Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sosyal medya organlarında kendisi ve ailesine karşı yapılan temel insan hakları ihlallerinin ortadan kaldırılmasına yönelik verilen mahkeme kararlarının uygulanmaması nedeniyle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.

Başvuru dilekçesinde, Başbakan Erdoğan ve ailesi hakkında, Twitter'da "BASCALAN" isimli profilden ses kayıtlarıyla ilgili tweet atıldığı, "ismailsaymaz" isimli hesaptan bireysel başvuru konusu montaj ses kaydının yayınlandığı Youtube linkinin paylaşıldığı belirtildi.

Emre Uslu'nun da kendisine ait Twitter hesabından montaj ses kaydını retweet ederek yaklaşık 400 bin takipçisine duyurduğu aktarılan dilekçede, Önder Aytaç ve Mehmet Baransu'nun da benzer paylaşımlarda bulunduğu vurgulandı.

Söz konusu kişilerle ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulduğu ve soruşturmanın sürdüğü belirtilen dilekçede, söz konusu içeriklerle ilgili Ankara Sulh Ceza Mahkemesine müracaat edildiği ve mahkemenin içeriklere erişimin engellenmesine karar verdiği, gereğinin yapılması için kararların Telekomünikasyon İletişim Başkanlığına gönderildiği ifade edildi.

Dilekçede, benzer bir videoyla ilgili Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesince erişimin engellenmesi kararı verildiği, bu video hakkında, seçim dönemi olması nedeniyle Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığına da müracaat edildiği ve Kurulun da yayına erişimin engellenmesini kararlaştırdığı bildirildi.

Mahkemelerin verdiği kararların büyük kısmının uygulanamadığı ve kararların infaz edilemediği vurgulanan dilekçede, "Müvekkil ve ailesine karşı yapılan 'temel insan hakları' ihlallerin ortadan kaldırılmasına yönelik verilen mahkeme kararlarının uygulanmadığı ve dolayısıyla hak ihlalinin devam ettiği açıktır. Bu nedenle mahkeme kararlarının uygulanmasına yönelik olarak Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapmak zorunluluğu hasıl olmuştur" ifadesi kullanıldı.

Başbakan Erdoğan'ın Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvurunun dilekçesinde, yargı kararlarına olan güveninin ağır şekilde zedelenmesinden kaynaklanan manevi zararlar gözetilerek, 50 bin lira manevi tazminat talebinde de bulunuldu.

"Savcılar Başbakan ve Bakanlar hakkında delil toplayamaz"
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvurunun dilekçesinde, mahkeme kararlarının uygulanamaması işlemine karşı idari yargı merciine müracaat edilmesinin etkili bir başvuru yolu olmadığı, dolayısıyla bu yolun tüketilmesinin gerekmeyeceğinin Anayasa Mahkemesinin daha önce verdiği bir karar nedeniyle aşikar olduğu ifade edildi.

Başvuru dilekçesinde, Erdoğan'ın, Başbakan ve bir vatandaş olarak haklarının ihlal edilmesi nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerine müracaat ettiği, mahkemelerin, birçok defa internet üzerinden yapılan haksız saldırıların durdurulması için karar verdiği belirtildi.

Mahkeme kararlarının uygulanamamasının Başbakan Erdoğan'ın kişilik haklarına yönelik hukuka aykırı saldırıların ve ağır ihlallerin devam etmesine, onurunun, telafisi güç ve imkansız bir şekilde zarar görmesine neden olduğu vurgulanan dilekçede, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının, söz konusu hesaplarla ilgili erişim engellemesinin teknik olarak uygulanamadığı ve mahkeme kararlarının hayata geçirilemediğini beyan ettiği aktarıldı.

Dilekçede, "Anılan işleme karşı idari yargı merciine başvurulmasının etkili bir başvuru yolu olmadığını, dolayısıyla bu yolun tüketilmesinin gerekmeyeceği Anayasa Mahkemesinin daha önce verdiği bir karar nedeniyle aşikardır. Bu yola gidilmesi halinde, bahsi geçen 'yargı kararının yerine getirilmesi ve kişilik haklarının ve bu hakkın özünü teşkil eden insan onurunun korunmasına yönelik işlemlerin yapılması amacının sağlanması konusundaki belirsizliğin sürmesi karşısında ihlali ve olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmak bakımından, bu sürecin etkili ve erişilebilir nitelikte bir koruma sağladığının söylenemeyeceği ve böylece başvurucuların idare mahkemesine başvurmalarının etkili bir yol olmadığı sonucuna ulaşıldığı' Sayın Mahkemeniz tarafından başka bir bireysel başvuru müracaatında verilen kararla hüküm altına alınmıştır" denildi.

Erdoğan ve ailesi hakkında iftira nitelikli, hakaret içeren, özel hayatın gizliliğini ihlal eden ve suç oluşturan videoların yayınlanması ve Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesinin üç kararı ile YSK kararında belirtilen URL adreslerine erişimin engellenmesi kararı verilmiş olmasına rağmen TİB tarafından bu kararın uygulanamamasının Anayasada güvence altına alınan kişi hak ve hürriyetlerine ilişkin ilkelere aykırı olduğu vurgulandı.

