2000’li yılların ilk yarısı...
“Gıda Terörü” deyimini günlük Türkçemize yerleştiren haberler yapıyoruz.
Günün birinde, ürünlerinin ambalajında “El değmeden tam otomatik makinelerde imal edilmiştir” yazan bir işletmeye gittik. Bir de ne görelim? El değmeden çalışıldığı söylenen gıda imalathanesi adeta bir hurda deposu görünümünde değil mi? Her şey kir, pas içinde, hijyen deseniz sıfır! Sarmaşık gibi iç içe geçmiş örümcek ağları bir duvardan diğerine, adeta  halat kalınlığında uzanıyor!..
(Bu duruma hiç şaşırmıyorum. Çünkü geçmişte,  Türkiye Milli Prodüktivite Kurumu Başkanı olan kişinin Anadolu’ya bisküvi üretimi yapan Topkapı’daki fabrikasının denetimi sırasında, farelerin üç dört kiloluk bisküvi kutularıyla birlikte kaçtığını görmüş gazeteciyim!..)
Neyse, yetkililer bu ürkütücü durumu tutanağa geçirirken işletme sahibi, “Defolun buradan, benim ve çalışanlarımın namusumuzla kazandığımız ekmeğimizle oynamayın” diye bağırmaya başlıyor. Denetim görevlileri kendisini sakinleştirmeye çalışırken, bu kez el değmeden üretilmiş (!) pekmez dolu litrelik şişelerden birini açıp lakır lakır içmeye başlıyor.
Sonra da hepimize dönüp,”İşte gördünüz, eğer bozuk mal üretseydim, burada düşüp ölürdüm” diyor.
Böylece adamın gıda teröründen anladığının “şak diye ölmek” olduğu ortaya çıkıyor!
Yani ona göre;  insan o anda ölürse gıda terörü vardır, bir şey olmazsa yoktur!..


* * *

Sadece o mu?
Aynı zihniyeti,  zeytini bir an önce siyahlaştırmak amacıyla kanserojen tekstil boyaları kullananlarda, zeytin havuzlarına paslı demir atanlarda, kansere neden olduğu bilinen aflatoksinli pul biberlerin sağlığa zarar vermediğini kanıtlayabilmek için kameraya göstererek avuç avuç yiyenlerde, lokum çekmecesini açıp, fare pisliklerini eliyle araladıktan sonra aldığı lokumu afiyetle mideye indirenlerde de gördük!..
Hepsi aynı savunmayı yapıyordu:
“Gördünüz mü, bir şey olmadı!..”

* * *

İşin daha da üzücü yanı, bu ürkütücü bilinçsizliğe, gıda terörünü önlemekle görevli bazı yetkililerde de tanıklık etmemizdi!
Örneğin bir ilimizdeki en üst düzeyde sorumlu bir kişi, biraz önce değindiğim kanserojen zeytin üretimini alışkanlık haline getiren işyerlerine yapılacak denetim öncesinde herkese haber vermiş “Uğur Dündar gelecek, önlemlerinizi alın” demişti.
Adamlar da teftiş hazırlığını öylesine abartmışlardı ki, traktör sürücüsüne bile bone ve eldiven taktırmışlardı!
Bizim muhabir de bıyık altından gülerek sormuştu:
“Siz traktörü hep böyle mi kullanırsınız?..”
- Evet, yüzde 90 böyle kullanırız!..


* * *

Bir başka çarpıcı örnek:
Fabrika yurtdışına şekerleme ve çikolata çeşitleri gönderiyordu.
Ama ham madde deposu, son kullanım tarihi geçtiği için piyasadan toplandıktan sonra kırılarak yeniden üretilmeye hazırlanmış çikolata yığınlarıyla dopdoluydu.
Üstelik yola açılan depo kapısının altında 4-5 parmaklık boşluk bulunuyordu.
Sanırım fareler gelsinler ve bol bol çikolata ve kakao yağı yesinler diye böylesi uygun görülmüştü!
Bunlar tutanağa geçirilirken fabrika sahibi denetim yetkilisine her türlü hakareti yapmakla yetinmemiş bir de tekme tokat dövmeğe kalkmıştı!..
Bir başka yerde de bu kez bana palayla saldırılmıştı!..
Adam jandarmanın önünde avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
“Boğazını alırım senin lan!..”

* * *

Zihninize “her yer böyle mi” sorusunun takılacağını  ve paniğe kapılabileceğinizi düşündüğüm için hemen belirteyim:
Müsterih olun. Son derece hijyenik ortamda ve neredeyse el değmeden, laboratuvar koşullarında  üretim yapılan işletmeler de var. Ben reklam olmasın diye onların isimlerini vermiyor, bilinçli tüketiciler olarak buraları araştırıp bulma görevini sizlere bırakıyorum.

* * *

Hatırlarsınız.
AIDS paniğinin tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de doruğa çıktığı günlerdi.
Bir gece, ARENA ekibinden sevgili Mine Özbek’i müşteri bekler görünümde sokağa çıkarmış, güvenlik önlemlerini de aldıktan sonra kendisine yaklaşanları izlemeye başlamıştık.
Mine cinsel amaçla araçlarına davet edenleri  uyarıyor ve HIV virüsü taşıdığını söylüyordu.
Cevap hemen hemen aynıydı:
“AİDS’ten kim korkar abla? Sen gel, bize bir şey olmaz!..”

* * *

Sevgili Soner Yalçın’ın değerli kitabı “Saklı Seçilmişler”den ve medyaya yansıyan haberlerden anlıyoruz ki, o yıllardan bu yana, gıda terörü cephesinde değişen bir şey yok!
Terör sürüyor, hatta katlanarak devam ediyor.
Nedeni ortada:
“İnsan şak diye ölmüyor!.. Bize bir şey olmuyor!..”

sozcu-banner-1