Sevgili okuyucularım, ülkemizin dört bir yanında bombalar patlıyor, insanlarımız feci biçimde can veriyor.
Öyle ki, olay sonrasında bazılarının kimliğini saptamak bile mümkün olmuyor.
Paramparça olmuş cesetler, yapıştıkları yerden adeta jiletle kazınıyor.
Acılı aileler Adli Tıp Kurumu önünde kimlik tespiti için bekleşiyor, kan örnekleri alınıp DNA testleri yapılıyor.
Kimlikler tespit edildikten sonra tabutların içine çoğu zaman küçük beden parçaları konuluyor. Çok acı tablolar yaşanıyor...
Ve bütün bunlar olurken birileri hiç utanıp sıkılmadan yine aynı lafları tekrarlıyor:
“Kanları yerde kalmayacaktır, mücadelemiz sonuna kadar sürdürülecektir!..”
Sonra sıra yapılmak zorunda olan resmi açıklamalara geliyor:
“Şu kadar bin terörist etkisiz duruma getirilmiştir!”

* * *

Askerimizi polisimizi şehit eden, sivilleri öldüren örgüt çoğu zaman PKK...
Nerede barınıyor bu örgüt?
Kuzey Irak’ta adına Barzani denilen aşiret reisinin topraklarında ve onun koruması altında.
Cephanesini, silahlarını, gıdasını hep oralardan Barzani’nin yardımı ve göz yummasıyla sağlıyor, sonra adamlarını bir türlü koruyamadığımız sınırlarımızdan içeri sokup kırsalda ve kentlerde eylem koyuyor.
Bizim iktidar ise bu pisliğe açıkça göz yumuyor. Barzani ile ticaret ilişkileri var, o herifi uyarması ya da önlem alması asla söz konusu olmuyor.
Bazen haberlerde izliyoruz...
Uçaklarımız Kandil’deki terör üslerini bombalamış!
Aferin valla, insanın helal olsun diyeceği geliyor da, sonuçta değişen bir şey yok.
Mikrop yuvası Barzani, topraklarında pisliğini saçmaya devam ediyor.

* * *

Şimdi size inanmakta zorluk çekeceğiniz bir olayı anlatayım. Bundan bir süre önce Barzani hakkında benzer bir yazı yazmıştım.
Aradan birkaç gün geçti, elime bir savcılık tebligatı ulaştı. İfadeye çağrılıyorum.
Acaba yine kim şikayetçi olmuş, adliyeye gidip dosyayı gördüm... Ve şaşırdım!
Şikayetçi Diyarbakır’dan bir vatandaş:
“Emin Çölaşan yazısında Sayın Barzani’ye hakaret etmiştir. Barzani benim aile dostumdur. Hakkında soruşturma başlatılmasını ve dava açılmasını talep ederim.”
Sayın savcımız bu ciddiyetten yoksun dilekçeyi önemsemiş, beni adliyeye çağırıyor. Gittim... Savcı bey yerinde yokmuş.
Ya da var ama benimle uğraşacak zamana sahip değil.
İfademi savcılık katibine verdim, imzaladım.
Sonuç ne oldu bilmiyorum ama herhalde dava açılmadı. Açılmış olsaydı mahkemeye çağrılır ve bir ifade de orada hakime verirdim.
PKK tarafından öldürülen her şehidimizin ve her vatandaşımızın eli kanlı katili olan ve adına Barzani denilen herif yüzünden yarım günüm adliye koridorlarında geçti.
Ülkemin çıkarlarını savunmanın, terörü kınamanın, şehitlere sahip çıkmanın bedeli işte bu
oluyordu.
Ciddiyetsiz bir şikayet dilekçesi sonrasında bile “Cumhuriyet’in” savcısı tarafından ifadeye çağrılmak!

* * *

Öncesini hiç saymıyorum... İki gün önce İstanbul, dün Midyat. Olaylar durulmuyor. Bizi yöneten aymazlar ise hep aynı sözleri söylüyor:
“Terörün beli kırılmıştır, sonu gelmiştir.”
Eğer kırılmış hali böyleyse, Allah bizi sağlam belinden korusun!
Türkiye Cumhuriyeti böylesine bir ciddiyetsizliğe ve umursamazlığa bugüne kadar tanık olmadı.
Burada soruyorum:
Ülkemizi yöneten bu şahısların şu olup bitende hiç mi sorumluluğu yok? Onların işi her olay sonrasında palavradan nutuklar atmak, her gün şehit cenazesine katılıp şov yapmak mıdır?
Bunca olay sonrasında, bir başka ülkede yaşıyor olsaydık bu aymazlardan yargı önünde mutlaka hesap sorulurdu.
Adamlar pişkin, her olay sonrasında zeytinyağı gibi suyun üzerine çıkıyorlar...
Ellerinde sonsuz para gücü, ağızlarında bir sürü laf...
Son bir yılda sadece asker-polis şehit sayısı 600’e yaklaştı.
Bir de bombalama olaylarında can veren, sayılarını bile neredeyse unuttuğumuz sivil vatandaşlar.


VE YİNE TURİSTİK ABD SEFERİ!


İşte bu tabloda bile Recep Tayyip hiç ilgisi olmadığı halde dün gece (eğer programda son anda beklenmeyen bir değişiklik olmadıysa) Muhammet Ali’nin cenaze törenine katılmak için ABD’ye gitti.
Rahmetli ile bir tanışıklığı, dostluğu yok.
Muhammet onun adını bile bilmiyordu.
Muhammet 1976 yılında bir kez Türkiye’ye gelip 24 saat kaldı.
Türkiye’den bugüne kadar herhangi bir vesile ile söz etmişliği yok.
O halde Recep Tayyip niçin gitti?..
Çünkü cenaze törenini dünya televizyonları canlı yayınlayacak.
O bir dünya lideri ya, orada da boy göstermesi gerekiyor! Kendisinin katılmadığı bir cenaze töreninde bütün dünyanın eksiklik hissedeceğini biliyor.

* * *

Altında devlet malı, yatak odalı, salonlu, mutfaklı en büyük uçağı, yanında korumalar, danışmanlar ve büyük olasılıkla yandaş-yalaka gazeteciler...
Otel ve yiyecek paraları, uçağın masrafları, yakıt bedeli vesaire derken maliyeti epeyce yüksek bir iş ama sorun değil ki!..
Nasıl olsa paralar Türk Milleti’nin kesesinden!
Burada kalıp şehit cenazelerine katılsa dünya medyasında yer bulması mümkün değil.
Ama ABD’de Muhammet Ali’nin cenaze namazı kılınırken en önde yer kapıp boy göstermek, bütün dünyaya “İşte, dünya lideri olarak ben de buradayım” demek ve eğer mümkün olursa birkaç yabancı gazeteciye demeç vermek kendi açısından çok daha akılcı!
Sözün özü, bizim dünya liderimiz işini bilen adam...