"Hazırlık soruşturmasında Başbakan ve Bakanlar hakkında iletişim denetlenemez"
Başbakan Erdoğan'ın avukatı aracılığıyla Anayasa Mahkemesine verilen başvuru dilekçesinde, Anayasa, TBMM İç Tüzüğü ve Ceza Muhakemesi Kanunu gereği, cumhuriyet savcılarının hazırlık soruşturmasında Başbakan ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında delil toplayamayacakları, iletişimi denetleyemeyecekleri belirtildi.

Cumhuriyet savcılarının görev ve yetkilerinin ilgili kanunlarda açıklandığı hatırlatılan dilekçede, Anayasa'nın 98. maddesinde "Meclis soruşturması"nın nasıl yapılacağının düzenlendiği, bu yetkinin mutlak ve yalnızca TBMM'ye ait olduğu, hiçbir organ ve kuruma devredilemeyeceği ifade edildi.

Feyzioğlu'nun "Meclis Soruşturması" yayınından alıntı
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu'nun "Meclis Soruşturması" yayınından alıntı yapılan dilekçede, Başbakan ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 2/1-f bendindeki "soruşturma" evresi olan suç şüphesinin öğrenilmesinden itibaren iddianamenin kabulüne kadar geçen sürede cumhuriyet savcılarının hiçbir görev ve yetkisinin bulunmadığı bildirildi.

Dilekçede, Başbakan ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında Anayasanın 100. maddesinde düzenlenen, Meclis soruşturması görev ve yetkisinin bir yasama faaliyeti değil, adli bir faaliyet olduğu ifade edildi.

Anayasa Mahkemesinin, Enerji ve Tabii Kaynakları eski bakanları hakkında Yüce Divan sıfatı ile verdiği kararda da doktrinde ve uygulamada TBMM'nin Yüce Divana sevk kararına kadar geçen süreç hazırlık soruşturmasına, Yüce Divana gönderme kararının ise iddianameye benzetildiği aktarıldı.

Dilekçede, cumhuriyet savcılarının yürüttükleri soruşturmalar sırasında, Başbakan ve Bakanlar kurulu üyeleri hakkında yaptıkları tüm delil toplama girişimlerinin suç teşkil ettiği gerekçesiyle haklarında şikayette bulunulduğu hatırlatıldı.

Dilekçede, 17 Aralık ve 25 Aralık 2013 tarihlerinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekilliğince başlatılan "Yolsuzluk ve rüşvetle ilgili soruşturma" iddiası adı altında darbe yapma amaçlı girişim sonrası, basın yayın organlarında ve medyada daha soruşturmanın başladığı ilk dakikalardan itibaren birçok görüntü ve bilginin servis edildiği aktarıldı.

Bir kısım cumhuriyet savcıları, kamu görevlileri veya bunlarla hareket eden kişilerin, Başbakan'ın sürekli görüştüğü kişileri, ailesinin tüm fertlerini ve bulunduğu ortamları doğrudan ve dolaylı yoldan dinlediklerinin ortaya dökülen evraklardan ve ses kayıtlarından anlaşıldığı kaydedildi.

'Hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürme' hakkı ihlal edilmiştir"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvurunun dilekçesinde, "Müvekillim Sayın Başbakan'ın Anayasamızın metnine dahil olan başlangıç kısmındaki 'hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürme hakkı ihlal edilmiştir" denildi.

Başbakan Erdoğan hakkında bir örgüt faaliyeti kapsamında usulsüz iletişimin tespitlerinin amacının hükümeti yıkmak olduğu belirtilen dilekçede, usulsüz yöntemlerle yapılan iletişimin tespiti, dinlenmesi kayda alınması, sahte ve montajlarla yeni ses kasetleri oluşturulmasının Türk Ceza Kanununun ilgili maddeleri gereğince suç oluşturduğu belirtildi.

Usulsüz dinlemelerle elde edilen ses havuzundaki konuşmalardan montaj ve/veya taklit yoluyla oluşturulan bu sahte konuşma kayıtlarının sosyal medyada yayılmak suretiyle bir kamuoyu oluşturulmak istendiği ifade edilen dilekçede, hükümeti devirmek için sayılan fiilleri işleyen şüpheliler hakkında şikayette bulunulduğu hatırlatıldı.

Başbakan Erdoğan'ın Anayasanın başlangıç kısmındaki, "Hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürme" hakkının ihlal edildiği de vurgulanan dilekçede, şunlar ifade edildi:

"Başbakan'a yapılmış ve ağırlığı günden güne artar şekilde halen devam etmekte olan, insan onurunu ayaklar altına alır mahiyetteki saldırılarla ilgili Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından verilen 19 Mart 2014, 28 Mart 2014 ve 15 Nisan 2014 tarihli kararlarının, TİB'in 16 Nisan 2014 tarihli yazısında da görüleceği üzere, halen infaz edilememesi durumu karşısında, ilgili Anayasa hükümleri yanında, sadece insan onurunun korunmasına ilişkin Anayasal ilke ve yükümlülük çerçevesinde bile Sayın Mahkemenizin gerekli tedbir ve kararları ivedilikle alması zaruretini getirdiğine şüphe bulunmamaktadır.

