Platon’a göre zaman, sonsuz ve değişmeyen bir dünyanın yansımasıdır; Aristoteles ise zamanı “hareketin sayısı” olarak tanımlar. Zamanı doğrudan göremeyiz, ancak etkilerini her alanda hissederiz. Çünkü zaman ilerledikçe doğada, toplumda ve insan ruhunda kaçınılmaz değişimler yaşanır. Bu değişimler sadece bireysel değil, toplumsal yapıları da dönüştürür.
Zamanla alışılmış kalıplar kırılır, yerlerine yeni kurallar ve değerler yerleşir. Geleneksel yapısıyla tanımlanan toplumlar bile bu dönüşümün dışında kalamaz. Uzun yıllar boyunca ataerkil yapının egemen olduğu Türkiye gibi ülkelerde bile, özellikle büyük şehirlerde, kadın ve erkek rollerinin belirgin biçimde değiştiği görülmektedir.
***
Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadının toplumdaki yerini güçlendirmiş; ekonomik özgürlük, eğitim ve sosyal haklar bakımından kadına zaten sahip olması gereken hakları kazandırmıştır. Ancak toplumsal rollerin değişmesi, biyolojik ve psikolojik eğilimlerin tümüyle ortadan kalktığı anlamına gelmiyor.
Kadınlar, her ne kadar bağımsız, güçlü ve özgür bireyler olarak hayatın her alanında yer almak isteseler de, doğaları gereği yanlarında güven veren, kararlı, güçlü erkekleri tercih ederler. Yani, geleneksel roller değişse de kadınların aradığı şey, özünde hâlâ aynıdır.
Ne var ki, bu dönüşüm sürecinde eşitlik kavramını sorumluluklardan kaçmanın bahanesi olarak gören bir erkek profili ortaya çıktı. Tabii, sözüm meclisten dışarı. Ancak "roller artık paylaşılıyor" söylemi, bazı erkekler için geri çekilmenin, yükten kaçmanın bahanesine dönüşmüş durumda. Kadınlar yalnızca eşit ve insani haklara sahip olmak isterken, zamanla erkek rolünü de üstlenmek zorunda kalmışlardır. Ne yazık ki maddi sorumluluktan ev işlerine, çocuk bakımından duygusal yüke kadar pek çok alanda asıl yük hâlâ kadının omuzlarındadır. Yani, zırhı kadınlar kuşandı, taçları ise prenses erkekler taktı. Ve hayatın yükü yine kadınlara kaldı.
***
Evet, günümüz kadınının şikâyeti: prenses erkekler. Şöyle tarif edeyim: Prenses gibi nazlanan, sık sık trip atan, devamlı beğenilmeyi, takdir edilmeyi, onaylanmayı bekleyen; beklediği ilgi gösterilmediğinde hemen kırılan, darılan, içine kapanan; ilk adımı atmaktan kaçınan ama kadından bekleyen bir profil. Her fırsatta sürprizlerle şımartılmayı bekleyip, herhangi bir angarya söz konusu olduğunda hemen “eşitiz, sen de yapabilirsin” diyerek geri çekilen erkekler.
Prenses erkekler, çoğu zaman risk almaktan, zorluklara göğüs germekten kaçınır. Sorunlar karşısında çözüm üretmek yerine, bunları başkalarının çözmesini bekler. Bir şeyler ters gittiğinde kendinden başka herkesi suçlar, ama kendisi hiçbir şey yapmaz. Dahası, kadının kendisine delicesine âşık olduğunu, onsuz yaşayamayacağını düşünür. Konfor alanının dışına çıkmaz; çünkü mücadele etmekten çok, korunmayı tercih eder.
Oysa dünya ne kadar değişirse değişsin, kadın kalbinin arayışı özünde hâlâ aynıdır. Kadın; sadece güçlü görüneni değil, gerçekten güçlü olanı ister. Yani elini tuttuğunda sığınabileceği, gözlerine baktığında kendini güvende hissedebileceği birini… Hayatta kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmiş, omzuna yaslanabileceği bir ruh arar. Sözünün arkasında duran, sevgisini göstermeyi bilen, yükleri paylaşan bir erkek… Öyle "kalbim kırıldı" diye köşeye çekilip ilgi bekleyen değil, yan yana yürüyebilecek birini bekler. Bir gün savaş çıkarsa, herkesten önce kaçacak değil; ailesinin önüne geçip kalkan olacak adam ister. Çünkü kadın, kendisini kadın gibi hissettiren ve güven veren biriyle gerçekten tamamlanmış hisseder.