Sevgili okuyucularım, adına PKK denilen bu Kürtçü-bölücü terör örgütü, kurulduğu 1984 yılından bu yana, 32 yıl içerisinde binlerce asker ve polisimizi şehit etti, binlerce masum sivili öldürdü.
Bu örgüt geçmiş yıllarda genelde dağ başlarında konuşlanan askeri birlikleri basar, katliamı oralarda yapardı.
Baskın sonrasında devlet güçlerinin oralara ulaşıp karşı koyması epeyce zaman alırdı. İmdat kuvvetleri saatler sonra yetiştiğinde şehitler askeri birliklerin ortasında ve çevresinde yatıyor olurdu.
Terörist takımı ise yapacağını yaptıktan sonra kaçardı.
Araziyi iyi bilirler, keçi yollarından tırmanıp dağlara, mağaralara, ya da çevredeki köylere sığınırlardı.

*  *  *

Örgüt son zamanlarda, hükümetin yüz vermesi ve hoşgörüsüyle (!) taktik değiştirdi.
Eylemler artık kırsal kesimde, yani kuş uçmaz kervan geçmez arazide değil, kentlerde yapılıyor.
Hem de il ve ilçelerin tam göbeğinde.
Dikkat ediniz, şehit cenazeleri artık dağ başlarından değil kent merkezlerinden geliyor.
Örgütün kırsal kesim baskınları şimdilik sona ermiş görünüyor.
Kentlerde eylem yapmak her zaman zordur.
Polis ve asker oradadır, her türlü önlem alınmıştır.
Eylem koyacak teröristin kaçacak yeri kısıtlıdır.
O halde nasıl oldu da Güneydoğu’nun il ve ilçeleri harabeye döndü?
Nasıl oldu da her yerleşim birimi patlamaya hazır bomba gibi hazır bekliyor?

*  *  *

7 Haziran seçiminden bu yana Güneydoğu’da verdiğimiz asker-polis şehit sayısı 400’ye çok yaklaştı.
Yanılmayı dilerim ama bir süre sonra 500’e doğru yol almaya başlayacak.
Korkunç bir rakamdır...
Sabah gazeteye geldiğimizde
birbirimize sorduğumuz ilk soru:
“Bugün kaç şehit var?..”
Bu olanların hesabının hükümetten mutlaka sorulması gerekir.
Böylesine bir pişkinlik süreci içerisinde kimin, nasıl soracağı da ayrı bir tartışma konusudur!

*  *  *

Peki biz bu duruma nasıl geldik? Terör nasıl azdı ve azdırıldı?
Sen İmralı’da yatmakta olan Apo’yu şımartıp yüz verdin. MİT Müsteşarı bile onun ayağına defalarca gidip pazarlık yaptı, örgütü yumuşatması için ricalarda bulundu.
Oslo ve çeşitli yerlerde örgütle devlet pazarlık masalarına oturdu.
2009 yılında Habur rezaleti sergilendi. Yüzlerce terörist üniformalarıyla Kuzey Irak’tan Türkiye’ye buyur edildi. Habur’da çadır mahkemesi kuruldu, heriflerin tamamı serbest bırakıldı!
Örgütle devlet arasında Dolmabahçe mutabakatı yapıldı.

*  *  *

Örgüt son iki yıldan bu yana iktidar tarafından iyice şımartılmıştı. Düşünün ki çeşitli yerlerde PKK şehitlikleri kuruldu, oralara örgüt bayrağı çekildi, Apo heykeli dikildi. İl ve ilçe merkezlerinde tüneller kazıldı, binlerce hendek açıldı, barikatlar kuruldu, okullar boşaltılıp örgüt karargahı yapıldı...
İktidar ve hükümet bunları seyretmekle yetiniyordu.
Valilere, kaymakamlara, polise ve askeri birliklere Ankara’dan sözlü emirler verildi:
“Ne yaparlarsa yapsınlar karışmayın. Biz hükümet olarak örgütle iyi ilişkiler kuruyoruz. Onlara karşı anlayışlı davranılacak. Yaptıklarını görmezden gelin!..”
Bu emir doğrultusunda polis karakoluna, asker kışlasına çekildi.
Bugünkü rezalet tablosu ve çok kısaca özetlediğim bu acı gerçekler, hükümetin aymazlığı sonucunda oluştu.

*  *  *

İşte bu yüzdendir ki, 7 Haziran seçiminden bu yana geçen süre içerisinde 400’e yakın asker ve polis şehidimizin cenazesi Türkiye’nin dört bir yanında kaldırıldı.
Yine bu yüzdendir ki, Güneydoğu’daki pek çok yerleşim yeri harabeye döndü.
Ekranlarda izlemiş, gazetelerde görmüşsünüzdür...
Örgüt tarafından tahrip edilen, ya da tank ateşiyle yakılıp yıkılan yüzlerce bina, enkazlar, harabeler...
Sokağa çıkma yasakları...
Evini barkını terk etmek zorunda kalan, başka yerlere göç eden ve perişan olan aileler, on binlerce insan...
Boşaltılan o şehirler ve ilçelerin her biri şimdi bir savaş alanı.
O harabeleri bundan sonra eski haline getirmek artık asla mümkün olmayacak...
Ve olaylar (umarım yanılırım) başka kentlere, belki de kırsal kesimdeki askeri birliklere sıçrayacak.
Teröre yüz vermenin, dostluk eli uzatmanın sonuçları bunlar!

*  *  *

Size Türkiye’den tamamen gerçek bir tablo aktarayım...
Asker ve poliste “Şark hizmeti” vardır.
Sırası gelen belli bir dönem Doğu ve Güneydoğu’da görev yapar.
Ancak oralarda her yer terör bölgesi değildir. Örneğin Erzurum, Kilis, Kars, Erzincan gibi yerler bu açıdan iyi ve biraz daha rahattır.
Atama bekleyen her asker, her
polis ve onların yakınları “İnşallah terör bölgesine çıkmaz” diye dua eder.
Yani Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Siirt vesaire...
Haklıdırlar da... Çünkü insanların canı ve geleceği söz konusudur.
Bu gibi durumlarda kahramanlık taslanmaz. Ataması çıkan gitmek zorundadır.
Terör bölgesine hem görevli gidenler, hem de aileleri korkar, her gün onlardan kara haber bekler...
Siz olsanız korkmaz mısınız?
Bu hükümet ülkemizi bu duruma getirdi, pişkinlik aynen sürüp gidiyor.
Hesap vermesi gerekenler zeytinyağı gibi suyun üzerinde, başkalarını suçluyor!