Dünya tarihinin hiç eskimeyen karakterlerinden Tarzan tekrar sinemalarda... 20. yüzyılın başlarında yazılmış olmasına rağmen yüzyılı aşkın bir zamandır insanlar Edgar Rice Burroughs’un yarattığı ve bir açıdan bakıldığında insanlık aleminin ilk süper kahramanı olan Tarzan, defalarca sinemaya, televizyona ve çizgi romanlara konu oldu. Ama özü hep aynıydı: Afrika ormanlarında unutulan sömürgeci ingilizlere ait bir bebek, ormanın gerçek sahipleri tarafından büyütülür. Maymunlar ve aslanlarla medeniyetten uzakta büyür. Hikayenin bir yerinde Jane ile birlikte ailesinden kalan servetin de yardımıyla medeniyeti denese de mutlu olamaz. ‘Medeni insan’ın hırsına ve kapitalizme yenilmiş uygarlığın vahşiliğine dayanamayıp ormanlarına geri döner.

Tarzan aslında dünya canlılarının net bir karışımı hatta belki de özüdür. Bu anlamda çok cazip bir karakterdir. Nitekim Tarzan, bir süre sonra Burroughs’un kitaplarından taşar, farklı yazarların da el attığı bir kahramana dönüşür. Ama özünde medeniyet, uygarlık ve insanlığın kapitalizmle olan ilişkisi üzerine sağlam mesajlar verebileceğiniz bir malzeme sunar size bu ölümsüz eser.

Bu 2016 model Tarzan’da ise son dört Harry Potter filminin de yönetmeni olan David Yates, bu çok bilinen hikayeyi, süper kahraman filmlerine aşırı maruz kalan yeni kuşağa tam da seveceği tonda anlatmayı tercih ediyor. İyilerin ve kötülerin bir çırpıda birbirinden ayrıldığı çok karmaşık olmayan bir konu, yakışıklı bir idol, güzel ve sevilen bir genç aktris ve bolca görsel efektle dolu aksiyon sahneleri.

tarzan_3

Filme en büyük zararı da bu efektler veriyor zaten. Neredeyse gördüğümüz bütün hayvanlar masa başında üretilmişler. Yakın zamanda izlediğimiz “Orman Çocuğu”nda bile efektler bu kadar belirgin değildi doğrusu. Hikaye ise alabildiğine basite indirgenmiş. Tarzan’ın geçmişini birkaç geri dönüşle hallediveren film, onun karısı Jane ile Afrika’ya tekrar dönüşünü ve Belçika kralının para sorununu çözmek için görevlendirilmiş tehlikeli bir adam olan Leon Rom ve onun paralı askerlerine karşı mücadelesini anlatıyor hızlı bir kurguyla.

Hikaye asgari gereklerini yerine getiriyor. Kötü adamı usta aktör Christophe Waltz oynayınca zaten kötü yazılmış bir karakter olsa da ilgiyle izlenebiliyor. Yeni Tarzan olarak izlediğimiz İsveçli oyuncu Alexander Skarsgard “True Blood” dizisiyle yıldızı parlamış uzun boylu, sıkı vücutlu ve ‘üzgün’ bakışlarıyla genç kızları fetheden bir isim. Bol bol karın kaslarını ve ‘hüzünlü-masum’ bakan yüzünü gösteriyor. Jane rolünde de son yılların en dikkat çekici güzellerinden Margot Robbie olunca ‘popcorn’ bir Tarzan filmi için parlak bir karışım elde edilmiş oluyor. Daha ciddi seyirciler için de yan rolde Samuel L. Jackson var! Yalnız bu seferki Jane çok da edilgen bir kadın değil neyse ki, gayet dişli ve Leon’a zaman zaman kök söktüren bir mücadeleci...

Film tabi ki bir şekilde orijinal hikayesinin teması gereği hayvan ve doğa dostu bir tonda ilerliyor. Ancak dönüp dolaşıp tek bir beyaz adamın bütün Afrika’yı kurtarmasına bağlanıyor yine. Samul L. Jackson bu sorunu dengelemesi için hikayeye sokulmuş bir siyah aktör olmaktan öteye geçemiyor sanki. Filmin altında daha ciddiye alınacak hiçbir mesaj olmayınca da bilgisayarda yaratılmış hayvanlara ve Tarzan’ın Superman gibi yükseklerden atlayıp ağaçtan ağaca abartılı zıplayışlarına takılıyorsunuz tabi ki...

2,5 yıldız
Tarzan Efsanesi
Yönetmen: David Yates
Oyuncular: Alexander Skarsgard, Samuel L. Jackson, Margot Robbie
110 dakika, 13+

Cepten gelen kıyamet

Stephen King’in birçok iyi romanı olduğu kadar, bazıları da çok hızlı yazıldıklarını açıkça belli ederler. Hatta yine bunların içinden bazıları da 30-40 sayfada halledilebilecek hikayelerken 400-500 sayfalık roman olmuşlardır. “Frekans”ın da uyarlandığı Cep” adındaki roman bunlardan biridir mesela. Hikayenin çıkış noktası enteresan olsa da nihayetinde elinizde basit bir zombi öyküsü kalmakta.