İnternet ortamının kendine has özelliği nedeniyle bu saldırıların daha geniş kit­lelere yayılması ve başkalarıyla paylaşımı daha kolay ve hızlı olması nedeniyle, Başbakanın kişilik haklarını ve insan onurunu ortadan kaldırır mahiyetteki haksız saldırıların, telafisi güç veya imkansız zararlara yol açtığını ve bu zararların an be an arttığını, bu itibarla Sayın Mahkemenizin ivedilikle buna son verir nitelikte bir karar almasının da Anayasal bir zorunluluk olduğunu belirtmekte zaruret bulunmaktadır."

-"Emredici düzenlemeyle korunan kişilik hakkı ihlal edildi"

Dilekçede, Başbakan Erdoğan'ın Anayasa'nın 12. maddesinde yer alan "Herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilemez, vazgeçilemez temel hak hürriyetlere sahip olduğuna ilişkin emredici düzenleme ile korunan kişilik hakkının" da ihlal edildiği aktarıldı.

Erdoğan'a yapılan telafisi güç ve imkansız zararlara yol açan, insan onurunu ayaklar altına alana saldırılar ve bu saldırıların durdurulması için verilen Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 19 Mart 2014 tarihli kararın halen infaz edilmediği belirtilen dilekçede, "Bu durum karşısında, Anayasamızın 12. maddesinde düzenlenmiş bulunan kişilik haklarının ihlal edildiği, bu hakların neredeyse bütünüyle ortadan kaldırıldığı gerçeği karşısında, somut durumun belirtilen Anayasal hükmü ihlal ettiğine ve Sayın Mahkemeniz tarafından bu durumu ortadan kaldırıcı karar ve tedbirlerin ivedilikle alınması gerektiğine şüphe bulunmamaktadır" denildi.

Dilekçede, "Müvekkilim Sayın Başbakan'a yapılan haksız saldırı ile Anayasa'nın 14. maddesinde ifade edilen 'Anayasa hükümlerinden hiçbiri, devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz' şeklindeki emredici hükmü ihlal edilmiştir" ifadesi kullanıldı.

"Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması" başlıklı Anayasanın 14. maddesinde ifade edilen emredici kuralın, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasıyla ilgili çizilmiş sınırların, kesin ve hayati önemde olduğuna şüphe bulunmadığı belirtilen dilekçede, söz konusu hüküm incelendiğinde, Anayasada mevcut hiçbir hak ve hükmün, devlete veya kişilere, anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesine imkan tanıyacak şekilde kullanılmasına müsaade edilmeyeceğini, hiçbir anayasal hükmün bu şekilde yorumlanamayacağını, çok kesin ve son derece net bir şekilde hüküm altına aldığı vurgulandı.

Bu emredici ve kesin düzenlemeden hareketle, Başbakan'a yapılan ve kişilik haklarını, insan onurunu adeta ortadan kaldırıp yok eden eylem ve işlemlerin, "düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti", "düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma", buna bağlı olarak "haber veya görüş alma ve verme" özgürlüğü yahut kişilik haklarını ve insan onurunu yok eder mahiyetteki hukuka aykırı saldırlar için kullanılan mecra, site ve platformların basın yayın organları olmadığına ve somut saldırıların basın hürriyeti kapsamında değerlendirilemeyeceğine hiçbir şüphe bulunmadığı bildirildi.

Dilekçede, "Konunun basın hürriyeti çerçevesinde ele alınması durumunda dahi, Anayasa'nın 14. maddesindeki hükmün, somut saldırı ve hukuka aykırılığın mahiyeti dikkate alındığında, kişilik haklarını ve tüm Anayasal hakların temelini teşkil eden insan onurunu ortadan kaldırır niteliği ve yaygınlığı hususları dikkate alındığında, mezkur mahkeme kararının infazının sağlamasına yönelik kararın ivedilikle verilmesinin, Sayın Mahkemenizin ve saygıdeğer üyelerinin korumaya yeminli olduğu Anayasamızın ve ilkelerinin korunması için atılacak önemli adım olacağına şüphe bulunmamaktadır" ifadesine yer verildi.

Başbakan Erdoğan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1. maddesinde ve Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen "maddi ve manevi varlığının korunması" hakkının ihlal edildiği belirtilen dilekçede, Anayasanın ilgili maddelerinde düzenlenen kişilik haklarına ilişkin hükümlere yer verildi.

Devletin, insanın kişiliğini koruyabilmek ve geliştirebilmek amacıyla hem kendinden hem de üçüncü kişilerden kaynaklanan ve Anayasal düzen içinde dayanağı olmayan müdahaleleri engellemesi gerektiğinin altı çizilen dilekçede, demokratik bir düzende devlete düşen görevin, kişinin hürriyetlerini garanti altına almak ve onuruna saygı göstermek olduğu vurgulandı.

