SORDUM ÖĞRENDİM

Sınır komşularımız Irak ve Suriye’deki gelişmelere, kanlı çatışmalara, kitle ölümlerine, canını kurtarmak için bize sığınanlara karşı elbette ilgisiz kalamayız.
Bölge kan gölüne dönmüşken, terör örgütleri ortalıkta cirit atarken, dünyanın en büyük ülkelerinin ajanları bölgede her türlü kötülüğü yaparken Türkiye’nin sessiz kalması düşünülemez.
Ancak Türkiye’deki iktidar, daha Arap Baharı başladığında yaptığı yanlışları, özellikle Suriye’deki iç savaşta ısrarla sürdürünce bölgeye yönelik ilgimiz ve yaptırım gücümüz de erozyona uğradı.
Bugün dünyanın birçok ülkesi Musul’u IŞİD teröründen kurtarmak için güç birliği yaparken bu koalisyonun içinde Türkiye’nin olmasını istemiyor.
Aynı şekilde Suriye’deki IŞİD tehlikesine karşı Türkiye her ne kadar müdahil olmuş olsa da Amerika bizim yerimize PYD’nin olmasını tercih ediyor ve Türkiye’yi sürekli uyarıyor.
Bu nedenle hem IŞİD’e hem de terörist olarak gördüğümüz PYD’ye karşı elimiz kolumuz bağlı olmasa da etki alanımız giderek daralıyor.
İktidar ise bu sıkıntımızı adeta görmezden geldiği gibi sanki Irak ve Suriye’de askeri destan yazıyormuşuz gibi kamuoyunu oyalamaya ve hatta aldatmaya çalışıyor.
“Biz olmadan kimse hareket edemez, kimse bize karışamaz, kimse bizim operasyon yapmamıza engel olamaz” türü efelenmelerin yurtdışında hiçbir etkisinin olmadığı dünyada biliniyor buna karşı Türk halkı bunlardan habersiz.
Toplumun bir bölümü ise Suriye ve Irak’taki operasyonlardan sonra “toprak kazanacağımızı” sanıyor ve bunu bir tür “Gaza” veya “Fetih” gibi algılıyor.
Amerika’nın ısrarla bizi operasyonlardan uzak tutmaya çalışmasının nedenini eski bir diplomat dostumla konuştum.
Diplomat dostum “çok basit” dedi “Türkiye IŞİD bitirildikten sonra Suriye’de kalır ve PYD ile de mücadele etmeye kalkarsa, bir süre sona karşısında Suriye ordusunu bulacaktır. Bu da bir NATO ülkesinin bir başka devletle savaş durumuna gelmesidir. O zaman işler çok karışır. Üçüncü Dünya Savaşı’nın fitili bile ateşlenebilir.”
İlginç bir bakış açısı. “Peki” dedim, “Amerika neden PYD konusuna ısrarlı?”
Diplomat dostum şöyle anlattı; “Amerika PYD’nin PKK’nın devamı olduğunu ve terörist faaliyetler içinde bulunduğunu elbette biliyor. Ayrıca Esad’a karşı savaşan cihatçı örgütlerin de birer terörist örgüt olduğunun farkında. Türkiye ise bir devlet. Amerika Esad’a karşı terörist demeden milis kuvvetleri destekliyor. Sonuçta Esad rejimi bu milisleri alt eder ya da edemez. Ama bölgede Türkiye’nin bulunması farklı. Türkiye milis gücü, örgüt değil, bir devlet. Esad rejimi ile çatışması da bir iç savaş değil devletlerarası savaş demektir. İşte Amerika bu nedenle bölgesel güçlerden söz ediyor, yani bir anlamda Türkiye’yi savaştan koruyor.”
Diplomat dostuma “Irak’daki durum da aynı mı?” diye sorunca “Tabii” dedi ve anlattı;
“Oradaki de farklı değil. Musul’u kurtarmak için kara gücü olarak Irak ordusu ve teknik olarak yine Irak’a bağlı peşmergeler sahada. Diğer koalisyon güçleri ise hava ve lojistik desteği sağlıyor. Türkiye’nin kara gücüne katılması ve daha sonra Irak topraklarını terk etmemekte diretmesi ister istemez Türkiye ve Irak ordularını karşı karşıya getirecektir. Yani Suriye’deki durumun aynısı. Büyük güçler ve Amerika bölgedeki çatışmaların devletlerarası olmasını istemiyor, çünkü bunun sonuçlarını hesaplayamıyorlar.”
Diplomat dostumla konuşmam bu kadar. Olaylara farklı bir bakış açısı. Değerlendirmesi size ait.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Amerika’dan sadece Fetullah Gülen’i mi istiyoruz?


