PKK’nın silahlı eylemleri başlattığı 15 Ağustos 1984’e gidelim. Teröristler önce İlçe Jandarma Karakolunu basıyor. Nöbetçi er Süleyman Aydın’ı şehit ediyor. Vatandaşlardan Aslı Erişir, Recai Yılmaz, Özgür Aykın ile erler Doğan Avşar, Ali Ergün, Hüsamettin İlkin, Mustafa Anar, Şenol Özdemir, Yüksel Kaynar, Adil Altıntaş, Mehmet Peşmen ve Bayram Ertekin yaralanıyor. Terörist Mustafa Çimen, cami hoparlöründen “Kürdistan Kurtuluş Birliği’nin (HRK)” kuruluş bildirisini okuyordu.
Tarih 15 Ağustos 1984’tür. Günlerden ise çarşamba. Siirt’in Eruh ilçesinde olağan bir akşam. Kaymakam, savcı, hâkim, orman bölge şefi bir lojmanda sohbet ediyorlar. İlçenin telefon hatları yine kesik. Ne Siirt’e, ne de Şırnak’a telefon açabiliyorlar. Sıkça yaşanan bir olay olduğu için bu durum kimsenin dikkatini çekmiyor. Kaymakam, “Akşamüzeri Artvin’e telefon edecektim. Hatlar yine kesikmiş, zaten kesik olmadığı zaman yok ki... Yüz defa yazdım ama...” diye söylendi.
DESTEĞE KARŞI, TÜRKİYE’DE EYLEM
İlçe Jandarma Komutanlığı’nın hemen karşısındaki kahvede oyun oynayanlar, sohbet edip çaylarını içiyorlardı. Telefon hatlarının kesik olması onları hiç ilgilendirmiyor gibiydi. Çay ocağındaki garson bir şeyler olacağını biliyordu. Daha dün teröristlere, karakolun planını elinde bir çöple toprağın üzerine çizerek anlatmıştı...
Eruh’a üç kişi gelip keşif yapmıştı. Bunlar arasında PKK’nın sözde en önemli komutanı, daha sonra adına “eğitim kampı” açılacak, Lice’de heykeli dikilecek kadar önem verilen kişisi Mahsun Korkmaz da bulunuyordu. 1984 yılı başlarında Suriye’de bombalar, silahlar patlıyor, bu ülkede bulunan PKK’nın başı Abdullah Öcalan’a, “Bunlar hep senin yüzünden” deniliyordu. Suriye’ye göre eylemi yapanlar, Hafız Esad karşıtı Müslüman Kardeşler Örgütü mensuplarıydı. Bu örgütün Hatay civarında kampı bulunuyor, Türkiye tarafından korunuyordu.
Yine bombaların patladığı günlerde Hafız Esad, kurmaylarıyla birlikte önemli bir karar aldı. Türkiye’ye karşı PKK kullanılacak, onlara her türlü silah, mühimmat desteği verilecek, kimlik düzenlenecek, sınırı geçmelerine yardımcı olunacaktı. Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad, gizli servis Muhaberat’ın önemli isimlerinden Mervan Zirki aracılığıyla Abdullah Öcalan’a, “PKK’nın faaliyetlerine göz yumulması karşılığında Türkiye’de yoğun eylemler başlatılması” talimatını verdi, işte Türkiye’de 15 Ağustos 1984 tarihinde başlayan PKK eylemleri için düğmeye böyle basılmıştı. O gece için her şeyi planlamışlardı.
KASANIN ANAHTARINI İSTİYORLARDI
Telefon hatlarını kesen teröristler, santralı da havaya uçuruyordu. Ziraat Bankası’nı soyabilmek için müdür ve muhasebeci aranıyordu. Banka Müdürü Şaban Sezai Yılmaz ve eşi, baskın sırasında Jandarma’nın bahçesinde çay içiyordu. Dört terörist bankaya yöneldi. Hedef kasayı açmaktı. Patlayıcıyla kasayı açmak istediler. Ancak dev kasayı açamadılar. Bekçinin çenesine namluyu dayayıp sordular: “Nerede banka müdürü, nerede kasa anahtarı?”