Suç isnadı içeren ve hakaret teşkil eden yersiz ifadeler kullanılarak hazırlanan videolar ile Başbakan'ın onuruna saldırıda bulunulduğu belirtilen dilekçede, "Türkiye Cumhuriyeti'nde Başbakan olarak halkına hizmet eden müvekkilimle ilgili onur kırıcı ifadeler kullanılmıştır. Manevi varlığına yapılan bu saldırının sonlandırılması talebiyle yapılan başvuru sonucu alınan kararın Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından uygulanamaması, uluslararası belgeler ve Anayasayla güvence altına alınan temel insan hakları ile ilgili devlet korumasının gerçekleştirilmediği anlamına gelmektedir" değerlendirmesinde bulunuldu.

Müvekkilimin yasal olarak hiçbir dayanağı olmayan bir dinlemeye maruz bırakılmış olması bu dinlemeler neticesinde elde edilen ses kayıtları üzerinde montaj yapılarak çeşitli sitelerde yayınlanması müvekkilimin şeref ve haysiyetine yapılan bir saldırıdır. Müvekkilim hem kişisel olarak saldırıya uğramış hem de Başbakanlık makamını temsil eden müvekkilimin siyasi makamına da saldırıda bulunulmuştur"

"Açıkça 'özel hayatın gizliliğinin' ihlalidir"
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvurunun dilekçesinde, "Müvekkilimin yasal olarak hiçbir dayanağı olmayan bir dinlemeye maruz bırakılmış olması, bu dinlemeler neticesinde elde edilen ses kayıtları üzerinde montaj yapılarak çeşitli sitelerde yayınlanması müvekkilimin şeref ve haysiyetine yapılan bir saldırıdır. Müvekkilim hem kişisel olarak saldırıya uğramış hem de Başbakanlık makamını temsil eden müvekkilimin siyasi makamına da saldırıda bulunulmuştur" denildi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın avukatı Ali Özkaya tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan bireysel başvuru dilekçesinde, Erdoğan'ın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 8. maddesinde ve Anayasa'nın 20. maddesinde düzenlenen "özel hayatın gizliliği" hakkının ihlal edildiği belirtildi.

Anayasa'nın 20. maddesindeki, "Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz" hükmüne atıfta bulunulan dilekçede, bu ilkenin ihlalinin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 134. maddesine göre suç sayıldığı vurgulandı. Madde 134'e göre kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimsenin hapis cezası ile cezalandırılacağı, gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde ise cezanın bir kart artırılacağının düzenlendiği anımsatılan dilekçede, özel yaşama ait elde edilen kayıtların başkalarına verilmesi veya başkalarının bilgi edinmeleri hali ya da yayın yolu ile açıklanmasında ise özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun ağırlaşmış şeklinin oluştuğu vurgulandı.

Kişinin özel hayatına ilişkin görüntü veya seslerin hukuka aykırı olarak ifşa edilmesinin ayrıca suç olarak tanımlandığı, bu ifşanın da hukuka aykırı olması gerektiği belirtilen dilekçede, "Yani, özel hayata ilişkin ses veya görüntü kayıtlarının, savcılığa veya mahkemeye verilmesi, duruşmada görüntülerin izlenmesi veya seslerin dinlenmesi halleri suç sayılmaz" ifadesi kullanıldı.

Avukat Özkaya, müvekkili Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı olduğunu hatırlatarak, "Müvekkilimle ilgili herhangi bir şekilde iletişimin denetlenmesi ve dinleme yapılabilmesi hukuken mümkün değildir. İç Tüzüğün 107 ve devamı maddelerinde de 'Başbakan veya bakanların cezai sorumluluğu gerektiren fiillerinin görevleri sırasında işlendiğinden bahsedilmesi, hangi fiillerinin hangi kanun ve nizama aykırı olduğunun gerekçe gösterilmek ve maddesi de yazılmak suretiyle belirtilmesi zorunludur' amir hükmü getirilmiştir. Anayasanın 100. ve İç Tüzüğün 107. maddesi gereğince, 'Başbakan ve Bakanların görevleri sırasında işledikleri suçlardan' bahsedilmiş ve hiçbir istisna konulmamıştır" değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu'nun "Meclis Soruşturması" adlı kitabında Başbakan ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki soruşturma evresine ilişkin detaylı bir çalışma bulunduğu belirtilen dilekçede, "Açıklamalardan anlaşılacağı üzere müvekkilimin telefon konuşmalarının cumhuriyet savcılarının talimatı ile dinlenilmesi hiçbir şekilde mümkün olmayıp tamamen hukuka aykırıdır ve casusluk niteliği taşımaktadır. Üstelik müvekkilimin ses kaydının alındıktan sonra bunlar üzerinde montaj çalışmaları yaparak itibarını zedelemeye yönelik girişimlerde bulunulmuş olması ayrıca suç teşkil etmektedir. Sayın Başbakan'nın şahsına yönelik bu tür iftiralarla kamuoyu nezdinde saygınlığına zarar verilmek istenilmiştir. Her ne kadar başarılı olunamasa da müvekkilimin ses kaydının montajlanarak servis edilmesi açıkça 'özel hayatın gizliliğinin' ihlalidir" denildi.