Cematin dinci faşist darbeye kalkıştığı 15 Temmuz’dan bu yana Amerika’ya “Fetullah Gülen’i bize ver” diyoruz.
Erdoğan defalarca söyledi. Yetmedi Amerikan yönetimine ağır sözler söyledi, “bu dostluk değil” dedi “Bir teröristi niye tutuyorsun?” diye sordu, Amerika bir türlü olumlu cevap vermedi.
Erdoğan “Bak ben de senin istediğin teröristleri vermem” dedi. Yine ses yok.
Kim bilir kaç heyet gitti Amerika’ya “Ver artık şu adamı” diye. Kolilerce belge de gönderdik. Yine sonuç yok.
En son Adalet Bakanı kalktı gitti Amerika’da oranın Adalet Bakanı ile görüştü. Yine elimiz boş döndük.
Hep Fetullah Gülen’i istiyoruz.
Oysa Amerika’da oldukları bilinen ve Fetullah Gülen’in beyin takımı diye adlandırılan 40’a yakın kişi daha var Amerika’da.
Bazıları Avrupa ülkelerinde, onlar da biliniyor.
Ben şu ana kadar duymadım, ama sormak istiyorum, aralarında savcıların, hakimlerin, gazetecilerin, kurum ve kuruluş imamlarının bulunduğu bu insanlarla ilgili de iade talebi yapıldı mı?
Elbette işin patronu, elebaşısı Fetullah Gülen’dir ama onunla birlikte hareket eden, Türkiye’deki pek çok melanete imza atan bu kişilerin de iade edilmesini  istemiyor muyuz?

CANIMI SIKAN ŞEYLER

10 kişinin öldüğü asansör kazasında sorumlu kişi bulunamamış


Ali Sami Yen Stadı ile likör fabrikası yıkılıp yerine bilmem kaç katlı gökdelenler dikildi biliyorsunuz.
Bu gökdelenler bitmek üzere. Çevre düzenlemeleri yapılıyordu son geçtiğimde. Yakında daire sahipleri yerleşmeye başlarlar.
İnşaat aşamasında bu binalardan birinde feci bir asansör kazası olmuş 10 işçi 40’ıncı kattan yere çakılarak can
vermişti.
Olay doğal olarak büyük öfke yaratmış, sorumlulardan hesap sorulması istenmişti. Her olay gibi bu da bir süre sonra unutulmuştu.
Aradan ne kadar zaman geçti ben de hatırlamıyorum, ama üç gün önce konuyla ilgili bir mahkeme kararı açıklandı. Asansör kazası ile ilgili bilirkişi raporları tamamlanmış.
İşe bakın ki kazanın sorumlusunun kim olduğu anlaşılamamış. Yani ortada
suçlu falan yok, ölen öldüğü ile kalacak, belki ana şirket ölüm tazminatı ödeyecek o kadar.
O zaman da merak ediyordum şimdi de merak ediyorum. O binalardaki dairelerin fiyatları en az bir milyon dolar.
Kimi zenginlerimiz, çoğu “yeni zenginler” olacaktır mutlaka, en az birer milyon doları sayarak buradan evler alacaklar.
Sonra 10 işçinin can verdiği asansörlere binerek mutlu yuvalarına çıkacaklar. Acaba asansöre her bindiklerinde o ölenlerin masumiyetleri ve ailelerinin çektiği acıyı akıllarına getirecekler mi?
Sizce?

BUNU YAZMAK GEREK

Korkmayın yahu, bu sizin de Cumhuriyetiniz


Cumhuriyet’in ilanının 93’üncü yılı bu yıl bir başka kutlandı. İktidarın bunaltan baskıcı ve gerici uygulamalarına karşı Atatürk ve Cumhuriyet’te birleşen milyonlar dün meydanlara aktı ve bu kutlu günü hak ettiği biçimde kutladı.
Ankara bir başkaydı. Ama iktidar zihniyeti Ankara’daki o muhteşem görüntüyü perdelemek için elinden geleni yaptı.
Ankaralı bir dostum ağlamaklı biçimde aradı “Böyle bir şey görmedim” dedi. Ankara’nın bütün yolları kesilmiş dün. Güya terör tehdidi nedeniyle aşırı güvenlik önlemi almaya kakmışlar.
Son günlerde yeniden atağa kalkan ve sarayın gözüne girmek için elinden geleni yapan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı sanki bombaları önleyecekmiş gibi bütün kavşaklara belediyenin hizmet kamyonlarını sıralamış, yolları kesmiş.
Buna rağmen yüz binlerce kişiyi Anıtkabir’e yürümekten caydıramadılar.
Nedir bu korku ve telaş anlamak mümkün değil. Dün sözde demokrasiyi kurtarmak için “Allahuekber” diyerek sucuk ekmek, köfte ekmek, pilavlı “darbe karşıtı” şölenlere katılırken, bugün demokrasinin temeli olan Cumhuriyet Bayramı’nı karartmak için ellerinden gelen yapıyorlar.
Yahu bu kadar korkmayın, sizin varlık nedeniniz de o cumhuriyet, bunu sakın unutmayın.

