Yukarıdaki fotoğrafa iyi bakın. O bir zafer konuşması. 

Sahnenin arkasında dev bir yazı: “ZOHRAN for New York City!” 

Tipografi bile başlı başına bir çizgi roman tasarımı gibi. 

Bendeki çağrışımı şu... “Batman for Gotham City!” 

Ya da “Zorro...” Belki de “Zagor.” 

Evet, Amerikalılar bu işi çok iyi biliyor, bir siyasetçiyi kahramanlaştırma işini... 

New York’un yeni sosyalist Belediye Başkanı Zohran Mamdani, tıpkı Batman’in Gotham’ı kurtardığı gibi, şehri kurtarmaya söz veriyor. 

Peki kimden?  

Joker’den. Yani Trump’tan. 

★★★

Ama bu kez Joker’in planı tutmadı. Çünkü Amerika’da sistemi tek bir adamın öfkesine teslim etmek kolay iş değil. 

New York’ta bir Ugandalı sosyalist, belediye başkanlığını kazandı. Zohran Mamdani’nin zaferi yalnızca Demokrat Parti içindeki dengeleri değil, Amerikan demokrasisinin reflekslerini de gösterdi. Çünkü bu galibiyet, ülke siyasetinin en gür sesine, Trump’a, karşı sessiz bir yanıt gibiydi...  

“Ne kadar tehdit edersen et, ‘Benim dediğim olacak’ desen de bu sistem tek adama teslim olmaz.” 

Seçim gecesi Trump yine sahnede, valileri, başsavcıları, yargıçları hedef aldı. “Bu adamı yaşatmayın. Atarım. Bütçenizi keserim” dedi. Ama sistem izin vermiyor. Çünkü Amerika’da vali, başsavcı, şerif hatta ilçe savcısı bile çoğunlukla halk tarafından seçiliyor. Hiçbiri Washington’un atadığı memurlar değil. Bu yüzden Trump, kendine yakın bir valiyi bir gecede “atayamıyor.”  

Amerikan modelinin asıl farkı burada. Belediye başkanından eyalet başsavcısına kadar uzanan zincir seçimle kuruluyor. Halk sadece çöp toplayanı değil, adaleti uygulayanı da seçiyor. Yerel yönetim “hizmet” olmanın ötesinde bir demokrasi alanına dönüşüyor. Eğer bir savcı adalet dağıtmazsa, halk onu bir sonraki seçimde değiştiriyor.  

Hatta eğer bir vali başarısız olursa, eyalet meclisi veya seçmen, “görevden almak” için sandığı yeniden kuruyor. (Vatandaşlar seçilmiş bir yöneticiden, örneğin vali, belediye başkanı, başsavcı, meclis üyesi memnun değilse, kayıtlı seçmenin yüzde 10-25’i arası belirli sayıda imza toplayarak “azil seçimi” talep edebiliyor.) 

Vali, bir eyaletin küçük cumhurbaşkanı gibidir. Bütçesini kendi hazırlar, eyalet meclisine sunar. Yasa tekliflerini veto edebilir, yargı atamalarında söz sahibidir, af yetkisi vardır. Kriz anında Ulusal Muhafız’ı göreve çağırabilir. Kısacası yürütmenin yerel temsilcisidir ama merkezi gücün memuru değildir. Halk tarafından seçildiği için Washington’un değil, eyalet seçmeninin gölgesinde yaşar. 

★★★

Eyalet Başsavcısı da aynı mantıkla seçilir. 50 eyaletin 43’ünde halk sandığa gider ve kendi başsavcısını belirler. Bu kişi yalnızca ceza kovuşturması yürütmez; kamu davası açar, çevre ihlalleriyle mücadele eder, şirketleri denetler, eyalet kurumlarının hukuki denetimini sağlar. Adaletin yerel denetimidir. 

Seçimle gelen savcı da sonuçta politik bir figürdür. Kampanyasını bağışlarla yürütür, kimi zaman etnik ya da ideolojik bir tabanın desteğiyle seçilir. Yine de sistemin iç denge mekanizmaları devrededir. Eyalet meclisi azil süreci başlatabilir, yüksek mahkeme etik ihlalde görevden alabilir, halk yeterli imzayı toplayıp “azletme” seçimi düzenleyebilir. Adalet de sandıkla denetlenir. 

★★★

Bu sistemin üst katmanında bir de “delege” yapısı vardır. Başkanlık seçimlerinde halk doğrudan başkanı değil, onu seçecek delegeleri belirler. Bu delegeler partilerin ulusal kongrelerinde aday çıkarır. Sonra başkanlık seçiminde her eyalet kendi seçici delegelerini gönderir; onlar da Washington’da oylarını kullanır. 

Bu karmaşık görünen mekanizma, aslında iki temel amacı korur. Halk iradesini temsil etmek ve eyaletlerin denge gücünü zayıflatmamak. Trump 2016’da üç milyon daha az oy almış ama 304 delegeyle seçilmişti. Bu, sistemin merkezileşmeye karşı kurduğu sigortadır. 

Trump birçok davadan yargılanıyor(du). Onu yargılayanlar yalnızca Washington’un atadığı federal memurlar değil, halkın oyuyla seçilmiş eyalet savcılarıdır. 

İşte o yüzden Mamdani’nin galibiyetiyle Trump’ın öfkesi aynı anda var olabilir. Çünkü sistemi birey değil kurum taşır. 

★★★

Türkiye’de ise tablo tersine. Halk belediye başkanını seçer ama valiyi, başsavcıyı, emniyet müdürünü atanmış görür. Aynı şehirde iki meşruiyet doğar, biri halktan, biri iktidardan. Sonra da kayyum tartışmaları, soruşturma baskıları, yargı siyasallaşması birbirini izler. Çünkü halkın iradesiyle atama iradesi her zaman çakışır. 

Oysa demokrasi sadece “oy vermek” değil; o oyun hesabını da sorabilmektir.  

Amerika’nın sistemi bunu sağlar. 

Bir vali ya da savcı yanlış yaptığında onu atayan bakanı aramazsın; sandıkta değiştirirsin. 

34 yaşındaki Zohran artık New York’un kara şövalyesi.  

“Bu karanlık dönemde New York ışık olacak” diyor.  

Geceleri Trump’ın sembolü haline gelmiş o açgözlü zengin düzenle... 

Gündüzleri sistemin dışına itilmiş yoksullukla savaşacak. 

Pelerini yok ama gençliği var. 

Silahı yok ama desteği var. 

Ve belki de bu şehirde ilk kez bir süper kahraman, milyarderlerin değil halkın tarafında olacak.