AİHS'in ilgili maddeleriyle özel ve aile hayatına, konuta ve haberleşmeye saygı gösterilmesi hakkı bulunduğuna dikkat çekilen dilekçede, AİHS'nin 8. Maddesinin 2. fıkrasında da "Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabilir" hükmünün bulunduğu vurgulandı.

Özel hayatın gizliliğinin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile de korunduğu belirtilen dilekçede, bu uluslararası metinlerin ilgili hükümlerine yer verildi.

Dilekçede, 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu'nun 19. maddesinde, kişilerin özel hayatına açıkça haksız müdahale sonucunu doğuracak bilgi veya belgelerin, 21. maddesinde, özel hayatın gizliliği kapsamında, açıklanması halinde kişinin sağlık bilgileri ile özel ve aile hayatına, şeref ve haysiyetine, mesleki ve ekonomik değerlerine haksız müdahale oluşturacak bilgi ve belgeler ile 22. maddesinde, haberleşmenin gizliliği esasını ihlal edecek bilgi ve belgeler bilgi edinme hakkının ve kanunun kapsamı dışında tutulduğu vurgulandı.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 24. maddesinde ise hukuka aykırı olarak kişilik haklarına saldırılan kimsenin, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebileceği ifade edilen dilekçede, şunlar kaydedildi:

"AİHM'in bu bağlamda verdiği bir kararında, telefon dinlemeye imkan veren bir kanunun varlığı bile, bu imkanı kullanan kişilerin denetimi ile ilgili bir hüküm içermediğinde 8. madde'nin ihlali anlamına gelebilir. AİHM, Halford-Birleşik Krallık davası kararında (25 Haziran 1997, Başvuru No. 20605/92, Reports 1997-III, paragraf 56) Klass davası kararında getirilen çözümü hatırlatmıştır.

Mahkeme, yukarıda bahsedilen Klass ve diğerleri davasında, başvurucuların haberleşmesinin ve telefon görüşmelerinin yetkililer tarafından gizli olarak izlenmesini mümkün kılan ve başvurucuların kendilerine karşı bu tür uygulamaların yapılıp yapılmadığını bilmesine imkan tanımayan mevzuatın, başvurucuların 8. madde (madde 8) kapsamındaki haklarına müdahale anlamına gelip gelmediğini değerlendirmiştir. Mahkeme, 'söz konusu kanunun sadece varlığı ile bu kanunun uygulanabileceği kişiler için posta ve iletişim hizmetleri kullanıcıları arasında haberleşme özgürlüğüne kaçınılmaz olarak zarar verecek bir izlenme tehdidi içerdiği ve böylelikle başvurucuların aile ve özel hayatına ve haberleşmesine saygı gösterilmesi haklarına karşı ' kamu otoritesinin bir müdahalesi' anlamına geldiğine' hükmetmiştir (s. 21, paragraf 41)."

-"Herkes yaşadığı toplumun onurlu ve saygın bir bireyidir"

Anayasa Mahkemesine sunulan dilekçede gerek uluslararası hukuk gerekse Türk adalet mevzuatında özel hayatın korunmasıyla ilgili birçok düzenlemeye yer verildiğine işaret edilerek, "Özel hayatın korunmasının nedeni bu hakkın şeref ve haysiyet hakkı ile yakın ilişki içerisinde bulunmasıdır. Kişinin şeref ve haysiyeti neden korunuyor ise özel hayat hakkı da bunun için korunur. Herkes yaşadığı toplumun onurlu ve saygın bir bireyidir. Özel hayat hakkının korunmasının temelinde 'insan onuru' kavramı yer almaktadır. Bireysel başvurumuzun amacı bu kapsamda değerlendirildiğinde daha net ortaya çıkmaktadır" denildi.

Dilekçede, "Müvekkilimin yasal olarak hiçbir dayanağı olmayan bir dinlemeye maruz bırakılmış olması, bu dinlemeler neticesinde elde edilen ses kayıtları üzerinde montaj yapılarak çeşitli sitelerde yayınlanması müvekkilimin şeref ve haysiyetine yapılan bir saldırıdır. Müvekkilim hem kişisel olarak saldırıya uğramış hem de Başbakanlık makamını temsil eden müvekkilimin siyasi makamına da saldırıda bulunulmuştur" görüşüne yer verildi.

Objektif bir değerlendirme yapıldığında hükümetin başı olan ve demokratik toplumun gereği olarak kendisine oy veren milyonlarca insanı temsil eden Başbakan Erdoğan'ın itibarının sarsılmaya çalışıldığı aktarılan dilekçede, "Müvekkilim toplum nazarında rencide edilmeye çalışılmış, insanlık onuruna müdahale edilmeye kalkışılmış, Başbakanlık saygınlığına zarar verme amacı güdülmüştür" ifadesi kullanıldı.

