Themis Araştırma Şirketi, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü adına, 2016’da, 11-16 Mayıs tarihleri arasında bir araştırma yaptı. Koray Yücel’in yönettiği bu araştırma, İstanbul’un 15 ilçesinde yaşayan toplam 1283 seçmen ile yüz yüze görüşülerek gerçekleştirildi. Amaç, siyasi gündeme ilişkin ve yaşam biçimi ile ilgili tercihlerin hangi yönde şekillendiğinin tespit edilmesiydi.
Ankette, farklı sorular söz konusu; fakat benim dikkatimi çeken, “Hangi inanç sistemi size uygun” sorusuna verilen cevaplardaki çıkan sonuç. Oranlar şöyle: Kendisini ateist olarak tanımlayanlar % 6,6; “Allah’a inanıyorum, peygamberlere inanmıyorum” diyenler % 5,3... Müslümanım diyenler % 86,9; Hristiyan % 0,7; Musevi % 0,5.
Konda’nın 2010’da yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’deki ateist oranı % 2,3 iken; bu oran 2015’te 2,9’a yükselmiş. Themis’in araştırmasına göre, İstanbul’u baz alırsak, bu oran iki kat artmış durumda. Buna deistleri de katarsak, İslam’a inanmayanlarda ciddi bir yükselme söz konusu.
Anketler; ateist, deist ve agnostiklerin eğitim seviyelerinin oldukça yüksek olduğunu gösteriyor. Yüzde 72 üniversite, yüzde 17 yüksek lisans veya doktora, yüzde 7 lise mezunu. Bu rakamların üzerinde durulması gerekir! Mesele sadece bu da değil; inanan eğitimli gençlerimizle konuştuğumuzda fark ediyoruz ki dini alanda zihinlerinde cevap bulmamış onlarca soru var. Kimileri araştırmayı tercih ederken, kimileri “beklemeye” alıyor.

SORUN NEREDE?

Laik bir ülkeyiz ve hukuk devletiyiz. İnsan hakları ve özgürlükler temelinde ele alınması gereken inanç, dinin içinde de özgürlükler alanı. Ayet açık: “Dinde zorlama yoktur.”
Ancak şu soruyu sormak durumundayız: İnançsızlık neden yükseliyor? Bu durumda, insanları dinden uzaklaştıran faktörleri tespit etmek gerekir. Dinsiz ailelerin çocukları dinsiz oluyor diyerek, ucuz polemiklerle bir yere varılmaz. Aksine, ateistlerin yüzde 84’ü Müslüman ailelerde yetişmiş. O zaman soralım; bu sonuç Müslümanların yaşam biçimlerinin bir sonucu mudur? Siyaset ve sosyal hayatta dindar kimliklerin sergiledikleri tutum, buna zemin hazırlıyor mu? Reddediş, aklî ve bilimsel nedenler içeriyorsa, bu takdirde, rasyonel bir İslam düşüncesi neden oluşturulamadı?

YAPILAN HATALAR

Bir imam hatipli olarak, hakkaniyet adına, her şeyden önce şu tespiti yapmak durumundayım: Eğitim kurumları arasında eşitsizlik yaratıldı. Yani, imam hatiplilerin ve üniversitelerde ilahiyat fakülteleri mezunlarının, tercihte öne geçmeleri, diğer birim mezunları arasında sosyal ve iş hayatına katılım açısından adaletsizliğe yol açtı. AKP’nin kurucu isimlerinden Ayşe Böhürler, bir röportajında “...cv’sinde imam hatip mezunu olduğunu gördüğümüz için birini bir göreve getirdiğimiz zaman kaybetmeye başladık” diyerek bunu itiraf etti. Yıllarca cemaatlere tanınan ayrıcalık ise ortada... KPSS’de çalınan soruları hatırlayalım. Dolayısıyla, inançsızlıktaki bu yükseliş, bu tutuma karşı bir tepki olarak anlaşılabilir. Adaleti, liyakati, merhameti yok etmek, İslam’ı yok etmek demektir. Din tam da bunlardır çünkü.
İkincisi, okuyan nesiller sorguluyor. Sorgulamak, aklın düşüncesidir. Dolayısıyla okuyan nesil din ile muhatap olduğu zaman, dinin, doğrudan sorgulayan kişinin aklına hitap etmesi gerekir. Fakat şu anda din, akla hitap etmekten ziyade, daha çok, efsaneleştirme biçiminde sunuluyor; televizyonlarda, camilerde akıl almaz hikayelerle ve anekdotlarla anlatılıyor. Artı magazinleştiriliyor. Bu kabul edilebilecek bir durum değildir.

ÜMİT VERMEYEN GÖRÜNTÜ

Diğer taraftan sorgulamalar neticesinde ortaya çıkan sorulara, Kur’an’ın yeni yorumlarıyla cevap verilmesi lazım gelir, bunun önü ise kapalı. Biz hâlâ, içtihat kapısını kim kapattı sorusuyla meşgulüz. Geçmiş yüzyıllardaki âlimleri putlaştıran hocalar nakilciliğe dört elle sarılmış vaziyetteler. Nakilcilik ellerinden alınsa bir şey konuşamayacaklar. Bunun farkında olan ve çözüm arayan ilahiyatçıların ve felsefecilerin nasıl ötekileştirildiği ise malumun ilanı. Hülasa yeni sorulara ve sorunlara, yaşadığı kafa karışıklığı yüzünden cevap veremeyen bir İslam dünyası ile karşı karşıyayız. Bu da arayış içinde olanları, büyük bir boşlukta bırakıyor.
Bir başka husus, İslam’ın dünyadaki görünme biçimi, medeni ve ilerlemeci bir görünme biçimi değil. Müslümanların birlik ve beraberlik içinde olmayan halleri; dünyada liste başı terör örgütlerinin Müslüman ülkelerden çıkması; keza bu ülkelerdeki; zengin fakir, yönetici yönetilenler, alt doku üst doku arasındaki uçurumlar, yönetim biçimleri (demokrasiyle yönetilen İslam ülkesi yok) zihinleri bulandırıyor; ümit vermiyor.
Ezcümle, iddialarımıza elimizde delil olması lazım; inanç bir hafifleme aracı değildir; varoluşun tüm ağırlığını hissettirmeli bize. “Allah katında, gerçek din İslam’dır” ayetine iman ediyoruz. Müslümanım diyen, siyasetçisinden entelektüeline her bireyin mensup olduğu bu yüce dine sorumluluğu vardır. Aksi takdirde mi? Tehlike çanları çalıyor!