Bir çizgi roman çizeri olan Clay, yeni imzaladığı kârlı bir sözleşmenin ardından havaalanında karısı ve çocuğunu cep telefonundan arar. Ancak konuşma sırasında telefonunun şarjı biter. Bu olay onun kılpayı hayatta kalmasını sağlayacaktır. Çünkü etrafında o sıralarda cep telefonuyla konuşan herkes, kaynağı belli olmayan bir frekansın yarattığı sinyal sayesinde delirirler ve birbirlerine saldırmaya başlarlar. Clay son anda kurtulur. Kendi gibi kurtulan birkaç kişiyle daha karısı ve oğluna ulaşmak için zombilerle dolu tehlikeli bir yolculuğu göze almak zorundadır.

frekans_1

“Frekans” günümüz insanının akıllı cep telefonlarına olan bağımlılığına dikkat çekerek başlıyor. Bu giderek artan bağımlılığın bildiğimiz uygarlığın sonunu getireceğini ima eden King, bu fikrini klişe bir zombi gerilimine dönüştürerek öldürüyor aslında. Film de tam bu noktadan sonra kaybetmeye başlıyor.

En büyük sorun yönetmen Tod Williams’ın bir türlü etkili bir sinema atmosferi kuramaması. Oysa hiç vakit kaybetmeden havaalanında zombileşen insanların bir anda yarattığı dehşetle açıyor filmini. Sonra alana bir uçak düşüyor, Clay canhıraş bir şekilde kaçarken Tom adlı biriyle tanışıyor (Samuel L. Jackson) ama sonrası gayet tahmin edilebilir bir şekilde ilerliyor. Üstelik hikayenin ardındaki gizem de çok net açıklanmıyor. Sahneler ise tatsız tuzsuz biraz. Zaten kariyerinde giderek Nicolas Cage’le benzer bir düşüş yaşayan, bir zamanların sevilen aktörü John Cusack izleyiciyi filme çekemiyor bir türlü. TV’de “Walking Dead”i izleyen bir kuşağa bu filmi satabilmek pek de mümkün değil doğrusu...

1,5 yıldız
Frekans
Yönetmen: Tod Williams
Oyuncular: John Cusack, Samuel L. Jackson, Isabelle Fuhrman
98 dakika, 18+

Boş boş gülmek için...

“Recep İvedik” benzeri filmler sadece bizim sinemamızda çıkmıyor. Hollywood’un da zaman zaman ‘beyinsiz’ ve kendisini yüzeysel bir mizaha teslim eden filmleri var. Adam Sandler komedilerinin bir kısmı böyledir mesela. Ya da vizyon şansı göremeyip doğrudan ev sinemasına inen tonla isimsiz komedi...

“Mike ve Dave” eğer beyninizi sinema salonunun dışında bırakıp izlerseniz bir şekilde kendisini izletetiriyor. Hayatlarında eğlenmek dışında hiçbir işe yaramayan boş kafalı iki kardeş, kız kardeşlerinin Hawai’deki düğününde kendilerine eşlik edecek iki akıllı ve uslu kız ararlar. Aslında onlar gibi olan ama değillermiş gibi rol yapan iki kız da bulurlar. Çünkü işin ucunda Hawai’de bir tatil vardır... Sonrası edepsiz bir ‘düğün dernek’ işte...

mike_ve_dave_1

“Mike ve Dave” özellikle genç kuşaktan bazı seyircileri eğlendirecek ve güldürecektir belki ama benim neredeyse izlerken acı çektiğim filmlerden biri oldu. Bunun nedeni utanmazlığı değil. Tam tersine daha cüretkar olmalıydı kanımca. Mesela “Bu Nasıl Aile!” gibi çok güldürürken diğer yandan da maske düşürücü, tabu yıkıcı ve eleştirel bir düşünce sistemine sahip bir film olabilmeliydi. Ama “Mike ve Dave” iki kadın ve iki erkekten oluşan ve kafaları sadece iyi vakit geçirmekten başka bir şeye çalışmayan karakterlerin yaşadığı abukluklarla izleyiciye de sadece iyi vakit geçirtmek isteyen bir film, ötesi yok. Ancak, birkaç espri dışında büyük kahkahalar da attıramıyor kanımca. Tabi yine de bu sizin nelere güldüğünüzle ve komedi anlayışınızla çok alakalı bir durum.

Son zamanlarda kendisini iyice bu tip komedilere veren Zac Efron ve daha önceki filmlerinde müzikal yeteneğine de şahit olduğumuz Anna Kendrick kendi kuşaklarının iyi oyuncuları ama Adam Devine çok itici, Aubrey Plaza ise oldukça antipatik bence.

1,5 yıldız
Mike ve Dave: Ah Bir Sevgili Yapsak
Yönetmen: Jake Szymanski
Oyuncular: Zac Efron, Anna Kendrick, Adam Devine
98 dakika, 15+