Dilekçede, Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesinin Başbakan Erdoğan lehine verdiği bir kararın infaz edilmemesinin hem uluslararası hukuk hem de mevzuata aykırı bu saldırıların devamına göz yummak anlamına geldiği ve bu durumun hukuk devleti ilkesine aykırılı teşkil ettiği belirtildi.

-"Müvekkilim Sayın Başbakanın 'haberleşme hürriyeti' ihlal edilmiştir"
Başbakan Erdoğan'ın kişinin temel haklarından olan "haberleşme hürriyeti'nin ihlal edildiği vurgulanan dilekçede, şunlar ifade edildi:

"İnsan haklarını düzenleyen uluslararası belgelerde, kişinin haberleşme hak ve özgürlüğüne sahip olduğu öngörülmüş, bu hakkın tanınması ve korunmasının gerekliliği belirtilmiştir. Demokratik toplumlarda insan haklarını korumakla yükümlü olan devlet, demokratik hukuk devleti olmanın bir gereği olarak bu hakları anayasasında kabul eder ve bu hakkı korumaya ilişkin kanuni düzenlemeler yapar, cezai normlar yaratır. Bu bağlamda Anayasamızın kişinin hakları ve ödevlerini düzenleyen ikinci bölümünde özel hayatın gizliliği ve korunması başlığı altında haberleşme özgürlüğü hüküm altına alınmıştır. Anayasal bir hak olan haberleşme özgürlüğünün korunması ise haberleşme özgürlüğüne yapılacak müdahalelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda suç olarak düzenlenmesi suretiyle sağlanmıştır.

Özel hayatın gizliliği, haberleşmenin gizliliğine dokunulmasını kapsar. Bir başka deyişle haberleşme özgürlüğü, daha geniş bir kapsama sahip olan özel hayatın dokunulmazlığının bir yönünü oluşturur. Bu nedenle haberleşme özgürlüğü Anayasada özel hayatın gizliliği ve korunması kapsamında düzenlenmiştir. Haberleşmenin gizliliğini ihlal suçu (TCK madde 132) da aynı yönde 5737 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 'Kişilere Karşı Suçlar' kısmının dokuzuncu bölümünde düzenlenmiştir."

Dilekçede, AİHS ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile "haberleşme özgürlüğü" hakkına saygı gösterilmesi gerektiği belirtilerek, AİHM'in "Haberleşmeye Saygı Hakkı"nın ihlali nedeniyle yapılan bir başvuruda, gizli izleme bağlamında telefon dinlemesi yapılabilmesinde "hukuka uygun olma" şartı getirildiği aktarıldı.

Anayasa'nın 100. maddesi ve İç Tüzüğün 107 ve devamı maddeleri uyarınca Başbakan Erdoğan'ın telefonunun gizli olarak dinlemeye tabi tutulabilmesinin de hukuken mümkün olmadığına değinilen dilekçede, "İç hukukumuzda Başbakanın iletişiminin dinlenilmesine imkan veren bir düzenleme söz konusu değildir. Yukarıda yer verilen AİHM kararına baktığımızda ağır suçların soruşturması sırasında gizli dinleme yapılmasının hukuka uygun olduğu belirtilmiş ancak bu hallerde dahi 'demokratik toplum için zararlı sonuçlar doğurabilen kötüye kullanma tehlikesine karşı güvenceler içermesi gerektiği' savunmuştur. Hal böyle iken, AİHM kararlarında benimsen ilkeler doğrultusunda değerlendirildiğinde, müvekkilimin gizli dinlemeye tabi tutulmasının uluslararası hukuk kurallarına açıkça aykırılık teşkil ettiği görülmektedir" denildi.

Haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunun TCK'nın "Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar" bölümünde düzenlendiği anımsatılan dilekçede, bu suçlarda genel olarak özel yaşamın Anayasanın 20'nci, özel olarak da "haberleşme özgürlüğü'nün Anayasa'nın 22'inci maddeleriyle korunduğuna işaret edildi. Dilekçede, "Haberleşmenin aile üyeleri arasında gerçekleşmiş olması halinde aile yaşamının da dolaylı olarak korunduğu söylenilebilir. Dolayısıyla müvekkilimin telefon konuşmalarının dinlenilmesi suretiyle haberleşmenin gizliliğinin ihlal edilmesiyle sadece Anayasanın 22. Maddesindeki haberleşme özgürlüğüne değil, Anayasanın 'hukuk devleti ilkesi', kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ve düşünce özgürlüğü hükümlerine de aykırılık söz konusu olmaktadır" görüşüne yer verildi.

Dilekçede, Başbakan Erdoğan'a yapılan saldırının çok süratli bir şekilde durdurulmaması halinde Anayasanın "düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" başlıklı 26/2. maddesindeki "başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir" amir kuralının ihlal edileceği ve bunun neticesinde devlete ve Başbakan Erdoğan'a telafisi mümkün olmayan zararların ortaya çıkacağı vurgulandı.

