Sirkeci yönünden gelip Kocamustapaşa’da (Samatya) duran akşam trenlerinin getirdiği yolcular telaşla evlerinin yolunu tutarlarken, kundura tamircisi Takvor Usta, dükkanını çoktan kapatmış ve trompetiyle Eddie Calvert’in unutulmaz “Cherry Pink And Apple Blossom White-Kirazın Pembe ve Elmanın Beyaz Bahar Çiçekleri”ni çalmaya başlamış olurdu.
Takvor Usta bu şarkıyı çalarak, gelip geçenlere baharın başladığını müjdelerdi.
Bahar sadece trompetin çok ötelerden bile duyulan büyüleyici sesiyle değil, Samatya’ya özgü kokularla da gelirdi.
Baharda deniz, yosun, kurutulmuş uskumru (Çiroz), midye tava ve ızgara balık kokuları semtin denize bakan tüm sokaklarına doluşurdu.
Bu işaretler, daracık sokaklar, ikişer üçer katlı cumbalı ahşap evler ve Rumlar’ın taş yapılarından oluşan semtte, şenlikli günlerin de başlaması anlamına gelirdi.

* * *

Bereket habercisi o günlerde, Marmara’daki, Hayırsız ve İmralı adaları arasında kalan alanda zıpkınla kılıç avlamaya çıkacak balıkçılar son hazırlıklarını yaparlar ve en küçüğü 40-50 kilo gelen balıkları yakalayabilmek için gerekli donanımları tamamlarlardı.
Teknelerin yıpranarak çatlamış ve yosun kaplamış boyaları kazınır, sonra özenle macunlanır, kuruyunca da yeniden boyanıp gelinlik kızlar gibi süslenirdi. Kılıç avcıları ayrıca sandalların burnuna bir direk ilave ederler, su üstüne çıkarak uyuyan avlarına sessizce yaklaşmalarını sağlayacak yelkenleri onarırlar ve zıpkına bağlı ipleri elden geçirirlerdi.
Baharın ilkyazla buluştuğu, denizin sanki tül perdeyle örtülmüş gibi dingin bir görünüm aldığı günler geldiğinde de yelkenler basılır, tekneler peş peşe puslar içinde kaybolan ufka doğru açılırlardı.
Biz Samatya’nın gençleri de onların dönüşlerini merakla beklerdik.

* * *

İşte Hafız’ı, o şenlikli günlerin birinde Samatya Deniz Spor Kulübü’nün yazlık bahçesinde tanıdık.
Adını kimse bilmiyordu. Nereden geldiğini ve niçin “Hafız” denildiğini de.
Saçı sakalı birbirine karışmış, 60-65 yaşlarında zayıf, ama sevimli yüzlü biriydi. Evsizdi. Yelkenleri rengarenk bezlerle yamanmış harap bir teknede, kendisi gibi evsiz olan ve hiç konuşmayan bir kadınla yaşardı. Barınaktaki balıkçılar teknesini sevabına boyarlar, yelkenlerini tamir ederek kılıç avına çıkacak hale getirirlerdi.
Ama o hiç ava çıkmaz, arada bir keyfe geldiğinde, yanık sesiyle türküler söylerdi. Belki de “Hafız” denilmesinin nedeni o yanık sesiydi...

* * *

Herkese, hatta yoldan gelip geçenlere bile, dev bir kılıç vurduğunu, ama tam tekneye çıkarmak üzereyken zıpkını ve ipleri kopararak kaçtığını anlatırdı. Rivayete göre olaydan çok etkilenmiş ve bir süre Bakırköy Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde tedavi görmüştü. Taburcu olup semte döndükten sonra da adı “Deli Hafız”a çıkmıştı!..
Çok onurlu biriydi. Kimseden yardım istemez, para vermeye çalışanları terslerdi. Para almamakta direnen esnafa ve müşterilerin göremeyeceği bir köşede zorla yemek yediren lokantacılara “Bedava değil ha... Bu sene öyle bir kılıç yakalayacağım ki, size olan tüm borçlarımı ödeyeceğim gibi, geriye param bile kalacak” derdi.

* * *

Hiç unutmuyorum, fırtınayı andıran sert poyrazın köpüren iri dalgalarla denizi beyaza boyadığı bir ilkyaz günü, hiç konuşmayan sevgilisiyle el ele, kulübün bahçesine geldi.
Bahçenin ortasındaki bir sandalyenin üstüne çıkarak “Biliyorum bana inanmıyorsunuz... Hatta arkamdan ‘Hafız delidir, ne söylese yeridir’ diyerek dalga geçiyorsunuz ama sözümü tutacağım, dev kılıç balığını getirip burada sergiledikten sonra herkese olan borcumu kapatacağım” diye bağırmaya başladı.
Çay içip sohbet edenlerin “Aman Hafız yapma etme, bu havada denize sakın çıkma, kimse senin hakkında böyle konuşmadığı gibi herkes çok seviyor. Ayrıca hiçbirimizin senden tek kuruş alacağı yok...” demelerine aldırmayıp doğru kıyıya koştu.
Akşama doğru, balıkçıların engelleme çabalarına karşın, ufka yelken açtığı haberi geldi.

* * *

Hafız ve sevgilisi ertesi gün dönmediler.
Sonraki gün de...
Hiç dönmediler!..
Haftalar sonra duyduk ki; biri kadın diğeri erkek iki ceset, Kapıdağı yakınlarında karaya vurmuş.

* * *

Önceki akşam, yürüyüş yaptığım sokaklardaki bir evde Eddie Calvert’in o şarkısı çalıyordu.
Buğulu gözlerle eski Samatya’yı, Hafız’la sevgilisinin onurlu yaşam uğruna yitip gidişlerini hatırladım.
Siyaset okumaktan bıktığınızı biliyorum. Bu hazin öyküyü o nedenle yazdım...


plusbanner2x