
19 Ekim sabahı dört hırsız, üzerlerinde sarı işçi yelekleriyle dünyanın en iyi korunan müzesi Louvre’a girmiş, kiraladıkları merdivenli vinçle Apollo Galerisi’ne tırmanmış, Napolyon dönemine ait taçları ve mücevherleri alıp kaçmıştı.
Yedi dakika sürmüştü.
Bir film süresi kadar kısa ama tarihe geçecek kadar büyük bir soygun.
Polis olay yerine vardığında, turistler çoktan selfie çekiyordu.
Ama o karede, kimsenin fark etmediği bir detay vardı.
Bir dedektif, sinema tarihinden fırlamış gibi duran bir figür, olayı incelemiş, çıkıyordu.
Sonra dünya bu fotoğrafı konuştu, mücevherlerin nerede olduğu kısa süreliğine unutuldu.

★★★
Dedektif denince akla genellikle Sherlock Holmes’un soğukkanlı zekâsı, Hercule Poirot’nun düzenli mantığı gelir. Ama Louvre’daki dedektif, 1960’ların ortasında, sinemadaki başka bir dedektife tıpatıp benziyordu. Adı Müfettiş Clouseau idi.
İngiliz oyuncu Peter Sellers’ın canlandırdığı bu Fransız müfettiş, Pembe Panter serisiyle bir dönemin mizah anlayışını altüst etti. Sellers, gülünç bir aksan, bitmeyen sakarlıklar ve ölümcül bir özgüvenle Clouseau’yu hem karikatürize etti hem de efsaneleştirdi.
Cinayet mahalline girerken kendi silahını düşürür, suçluyu yakalayacağım derken kendi ayak bileğini burkardı.
Ama bir şekilde, tesadüfler, şans ya da belki de komedinin adaleti sayesinde davaları çözerdi.
★★★
Aynı yıllarda çizgi roman dünyasında da benzer bir ikili vardı.
Belçikalı çizer Herge’nin TenTen’inde karşımıza çıkan Dupond ve Dupont (İngilizce çevirilerde Thomson and Thompson)...
İkisi de birbirinin tıpatıp aynısıydı; fesat yoktu, niyetleri temizdi ama zekâları Paris’in sisinde kaybolmuştu.
TenTen’in maceralarında sürekli yanlış kişiyi tutuklar, kendi bastonlarına takılıp düşer, her seferinde “olayın çözüldüğüne” inanırlardı.
Yine de Herge onları alay konusu değil, insani zaafın komik temsili olarak yazmıştı.
Yanlışlar yaparlar ama hep görev aşkıyla, hep iyi niyetle.
★★★
Ve işte tam o anda, bu iki kurgusal dünyanın gölgesinden çıkmış gibi bir adam, Paris’in ortasında beliriverdi.
Kahverengi fötr şapka, tüvit yelek, trençkot... Elinde bir şemsiye.
Adeta 1940’lardan kalma bir film noir karakteri...
Fotoğraf, Louvre’un girişinde, soygundan birkaç saat sonra çekilmişti.
Yanında iki polis, arkada gri bir araba, yerde hâlâ kırık camlar.
Fotoğrafı Associated Press (AP) muhabiri Thibault Camus çekmişti.
The New York Times, Guardian, Le Monde hepsi aynı kareyi paylaştı. Hatta New York Times, “Bu yakışıklı mı Louvre soygununu çözecek” diye başlık attı.
Sosyal medya kullanıcıları hemen sordu... “Bu kim?”
Kimi “Yapay zekanın ürettiği bir sahne”, kimi “Netflix’in yeni dizisi başlıyor” dedi.
Ama iddia doğruydu...
Adam gerçekten de Louvre’daki 90 milyon Euro’luk taç ve mücevher soygununu soruşturan Fransız dedektifti.
Adı açıklanmadı.
Fransız basınında “Lüpen’den ilham alan müfettiş” diye anıldı. Hırsız Arsen Lüpen gibi zarif, onun kadar estetikti.
Kimi onu Müfettiş Clouseau’ya, kimi Dupond kardeşlere benzetti. Ama aslında ikisinin ortasıydı...
Ne kadar ciddi durmaya çalışsa da bulunduğu an o kadar gerçek üstüydü ki, sanki bir film setine dönüşmüştü.
O gün, o avludaki o karede yatan tek gerçek bence şuydu.
Bu Fransız dedektif sadece olayı çözmek istemiyor, filmde kendisini oynamak istiyordu.