel sektör ve hatta spor kurumlarındaki liyakat krizinin adeta sosyolojik anatomisidir.