Anayasa Mahkemesine sunulan dilekçede şu görüşlere yer verildi:

"Müvekkil Sayın Başbakana karşı devam eden ağır saldırılar ve bunun neticesinde ortaya çıkan telafisi güç ve imkansız mahiyetteki hak ihlalleri nedeniyle, gerek Sayın Müvekkilin yukarıda detaylıca açıklanan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sıfatı ve bu sıfat dolayısıyla sahip olduğu haklar, gerekse Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı sıfatıyla sahip olduğu haklar dolayısıyla yukarıda yer verilen Anayasamızın 26. maddesinde ifadesini bulan milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, kişilerin şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının korunması ilkeleri gereğince, kişilik haklarını ve insan onurunu yok eder mahiyetteki hukuka aykırı saldırlar için kullanılan mecra, site ve platformların basın yayın organları olmadığına ve somut saldırıların basın hürriyeti kapsamında değerlendirilemeyeceğine hiçbir şüphe bulunmamakla birlikte, bir an için basın organları kullanıldığı ve konunun basın hürriyeti çerçevesinde ele alınması durumunda dahi, yukarıda ifade edilen Anayasanın 26. maddesindeki hüküm çerçevesinde, sınırlamaya tabi tutulabileceği, hatta bu sınırlamanın yapılmasının bir zaruret olduğuna şüphe bulunmamaktadır."

Basın özgürlüğünün de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılma araçlarından birisi olduğu belirtilen dilekçede, basın özgürlüğünü güvence altına alan ulusal ve uluslararası hukuk kurallarına yer verildi.

"Basın özgürlüğü de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü gibi mutlak ve sınırsız değildir" denilen dilekçede, basının özgür olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesinin de şart olduğu vurgulandı.

Anayasa ile koruma altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile basın hürriyetinin Anayasanın 13. maddesindeki koşullara uygun olarak, bu maddelerde belirtilen sebeplerle sınırlandırılabileceğine değinilen dilekçede, Anayasa'nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların ancak kanunla yapılabilir ve demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz olduğu vurgulandı.

Dilekçede, ifade özgürlüğüne yönelik sınırlamalar konusunda devletin ve kamu makamlarının takdir yetkisine sahip olduğu ancak bu takdir alanının da Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi bulunduğu belirtilerek, şunlar kaydedildi:

"Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk, ölçülülük ve öze dokunmama kriterleri çerçevesinde yapılacak denetimde genel ya da soyut bir değerlendirme yerine, ifadenin türü, şekli, içeriği, açıklandığı zaman, sınırlama sebeplerinin niteliği gibi çeşitli unsurlara göre farklılaşan ayrıntılı bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Öze dokunmama ya da demokratik toplum gereklerine uygunluk kriterleri, öncelikle ifade hürriyeti üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. İşte işbu başvurumuz konusu müvekkilin kişilik hakkı ve onun özünü teşkil eden insan onurunu yok etmeye yönelik saldırlar ile ilgili olarak, Anayasa Mahkememizin çok yeni vermiş olduğu iki bireysel başvuru olan B.No:2013/2602, 23/1/2014 ve B.No:2014/3986, 2/4/2014 nolu başvurular neticesinde vermiş olduğu kararında belirtilen, özü ihlal edilen müvekkil kişilik hakkının korunması için tedbirin son çare olması koşulunu taşımakta olup, Anayasa Mahkememizin daha önceki kararlarında belirtmiş olduğu husus ve gerekçelerle uyumlu olarak, taleplerimize uygun bir şekilde karar verilmesi zarureti, hukukun bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır."

-"Youtube'un faaliyetleri basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez"
Dilekçede, mahkeme kararı ile içeriğinin çıkarılması talep edilen ancak gerçekleştirilmeyen, URL biçiminde erişimin engellenmesi de mümkün olmayan, hukuka aykırı içeriği servise sunan yer sağlayıcı "Youtube"un Türk mevzuatına göre bir yetkilendirilmesinin olmadığı, Türkiye'de ofisinin bulunmadığı, Türkiye'den elde etmiş olduğu gelirlerinin vergilendirmesinin yapılamadığı, Türk kanunlarının ve Türk mahkemelerince verilmiş olan kararların gereğini yerine getirmediği ve bu özellikleri göz önünde bulundurularak söz konusu yer sağlayıcı tarafından yapılan faaliyetlerin basın faaliyeti olarak değerlendirilmesinin mümkün bulunmadığı vurgulandı.

