Türkiye onu “Atatürkçü İlahiyatçı Yazar” olarak tanıyor. 1999 yılından bu yana Din ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni olarak çalışıyordu... Yeni Akit Gazetesi tarafından hedef gösterilip, görevden alınıncaya dek ! Uzak bir ilin uzak bir ilçesine atanan ve hakkındaki soruşturmanın tamamlanmasını bekleyen Cemil Kılıç’la son kitabı “İslam’a Kurulan Pusu-Kur’an ile Aldatmak”ı konuştum.

Son kitabınız “İslam’a Kurulan Pusu” da Hazreti Muhammed’den “Bir devrimci” olarak söz ediyorsunuz.

Her toplumda kurulu düzen belli bir süre sonra tıkanıklıklara yol açar. Yeni bir ses o tıkanıklığı zorlar ve düzeni değiştirmeye çalışır. Hazreti Muhammed’in hareketi de böyledir, İslam devrimci bir harekettir, temel şiarı
olan “La ilahe illallah” da ana fikridir. “Allah’tan başka ilah, Allah’tan başka otorite kaynağı yoktur, O’ndan başkasına itaat etmeyiz” demektir. Peki o ilahlar kimdi ? Deniyor ki “Putlar, totemler vardı...” Oysa doğru değil, o
totemler, o putlar, gerçekte var olan başka ilahların birer sembolüydü. Mesela Ebu Leheb, Ebu Süfyan, Ebu Cehil’in... O totemler bu ve benzeri isimlerin toplumsal meşruiyet kaynağı idi. Hazreti Muhammed’in “La ilahe illallah” derken “Bir”lemek istediği şey aslında “Halkın ta kendisi” idi.

Eşitsizlik o kadar yaygınlaşmış ki, eşitliksizlere karşı siz “La ilahe illallah” diyorsunuz. Bu eşitsizliklere çarpan, onları paramparça eden bir devrim cümlesidir, bir haykırıştır bu. İşte budur İslam’ın devrimci karakteri.

TEOLOJİK ZEMİN HAZIRLANDI

Kitabınızda bir de “İçsel Allah”tan söz ediyorsunuz. Devrimci kimliği ile İslam, toplumda bu “İçsel Allah”ı mı hakim kılmaya çalışıyor?

Tam da bu. O günün sultanları, kralları, kendilerini meşru kılabilmek için şöyle bir teolojik zemin inşa ettiler : “Tanrı çok uzaklarda, ulaşılamaz. O çok uzaklardaki Tanrı’nın yakınlardaki temsilcisi olarak bizler varız: Allah’ın yeryüzündeki gölgeleri.” Bu bazen bir Sultandır, Halifedir, bazen Padişah olur, bazen Şeyh, bazen tarikat liderleri; uzaklardaki Tanrı adına kendi egemenliklerini hakim kılmaya çalışan güç odakları. Çünkü egemen İslam’da Tanrı’ya itaatin yolu, Sultan’a itaatten geçiyor. Nitekim İslam Uleması tartışmış “Zalim Sultan’a itaat kadar isyan da mümkün mü ?” Zalim de olsa Müslüman bir Sultan’a isyan edemezsiniz.
Sabredeceksiniz ve itaat edeceksiniz.

Anlattığınız şekliyle itaat hiyerarşik bir ilişki, ama benim içselleştirdiğim İslam’da asıl mesele teslimiyet...

Özlem Hanım “Mü’min” ne demek biliyor musunuz ?

“İnanan” demek değil mi?

Asıl olarak “Güvenen ve güvenilen” demektir Arapçada. Ben “Mü’minim” demek, “Allah’a güveniyorum, o da bana güveniyor” demek. Yatay bir ilişki yani. Somut örnek verelim; Hazreti Muhammed diyor ki “Sofra kurduğunuzda, kölelerinizle birlikte oturun.” Muhammed bugün söylemiş olsa şöyle diyecekti “Bir holding patronu ile işçi aynı sofrada yiyecek.” Bugün bile uygulayabiliyor muyuz bunu ?

Kitapta “dinci ile dindar” arasındaki farkı da anlatıyorsunuz. Bugün bazı İmam Hatipli gençler “Deizm”e kaydılar, biliyoruz...

Okuyoruz, idealize ettiğimiz Kur’an-ı Hazreti Muhammed’in sözlerini, din ve dindarlık adına yaşananlara bakıyoruz bir de, büyük bir çelişki. Hazreti Muhammed’in anlattığı “İçsel Allah” halkın içinden koparıldı, uzak bir yere konuldu ve peygamberin vefatından sonra Cahiliye Dönemi deyim yerindeyse hortladı!


“ISLAM’I ANLAMAK IÇIN TÜRKÇE KUR’AN” KITABINI YAZDI

Cemil Kılıç, 1975 İstanbul doğumlu. Küçükköy İmam Hatip Lisesi’ni ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. 2001 yılında da Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. “İslam’ı Anlamak İçin Türkçe Kur’an” adlı
meal çalışması da dahil yayınlanmış 9 kitabı bulunmaktadır. Mayıs 2018 itibariyle “İslam Bu, Muhamedi İslam” adlı kitabı yayımlandı.

