Bu ülkede...
Solcu iseniz...
Sosyalist iseniz...
Sizi bekleyen sadece ölüm’dür!
Adınız Mustafa Suphi ise, bir gece 14 yoldaşınızla birlikte Karadeniz’de boğulursunuz.
Adınız Şefik Hüsnü ise, yıllarca hapislerde çürütüldüğünüz yetmez; sürgünde sokak çocuklarına taşlatılarak kalp krizi sonucu öldürülürsünüz.
Sansaryan Han ya da Ankara DAL veya Türkiye’nin dört yanındaki işkence tezgahlarında can verirsiniz, “intihar etti” diye kayıtlara geçirilirsiniz.
Ya da adınız faili meçhul kayıtlara düşürülür.
Bir gece vakti kaybedilirsiniz; mezarınız bile bilinmez olur.
Nurhak’ta, Kızıldere’de, Mirik Mezrası’nda; Şişli, Beyazıt, Taksim Meydanları’nda katledilirsiniz.
Darağaçlarına çıkarılırsınız. Öyle ki, yaşınız büyütülerek asılırsınız.
Maraş’ta anne karnında bile öldürülürsünüz.
Çorum’da 80 yaşındaki babanızla birlikte tüm sol organlarınız kesilerek yok edilirsiniz.
İnsanlık onuru için cezaevinde kendinizi yakarsınız.
Madımak’ta abla ve ağabeylerinizle birlikte 12 yaşında yakılırsınız. 14 yaşınızda cebinizde oyun oynadığınız bilyelerle vurulursunuz. 19 yaşınızda sokakta kıstırıp sopalarla öldürülürsünüz.
Hapisler, sürgünler, işsizlikler-aç bırakılmalar sıradan kalır tüm bunların yanında.
Bu ülkede...
Solculuk-sosyalistlik zordur, meşakkatlidir.
Ama bu ülkede...
Özgürlük, eşitlik, kardeşlik idealinin bir gün mutlaka gerçekleşeceğine inanan...
Ve inadına umudu yaşatan insanlar hiç eksilmez.
Bu topraklarda devrimcilik...
Gecenin ayazında yanan bir çoban ateşidir.

Teorisiz pratik


“Sol Ma­hal­le­”nin ço­cu­ğu ol­du­ğu­mu bil­me­yen yok­tur.
Sol bir ai­le­nin, ma­hal­le­nin için­de doğ­dum, bü­yü­düm.
Şi­ir­den, ro­man­dan, tür­kü­den et­ki­len­dim.
De­niz­le­rin, Ma­hir­le­rin, İbo­la­rın mü­ca­de­le­le­ri­ni din­le­dim.
Evet, 68 Ku­şa­ğı­’nın ar­dı­lı 78 Ku­şa­ğı­’n­dan­dım.
Ele avu­ca sığ­maz bir de­li­kan­lıy­dım; ilk ka­ra­ko­la 14 ya­şın­da düş­tüm; ilk iş­ken­ce­ye ora­da uğ­ra­dım!
İl­le­gal ör­gü­te gir­dim; giz­li hüc­re ya­pı­lan­ma­sın­da yer al­dım. Dev­rim; “kır­dan mı baş­la­yıp şe­hir­le­re ya­yı­la­ca­k”, yok­sa “şe­hir­den mi baş­la­yıp kır­la­ra ya­yı­la­ca­k” tar­tış­ma­la­rı­na ka­tıl­dım; kav­ga­la­rı­na gir­dim!
Du­var­la­ra ya­zı­lar yaz­dım, bil­di­ri­ler da­ğıt­tım, kor­san mi­ting­ler­de bu­lun­dum. Slo­gan­lar at­tım; “De­niz, Ma­hir, Ulaş Kur­tu­lu­şa Ka­dar Sa­vaş...”
Ço­rum olay­la­rın­da 40 gün si­lah­lı ça­tış­ma­la­rın or­ta­sın­da bu­lun­dum. 14’lü kul­lan­ma­yı, mo­lo­tof kok­tey­li yap­ma­yı öğ­ren­dim.
Ni­ce in­sa­nı top­ra­ğa ver­dim. Kaç me­zar ba­şın­da bu­lun­dum bu­gün anım­sa­mı­yo­rum; ha­tır­la­dı­ğım hep­si­nin ba­şın­da yum­ru­ğum ha­va­da dev­rim ye­mi­ni iç­ti­ğim:
“Ö­len­ler dö­vü­şe­rek öl­dü­ler, gü­ne­şe gö­mül­dü­ler...”
Bir gün...
Bir ge­ce...
Yi­ne ev­le­rin ka­pı alt­la­rı­na giz­li­ce bil­di­ri atı­yor­duk.
Bil­di­ri şuy­du; “Sov­yet sos­yal em­per­ya­liz­mi Po­lon­ya­’dan eli­ni çek!”
İş­te o ge­ce ka­fa­ma dank et­ti...
Tür­ki­ye­’de 12 Ey­lül dar­be­si bin­ler­ce in­sa­nı ha­pis­le­re dol­dur­muş­tu. Yüz­ler­ce in­san asıl­mış, iş­ken­ce­de öl­müş ve fai­li meç­hul ol­muş­tu.Si­ya­sal ve eko­no­mik ya­pı kök­ten de­ğiş­ti­ril­miş­ti.
Biz ise Po­lon­ya için mü­ca­de­le edi­yor, hal­kı ay­dın­la­tı­yor­duk!
Ka­ra­mı ver­dim:
Bu mü­ca­de­le ez­ber­le­til­miş ide­olo­ji­ler ve kav­ram­lar­la ol­maz­dı.
Bu mü­ca­de­le şi­ir­li-tür­kü­lü ro­man­tizm­le ol­maz­dı.
Si­ya­set bi­lim­di; sos­ya­lizm bi­lim­sel ku­ram­dı. Ni­te­lik­li, kap­sam­lı bir öğ­ren­me sü­re­ci için kol­la­rı sı­va­dım. Ken­di ken­di­min öğ­ret­me­ni ve öğ­ren­ci­si ol­dum.
Öğ­ren­me uğ­ra­şım yıl­lar­dır sü­rü­yor.
Çok­la­rı gi­bi dö­nek ol­ma­dım; ken­di­mi bu uzun yü­rü­yü­şün ne­fe­ri sa­ya­rım hâ­lâ.
Bun­la­rı ni­ye yaz­dım?..