Youtube'un faaliyetlerinin basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirtilen dilekçede, şöyle denildi:

"Basın Kanununda kişilik haklarını korumaya yönelik cevap ve düzeltme hakkı, sorumluların bilinirliği ve yasal sorumluluklarının dahil olduğu basın kurumlarının tabi olduğu bazı özel düzenlemeler ve kuralların mevcut olmasına rağmen, söz konusu firmaların Türkiye'de yasal bir temsilciliğinin ve yetkilendirmesinin bulunmadığı, dolayısıyla yukarıda belirtilen basın kurumları ile ilgili düzenlemelerin gereğini yerine getirmediği, bu bağlamda, kendisinden bir basın kurumu olarak söz edebilmenin ve bu firma üzerinden yapılan yayınların basın yayını olarak değerlendirilmesi hukuken mümkün olamayacağını da hususiyle ifade etmekte zaruret bulunmaktadır. Yeri gelmişken, yukarıda ifade edilen mahkeme kararı ve TİB yazısında bahsi geçen internet sitesinin, pek çok internet sitesinden biri olduğu, bahsi geçen karar ve yazıların sadece bu site ile ilgili olduğunun ve bu site üzerindeki hukuka aykırı içeriğin saklandığı URL adreslerine erişiminin engellemesi ile ilgili olduğunun ve Sayın Mahkemenizin B.No:2014/3986, 2/4/2014 Sayılı kararında belirtildiği üzere, İnternet modern demokrasilerde başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılması bakımından önemli bir araçsal değere sahip bulunduğunun ve İnternetin sağladığı sosyal medya zemini kişilerin bilgi ve düşüncelerini açıklama, karşılıklı paylaşma ve yaymaları için vazgeçilmez nitelik taşıdığının, bu nedenle düşünceyi açıklamanın günümüzde en etkili ve yaygın yöntemlerinden biri haline gelen internet ve sosyal medya araçları konusunda yapılacak düzenleme ve uygulamalarda devletin ve idari makamların çok hassas davranmaları gerektiği konusunda taşıdığımız hassasiyeti özel olarak ifade etmek isteriz."

-"Mahkeme kararlarının yerine getirilmesinin geciktirilememesi" ilkesi ihlal edilmiştir
Dilekçede, Anayasanın 36. maddesinde ve AİHS'nin 6. maddesinde yer alan adil yargılama hakkı kapsamında Anayasanın 138. maddesinde düzenlenen "mahkeme kararlarının yerine getirilmesinin geciktirilememesi" ilkesinin ihlal edildiği aktarıldı.

Anayasanın 138. maddesinin 4. fıkrasında "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez" hükmünün düzenlendiği belirtilen dilekçede, kesin bir mahkeme kararının zamanında icra edilmesi hususunun AİHS'nin 6. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirildiği vurgulandı.

Anayasa kurallarının, buyurucu ve bağlayıcı temel hukuk kuralları olduğuna işaret edilerek, mahkeme kararlarının geciktirilmeden yerine getirilme zorunluluğu bulunduğu ifade edilen dilekçede, "İnsan hak ve özgürlüklerini, sosyal adaleti, toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve güvence altına almayı amaçlamış demokratik bir hukuk devletinde, açıklanan Anayasa ve yasa kurallarına rağmen bir mahkeme kararının getirilmemesi düşünülemez. Yargı kararlarının uygulanmaması en başta hak arama özgürlüğünü anlamsız hale getireceği gibi Anayasanın ve hukukun bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesine de ters düşmektedir" denildi.

AİHM'nin mahkeme kararlarının uygulanmasına yönelik verdiği kararlardan örneklerin yer aldığı dilekçede, yine AİHM'nin nihai bir kararın infaz edilmemesine ilişkin olarak verdiği bazı kararlardan örneklere atıfta bulunuldu.

Dilekçede, Başbakan Erdoğan hakkında çeşitli sitelerde yer alan videolar hakkında erişimin engellenmesi kararları verildiği hatırlatılarak, mahkeme kararlarının değişik tarihlerde Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'na (TİB) tebliğ edildiği, TİB'in kararı uygulayamaması üzerine kararın önemli kısmının hayata geçirilemediği, bu nedenle ihlalin sürdüğü belirtildi.

Ayrıca "twitter.com" adlı internet sitesine erişimin engellenmesi yönündeki TİB kararının kaldırılmasına dair yapılan bireysel başvuruda, Anayasa Mahkemesi'nin 2 Nisan 2014 tarihli kararı ile idari yargı mercileri önünde dava açılmasının tüketilmesi gerekli etkili bir yol olmadığı gerekçesiyle doğrudan yapılan bireysel başvuruların kabul edilebilir olduğuna karar verdiği hatırlatıldı.

Dilekçede, aynı nedenden dolayı TİB'in mahkeme kararını uygulamama kararına karşı idari yargı yoluna başvurmaya gerek görülmeden Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapma zorunluluğunun doğduğu vurgulandı.

Yerel mahkemenin söz konusu kararının uygulanması ile ilgili tüketilmesi gereken etkin bir idari veya yargısal yolun bulunmadığının kabulü gerektiği ve bu nedenle de Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuruya ilişkin hükümleri ışığında, inceleme yapılarak esastan karar verilmesi gerektiği kaydedildi.

Dilekçede, Başbakan Erdoğan'ın Anayasa ve AİHS kapsamındaki temel insan haklarının ihlal edildiği belirtilerek, Erdoğan'ın, yargı kararlarına olan güveninin ağır şekilde zedelenmesinden kaynaklanan manevi zararları gözetilerek 50 bin lira manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi talep edildi.