Bankanın üst katında lojmanlar vardı. Koşarak müdürün evine girmek istediler, içeride kimse yoktu. Muhasebe Müdürü Musa Çaynak’ın evine girdiler. Çaynak’a “Ver kasanın anahtarını” diye bağırdılar. Çaynak, “Anahtar Müdür Bey’de” dedi... Daha sonra hoparlörden bir anons yükseldi: “Dikkat dikkat. Ziraat Bankası Müdürü Şaban Sezai Yılmaz, acele bankaya gel. Gelmemen halinde elimizde olan eşin ve çocuğun yarım saat içinde öldürülecek.”
KÜMESTE 4 SAAT GİZLENDİ
Yılmaz, anonsu duyuyordu. Jandarmanın bahçesinin basılması sırasında yaşanan kargaşada kimin nereye gittiği belli değildi. Yılmaz o karışıklıkta evine ulaşamamış, bir tavuk kümesine girmiş ve yüzüstü yatmıştı... O bankacı şimdi bir turistik ilimizde yaşıyor. “O gün bir daha gelmesin” diyor ve o geceyi bana şöyle anlatıyordu:
“Her şeyi göze aldım ve çıkmamaya karar verdim. Kümese girdiğimi görenler vardı. İsteseler beni ele verebilirlerdi. Bir ara kümesin üzerinde ayak sesleri duydum. ‘Buralarda yok’ diye bir ses duydum. Dört saat kümeste bekledim. Tavuk kümesinde bit çoktu. Her tarafım kaşınmaya başlamıştı ama kaşıyamıyordum. Eşim ve çocuklarımın öldürülmüş olabileceğini düşünüyor, çıldırıyordum.”
Bankacının eşi ve oğlu jandarmanın bahçesindeydiler. Seken kurşunlardan dizkapağından yaralanan oğlu Mehmet Recai Yılmaz acı içinde kıvranıyordu. Müdürü bulamayan teröristler tekrar banka muhasebe müdürü Musa Çaynak’ın lojmanına gittiler. Çaynak’ı bu kez evde bulamayınca eşinin bileziklerini alıp çıktılar.
“KÜRDİSTAN’I KURDUK, AF ÇIKARDIK”
Cezaevi kapısı gürültüyle açıldı. Mahkûmlar karşılarında eli silahlı sivilleri gördü, içeri girenlerin ilk sözleri “Kürdistan’ı kurduk. Af çıkardık. Özgürsünüz. Çıkabilirsiniz” oldu. Birisi sevincini anlatmak için silahını ateşledi.
Kimse çıkmıyordu. Birisi cesaret edip, “Vallah biz kaçmayacağımıza dair komutana söz vermişiz. Ancak öldürerek çıkarabilirsiniz” dedi. Buna, “Biz söz vermişiz komutana. Cezamızı bitirmeden gitmeyeceğiz” diye katılanlar oldu. Teröristlerden biri, “Komutan artık benim” dedi göğsünü yumruklayarak. Bir diğeri ranzayı devirdi. Cezaevinden çıkmamak için büyük bir direniş vardı. Teröristler kapıyı açık bırakıp giderken, mahkûmlar kapıyı kapattı. Arkasına ne buldularsa doldurup barikat oluşturdular.
KAYMAKAMIN EVİNİ GÖSTERMEDİLER
Meydanda birileri nutuk atıyor, birileri yere yatırdıkları vatandaşların kafalarına Kalaşnikof’u dayamış “Kaymakamın evi nerede, savcının evi nerede, komutan nerede?” diye soruyordu. İnsanlar ne Kaymakam Mustafa Erdoğan’ın evini, ne savcının lojmanını gösteriyordu. Yanıt, “Vallah bilmiyorum...” oluyordu.
30 yıl önce vatandaş kaymakamına, komutanına, bankacısına sahip çıkıyor, komutanlarına söz verdiği için cezaevinden çıkmıyorlardı.
41 yıl önce yaşananlar, yöre insanının devlete olan saygısını, ortaya koyuyordu. Ya bugün? Nereden, nereye?