AKP hükümetinin başarısız Suriye politikasının son hezimeti oldu Halep...
Ancak Türkiye açısından Halep’te yaşananlardan çok daha sıkıntılı günler kapıda...
Adeta “bağırarak gelen” bu tehlikeyi görmek için öncelikle Halep’te, Türkiye ile Rusya öncülüğünde varılan anlaşmaya bakmak gerekir.

- AKP hükümet üyelerinin ve yandaş basının “Halep’teki siviller tahliye ediliyor” açıklamalarıyla anlattıkları anlaşmayı, anlaşmanın diğer tarafı olan Rusya çok farklı ifade ediyor. Rusya’nın Halep anlaşması konusunda yaptığı tüm açıklamalarda “siviller” ifadesinin yerine “militanlar” alıyor. “Militanlar”, aileleriyle birlikte tahliye ediliyorlar Halep’ten...

- Ankara’nın deyimiyle “siviller”, Rusların tabiriyle “militanlar” Halep’ten tahliye edilip, kuzeye, Türkiye sınırına çok daha yakın bölgelere yerleştiriliyor. En revaçta olan yer İdlib... Bu kentin özelliği ise hem ABD’nin, hem Rusya’nın “terörist” ilan ettiği El Nusra’nın “başkenti-karargahı” olması...

- Halep anlaşmasının bir başka unsuru ise Putin’in de açıkladığı üzere, tahliye edilenlerin yanlarına “hafif silahlarını” da almaları... Tahliye sonrasında o hafif silahların “nerede ve ne amaçla kullanılacağı” meçhul...

- Şimdi soru şu; Halep’ten çıkarılan ve sayıları binlerle ifade edilen o hafif silahlı “sivil-militanlar” ne olacak? Bir olasılık, bunların Fırat Kalkanı’na yönlendirilmeleri. Ancak tahliye edildikleri bölgeden, Fırat Kalkanı operasyon bölgesine geçebilmeleri için önce Hatay üzerinden Türkiye’ye girip, Kilis üzerinden yeniden Suriye’ye sokulmaları gerekiyor. Konvoy halinde mi, küçük gruplar halinde mi? Bu da ikinci soru...
Ve üçüncü soru; bu “sivil/militanlar” arasında Suriyeli olmayan, Batı’dan, Rusya’dan hatta Çin’den gelen pek çok kişi bulunuyor. Türkiye, Fırat Kalkanı operasyonunda bu yabancıları da sürecek mi?

- Suriye’de Rusya destekli rejim, başından beri ifade ediyor: Amaç sadece Halep’i değil tüm Suriye’ye kontrol altına almak. Ve her ne kadar AKP hükümeti İdlib’e geçenleri “sivil” diye tarif etse de, Rusya bunları en hafif deyimiyle “militan”, Esad yönetimi ise açıkça “terörist” olarak görüyor. Halep’te kontrolü sağladıktan sonra Rusya-İran-Esad üçlüsünün bir sonraki hedefinin İdlib’deki bu “militan/teröristler” olması olasılıklardan biri...

- İşte Ankara açısından da en büyük tehlike bu... Eğer Esad’ın ordusu, Rusların da desteğiyle İdlib’e, El Nusra’nın başkentine yürürse, Türkiye ne yapacak? Hem Halep’ten çıkarılan, hem de halihazırda İdlib’de bulunan El Nusra’cıları Türk askerleri mi koruyacak? Yoksa AKP hükümeti, Rusya ile yeniden karşı karşıya gelmemek için bu kişileri Türk topraklarına kabul mü edecek? Yıllardır savaşan, hem de kirli savaşan bu militanlar Türkiye’de nereye yerleştirilecek?

Bir başka olasılık ise AKP’nin bu kişileri Esad-Rusya-İran güçleri karşısında “kaderlerine terk etmesi” olabilir. Böyle bir durumda, bunların Türkiye’deki ideolojik destekçileri ne yapar? İntikam almayı düşünmez mi?

- İşin kötüsü, Rusya’yla yeniden karşı karşıya gelme ihtimali olmasına rağmen AKP hükümeti bir yandan da Moskova’yı dengeleyebilecek tek güç olan ABD/Avrupa’yı giderek uzaklaştırıyor. Üstelik, yandaş basının seçilmesinden büyük memnuniyet duyduğu ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’ın önceliği de “radikal İslami tehdit”; somuta indirgersek, tam da Türkiye’nin Suriye’de desteklediği cihatçı gruplar...

- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, daha sonra “milli dayanışmayı kast ettim” diye düzelttiği “Milli seferberlik ilan ediyorum” sözlerini bir de bu açıdan okuyun.
Milli seferberlik ilanı eğer yapılırsa, hükümete hak ve özgürlükleri tamamıyla askıya almaktan, vatandaşın malına da, emeğine de el koymaya kadar pek çok imkan sağlıyor.
Bir yanda PKK terörü, diğer yanda hâlâ tümüyle açığa çıkarılamayan FETÖ yapılanması...
Üzerine ya Rusya destekli Esad ordusuyla çatışma ihtimali ya da binlerce silahlı, savaş tecrübesi olan militanın Türkiye’ye girme ihtimali...
Hepsinin yanına da Türkiye’de konuşulmaya başlanan ekonomik kriz...
Alın size seferberlik hali gerektiren, Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu’nda ifade edildiği şekliyle; “gerginlik ve buhran dönemi...”
Suriye krizinin Türkiye’ye etkileri, tahmin ettiğimizden bile büyük olabilir. Tüm bu felaket senaryosundan tek çıkış ise Türkiye’nin yapılabilecek en kısa sürede, komşularının içişlerine karışmamayı en önemli öncelik olarak koyan, Atatürk’ün laik temelli dış politikasına dönmek...

AB ile ilişkilerde gözler Kıbrıs’ta...


Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkilerinde korkulan olmadı.
Ankara’nın sert çıkışlarına, Avrupa Parlamentosu’nun “üyelik süreci dondurulsun” kararına rağmen, Avrupalı liderler ilişkileri tamamen kesmekten kaçındı.
Avrupa diplomasisi yine en iyi yaptığını yaptı.
Diplomatik bir dil oyunuyla, gerçekte “dondurulan” üyelik sürecini, aslında “dondurulmamış” gibi gösterdi. AB Liderler Zirvesi’nden “yeni başlık açılmaması” kararı çıktı.
Kulislerde ise Avrupalı liderlerin, Avusturya gibi bazı üye ülkelerin ısrarla istedikleri o meşum adımı, üyelik sürecinin kesilmesi adımını atmadan önce bir beklentileri olduğu konuşuluyor. Bu beklenti, Kıbrıs’taki barış süreci...
Ada’da Türk ve Rum liderler arasında son dönemece giren barış görüşmelerinden çıkabilecek olumlu bir sinyalin, Türkiye-AB üyelik sürecine de olumlu katkı yapma olasılığını bekliyor Avrupalılar...
Son AB zirvesinin Türkiye açısından özeti bu...