ÇOK GÜLDÜM

Twitter’dan önce duvar yazısı vardı


Bir ara çok modaydı duvar yazıları. Sonra Twitter çıktı herkes sanal ortamda duvar yazısı yazmaya başladı.
Twitter’ı tabii ki her gün izliyorum da o eski duvar yazılarını da çok severdim.
Okurlarımdan İbrahim Ormancı bir mizah yazarı. Yıllardır duvar yazıları yazar. Bir çoğu çeşitli gazetelerde yayınlandı.
Geçenlerde bir tomar duvar yazısı göndermiş. Bu Pazar hem biraz nostalji de yapmış oluruz diyerek İbrahim Ormancı’nın duvar yazılarından bir demeti sizlerle paylaşmak istedim;
11 yaşında oğlum bana çemkiriyor “Baba beni sırtımdan hackledin”
diye... Zamane çocuğu işte. Hançeri ne bilsin?

*  *  *

Nijeryalı 92 yaşında Müslüman Muhammed Bello Ebubekir , bugüne değin 107 kadınla evlenmiş. Bunların 10’nu ölmüş. Yani şu an tam 97 kadınla evli. Lan dede, biz bir tanesiyle baş edemiyoruz, sen 97’siyle nasıl baş ediyorsun?

*  *  *

Ne hazindir. Bu ülkede barışla ilgili duyduğum tek şey, vergi barışı!

*  *  *

Durakta kısa saçlı bir kız , uzun saçlı erkeğe “Saçın uzun aklın kısa senin” dedi. Koyverdim o an makaraları !

*  *  *

Etliye sütlüye karışmayan kuşaklar yetiştirdik hamdolsun. Şimdi protein eksikliği çekip duruyorlar!

*  *  *

Maliye Bakanı Naci Ağbal “Vergi ödeme konusunda karnesi pekiyi olan mükellefler daha az vergi ödeyecek” demiş. Peki sayın bakanım; vergi ödeme karnesi kırıklarla dolu olan mükelleflere kaç bütünleme sınavı yapacaksınız? Siz onu da söyleyin!

*  *  *

Endonezya’nın başkenti Cakarta’da valilik , ölü ya da diri getirdikleri her fare başına vatandaşa 1.5 dolar ödeyeceklermiş. Bekliyorum şimdi. Türkiye’den Endonezya’ya bir gemi dolusu fare götürüp köşeyi dönmeyi düşleyen o girişimci vatandaşı!

*  *  *

İstanbul Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görevli hemşire Eren Gencer yoğun bakımdaki hastalarla selfie çekip sosyal medyada paylaşmış. Ölmek üzere olan hastalarla selfie çekip dalga geçmek kolay. Sıkıysa Azrail ile de selfie çekilseydin ya kızım!

*  *  *

Kumarda kazanan aşkta kazanırmış ha? İyi de kumarda kaybetti diye, karısı kapıdan içeri almıyor yavrum be!

*  *  *

Biz köylüyüz. Bizde halı saha olmaz. Kilim saha olur!

*  *  *

Yaralı parmağa işemeye kalktı. Sapık diye iyice benzettiler!

*  *  *

Bir kızı bin kişi ister. Ama yine de niye evlilik programına gider canım?

*  *  *

Pire için yorgan yakmayı bırak da yemeği yakma  yeter kadın!

*  *  *

Üç yılda ne kadar değişmişsin Hale ? Kişisel gelişimi bilemem ama dişisel gelişim on numara!

*  *  *

İki Gönül bir olunca samanlık lavanta kokar. Her tarafı deterjanla temizlediler vallahi!

*  *  *

Eskiden “Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın” diyordun. Şimdiyse “Çapkınlık yaparken dikkatli ol. Mehtap’ı uyandırma” diyoruz.

*  *  *

Yüreğimin götürdüğü yere değil, halk otobüsünün götürdüğü yere gidebiliyorum ancak!