Yıl 1920’ydi.

Anadolu’nun işgali bütün yakıcılığıyla sürüyordu.

Nisan ayına gelindiğinde, Yunan ordusu Menemen-Alaşehir hattına dayanmış, Türk kuvvetleriyle yer yer çarpışmalar başlamıştı. (Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 2010, s. 174)

Aynı günlerde Bolu, Düzce, Gerede, Yozgat, Konya çevresinde ayaklanmalar baş göstermişti. Ankara’ya en yakın tehdit, Bolu-Düzce hattında toplanan isyancı kuvvetlerdi. (Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt II, s. 72–73)

Ama o gürültünün arasında bambaşka bir ses yankılanıyordu. Ezan, dua, salavat sesi...

Mustafa Kemal Paşa, o sesin duyulmasını özellikle istemişti.

23 Nisan’ın bir cuma günü olmasına özen göstermiş, Meclis’in açılışını namazdan sonraya denk getirmişti.

Heyet-i Temsiliye adına, altında imzasıyla gönderdiği genelge şöyle başlıyordu:

“Allah’ın cömert ihsanı ile Nisan’ın 23’ünde cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.”

Paşa sadece bir bina açmıyor, bir ruh kuruyordu:

“Açılıştan önce bütün Sayın Milletvekilleriyle Hacı Bayram-ı Veli Camii Şerif’inde cuma namazı kılınacak, Kuran’ın nurlarından ve salavat-ı şeriflerden feyz alınacaktır. Namazdan sonra Sakal-ı Şerif (Hz. Peygamber’in mübarek sakalından bir tutam) ve Kutsal Sancak taşınarak Meclis’e gidilecektir. Özel Daire’ye (Birinci Meclis Binası) varmadan dualar eşliğinde kurbanlar kesilecektir.”

“Bu kutlu günü ebedileştirmek için bütün vilayetlerde bugünden itibaren Sayın Valilerin organize etmesiyle hatimler indirilecek, Buhari-i Şerifler (Sahih hadis kitaplarından biri) okunacak, okunan hatimlerin tevdi duaları Meclis’in açılışında yapılacaktır.” 

“Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı şekilde Buhari-i Şerif okunacak ve hatimler indirilecektir. Cuma günü, namazdan önce minarelerden salavatlar okunacaktır.”

“Allah’tan bizi tam başarıya ulaştırması için dua ediyoruz.”

O yüzden o gün, Hacı Bayram-ı Veli  Camii mahşer gibiydi.

Namazdan sonra halk, Hamdullah Suphi’nin dualarıyla birlikte yürüyüşe geçti.

Sakal-ı Şerif taşındı, Sancak-ı Şerif dalgalandı. Salavatlarla Meclis açıldı. 

Ankara sokaklarında hem hürriyet hem dua yankılanıyordu.

★★★

Mustafa Kemal’in o cuma gününden sonra bir alışkanlığı hiç değişmedi.

Ramazan aylarında ve bayramlarda şehitler için Kuran hatimleri okuturdu.

Hafız Yaşar Okur’un anılarında anlatılır:

“Ramazan gelince Çankaya’da incesaz susar, Atatürk beni huzuruna çağırır, Kuran’dan sureler okuturdu. Okurken gözleri bir noktaya takılır, sessizce dinlerdi. Şehitlerimizin ruhuna hatim indirmemi emrederdi.”

Her ramazanda Hacı Bayram-ı Veli ve Zincirlikuyu camilerinde, Atatürk’ün emriyle indirilen hatimler, vatan için can vermiş askerlerin ruhuna armağan edilirdi.

Onun gözünde, kurtuluşun bedelini ödeyenlerin anısını yaşatmanın en doğru yolu duaydı.

★★★

Yıl 1932’ye gelindiğinde aynı duyarlılık İstanbul’a taşındı.

O yılın ramazanında, Atatürk’ün isteğiyle Ayasofya Camii’nin kapıları açıldı.

Kadir Gecesi’ydi. Cami içi, dış avlu, hatta Sultanahmet’e taşan kalabalık...

Yirmi hafız bir ağızdan Mevlid-i Şerif okudu; ardından Kuran tilaveti yapıldı, Türkçe meâli halka hoparlörlerle duyuruldu.

Bu, Türkiye’de ilk kez bir dini törenin radyo ile canlı yayınlandığı geceydi. O gece, İstanbul göğünde dua sesleri dalga dalga yayıldı.

Dolmabahçe’deki çalışma odasında Gazi, radyosunun başında bütün yayını sonuna kadar dinledi.

Ertesi akşam Hafız Yaşar’ı yanına çağırdı:

“Dini merasimi radyodan takip ettim, çok memnun oldum” dedi.

O hafızları ertesi gün iftara davet etti, hepsine tek tek teşekkür etti.

Bu, onun dine bakışını anlatan en sade ama en derin sahnelerden biridir.

★★★

Yine Hafız Yaşar’ın aktardığına göre Atatürk, Hz. Muhammed hakkında da daima takdirkâr bir üslup kullanırdı. Peygamber Efendimiz’den bahsederken “Hazret-i Peygamber’in zaman-ı saadetlerinde” gibi saygılı ifadeler kullanır, O’nu “dirayetli bir devlet adamı, kudretli bir başkumandan” olarak överdi.

Hatta bir konuşmasında, Peygamberimizin Uhud Savaşı’ndaki askeri dehasına ve cesaretine değinerek onun asla “cezbeye tutulmuş bir derviş” gibi basit görülmemesi gerektiğini vurgulamıştı. Bu sözler, Atatürk’ün Peygamber’e ve İslam tarihine duyduğu saygının ifadesiydi.

1923’te Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde bizzat Türkçe hutbe okuyan Atatürk, “Kürsülerden halkın anlayabileceği bir dille ruhuna ve beynine seslenildiğinde İslam topluluğunun vücudu canlanır, beyni temizlenir, inancı kuvvetlenir” demişti.

Atatürk’ün dine bağlılığını gösteren başka bir anekdot da son nefesine dair anlatılır. Yakın arkadaşlarından Kılıç Ali’nin hatıralarında, Atatürk’ün vefat ederken dudaklarından Arapça “Aleykümesselam” sözünün döküldüğü söylenir.

★★★

Çok şükür ki; o gün Hacı Bayram’da salavatlarla açılan Meclis’in çatısı altında bugün hâlâ aynı dualar yankılanıyor.

Cumhuriyet’in kurucusu için okunan o dualar, aslında bu toprakların vicdanını temsil ediyordu.

Sonra...

Ne yazık ki artık bu ülkede Atatürk’ün kurduğu Diyanet, kurucusunun adını bir hutbede anmayı çok görüyor.

Bugün Kocaeli’nde bazı din görevlileri, Atatürk ve silah arkadaşları için bir mevlit okumayı bile ağır buluyor.

O, Allah’ı ve dini hiçbir zaman siyasetin süsü yapmadı ama kalbinde taşıdı.

Mekanın cennet olsun Atam!