Peki ya öz eleştiri?


Ye­nil­gi öğ­ret­men­dir.
Ye­nil­gi in­sa­na ile­ri­ye gör­me ye­te­ne­ği ka­zan­dı­rır.
Sor­mak du­ru­mun­da­yım:
“Bi­zim Ma­hal­le­” yıl­lar­dır ha­ta­la­rın­da ne­den ıs­rar edi­yor?
So­ru­mun; ve bu uzun gi­ri­şi yap­ma­mın ne­de­ni, Su­ruç kat­li­amı­dır.
İçim ya­nı­yor.
Evet:
Kat­li­amın so­rum­lu­su iç­te ve dış­ta bel­li­dir.
Bi­li­yo­ruz ki: Ka­til­ler her on yıl­da bir isim de­ğiş­ti­rip kar­şı­mı­za çı­kı­yor; ve biz bu­nu yüz kez ya­şa­dık. Dün de ya­şa­dı­ğı­mız kat­li­am­la­rın so­rum­lu­la­rı­nı yük­sek ses­le di­le ge­tir­dik. Po­li­ti­ka­la­rın yan­lış­lık­la­rından bah­set­tik. Ce­ber­rut dev­le­tin ço­cuk­la­rı­mı­zı öl­dür­dü­ğü­ne, ölüm­le­ri­ni sey­ret­ti­ği­ne ta­nık­lık et­tik.
Su­ru­ç’­la il­gi­li açık­la­ma­la­rın hep­si ta­mam, hep­si doğ­ru di­ye­lim. Pe­ki...
17-19 ya­şın­da­ki öğ­ren­ci ço­cuk­la­rı ça­tış­ma­nın gö­be­ği­ne gön­de­ren po­li­tik pra­ti­ğin hiç mi ka­ba­ha­ti yok?
IŞİD ile PYD/PKK Ayn El Arap/Ko­ba­ni­’de sa­va­şır­ken bu gen­ce­cik fi­liz­ler ne­den bu kan­lı coğ­raf­ya­ya sü­rül­dü?
Yok­sa... IŞİ­D’­i sa­de­ce sı­nır öte­sin­de mi var sa­nı­yor­lar?
HDP’­nin Di­yar­ba­kır mi­tin­gin­de pat­la­yan bom­ba­yı de­ğer­len­di­re­me­di­ler mi?
Her gün can­lı bom­ba­la­rın pat­la­dı­ğı bu böl­ge­de ne­ler ya­şa­na­ca­ğı­nı na­sıl ön­gör­mez­ler? Bu ço­cuk oyun­ca­ğı mı? Ger­çek­çi­lik­ten bu de­re­ce uzak­la­şı­lır mı?
Ha­di..
Böl­ge­yi in­şa et­me­ye gi­den­ler de­li­kan­lı, on­la­rı an­lı­yo­rum. Be­nim eleş­ti­rim ağa­bey­le­ri­ne, ab­la­rı­na, ön­der­le­ri­ne, ör­güt­le­ri­ne...
Bi­li­riz ki; her sol ör­güt için esas olan, “kit­le­yi kır­dır­ma­mak­tır!”
Genç­le­ri kim­ler kır­dır­dı? Kim­se çı­kıp özel­leş­ti­ri yap­ma­ya­cak mı?
Bun­ca yıl­lık pro­vo­kas­yon ta­ri­hin­den kim­se ne­den ders çı­kar­mı­yor?
Sup­hi Ne­jat Ağır­nas­lı Su­ru­ç’­ta ölen genç­le­rin yol­da­şıy­dı; ay­nı ör­güt­ten­di­ler. Ayn El Ara­p’­ta öl­dü­rül­dü­ğün­de şu­nu yaz­mış­tım:
“Hâ­lâ ro­man­tiz­me ye­nik düş­me­yi hiç tar­tış­ma­ya­cak mı­yız?
Hâ­lâ ken­di­ni ifa­de et­me, ölü­me hay­ran ol­ma duy­gu­sal­lı­ğı­nın önü­ne ge­çe­me­ye­cek mi­yiz?
Tür­kü­lü-şi­ir­li-ağıt­lı ro­man­tik dev­rim­ci­lik da­ha kaç gen­ci­mi­zin ölü­mü­ne ne­den ola­cak?
Ye­nil­gi­ler­den ders çı­kar­mak için da­ha kaç genç top­ra­ğa dü­şe­cek?
Öğ­ret­me­si ge­re­ken da­ha kaç ka­lem, bu er­ken ölüm­le­re met­hi­ye diz­me­ye de­vam ede­cek?
Bu top­rak­lar­da ma­ce­ra­cı­lık ne za­man son bu­la­cak?
Ya­şa­ma­nın/ya­şat­ma­nın en bü­yük mü­ca­de­le ey­lem ol­du­ğu ne za­man an­la­şı­la­cak?” (17 Ekim 2014, Söz­cü)
Ne di­ye­yim...
Ne ya­pa­yım...
Hâlâ ço­cuk­la­rı­mı­zı ko­ru­ya­mı­yo­ruz...
Kah­ro­lu­yo­rum.