"ATATÜRK, YENİLİĞE ENGEL OLAN DİN ANLAYIŞINI REDDETMEKTEDİR"

Diyanet Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet aydınlanmasının en uygar yapılarından biri değil miydi ?

Ona bakarsanız bütünsel anlamda devletin kendisi Atatürk’ün kurduğu devlet olmaktan çıktı. Devletin rayından çıkması yanında Diyanet’in rayından çıkması nedir ki...
Mustafa Kemal’in reddettiği din, reddedilmesi gereken bir dindi hakikaten de... İşte bugün Cübbeli Ahmet gibilerin, şifa ayetleri, muskalar yazıp, büyü yapıp, Kur’an’ı bir “tılsım kitabı” gibi gören, “şu kadar ayeti
şu kadar sayıda okursan şu hastalığa iyi gelir” dedikleri din. Her türlü yeniliğin önüne engel olan bir din.

Bu Diyanet ya Atatürk’ün kurduğu haline dönmeli ya da acilen kapatılmalıdır.

Peki Şeriat’ı ve ona bağlı olarak İslam’da kadın konusunu ne yapacağız ?

İslam tarihine baktığımızda Ulema dediğimiz kişilerin arasında bir tane bile kadın yok, tamamı erkek. Kadın düşmanlığı biraz da Osmanlı’daki egemen İslam anlayışının fetvalarından gelmiştir. Avrat Arapçadır,
Kadın Türkçedir. Kadın İslam öncesi Türk toplumunda “Katun, hatun”dan gelir, “Kraliçe, hanın yanındaki kişi” demektir. “Avrat” Arapça’da “Ayıp” demek, “Utanılacak şey” demek. “Bu benim ayıbım” demek avrat. Kendi
çocukluğumdan hatırlıyorum. Sinop Gerze’de Sünni bir Türkmen köyünde büyüdüm ben, 30 yıl önce kadın ve erkek asla birbirinden kaçmazdı, selam verir, sohbet ederdi. Ama sonra tarikatlar cemaatler girdi köylere,
vaazlar verdiler, yanlış bir anlayışı yerleştirdiler ve buna da yolu Diyanet açtı. O Anadolu Müslümanlığı dediğimiz, kadını dışlamayan, erkekle aynı ölçüde eşit görmeye çalışan anlayış yıkıldı maalesef.

ŞİRK DÜZENİ YENİLDİ

Bugün siyasal İslam büyük bir başarısızlığa uğradı... Peki “yenilen” kim ?

Şirk düzeni yenildi, müminler kazandı. Şu anda bakın Türkiye’ye, mazlum taraf kimdir, zulme uğrayan kimdir, işte müminler onlardır. Düşüncelerinden dolayı hapse gidenler kimler? Özgürlükleri, ekonomik hakları ellerinden alınanlar kimler? Kimlerin sesi kesiliyor ? Bir buna bakalım bir de kimler birden zenginleşmiş, buna bakalım... Gadre uğrayanlar, mazlumlar kazanıyorsa, müminler kazanıyordur, iman oradadır çünkü.

Kitabınızdaki terminoloji ile söylemek gerekirse...

Dinciler kaybetti, dindarlar kazandı Ama bunları konuşmak biraz zaman alacak, çünkü “din yorgunu” bir toplum haline geldik. Kur’an’da der ki “fitne kalkıp din yalnızca Allah’ın oluncaya kadar kafirlere karşı savaşın.” Kafirlere karşı savaşın demek “sömürüye, zulme, emperyalizme karşı savaşın” demektir. Kim bunların bir parçası ise küfrü ve kafiri orada aramamız lazım. Yoksa ki “Namaz kılmadı, oruç tutmadı” kafirlik orada
değildir. Kafirlik “emekle, insan hakları ile” anlamlandırılmalıdır.

ALLAH UZAKLARDA DEĞİL VİCDANDADIR

Kitabınızda “İslamiyet’te akıl hakim kılınmıştır” diyorsunuz ?

Gerici çevreler manasını anlayamadıkları için “Hakimiyet milletindir” sözüne karşı “Hakimiyet Allah’ındır” sözünü öne çıkarırlar. Bu gerçekten acınası ve gülünç bir çaba. Çünkü Kur’an’ın ve Hazreti Muhammed’in
anlattığı şekliyle “Hakimiyet milletindir” dediğinizde aslında “Hakimiyet Allah’ındır” demiş oluyorsunuz. Ne diyor Kur’an’da “İnsana şah damarından daha yakınız”. O zaman bu Allah uzaklarda değil, içimizde. Vicdanımızda.

DİN, EŞİTLİK TALEBİDİR

Kitabınızda diyorsunuz ki; “Yoksullukla mücadele etmeyen hiçbir yaklaşım İslami olamaz.” Kesinlikle olamaz hem de. Osmanlı tarihindeki isyanların temelinde de bu direniş vardır, ekonomik temelli
derler ama zaten din dediğimiz şey de ekonomik temellidir. Din tamamen ekonomiktir, bu kadar cesur söylemek gerekir bunu, eşitlik talebidir din. Ama bugün “Yoksulluk devam etmezse biz zekat ibadetimizi nasıl
yapacağız” denilecek kadar rezil bir noktaya geldik...