Levent Kırca, ışıklar içinde yatsın; sağ olsaydı oyun yazar, oynar ve mi­zaha getirip “verem mikrobu bile bu aymazlığı yapmaz­dı” derdi. Makine Mühendisi Mesut Ertetik bana şu mektubu gönderdi:

“... Samsun Sanat Okulu’nda okurken freze tezgahı hocamız Mehmet Kırca (Levent Kırca’nın babası) çok özel bilgisi ve çok yaman öğretme becerisi olan öğret­menimizdi. Bütün trigonometri, geometri hesaplarını ve teknik resim bilgilerini bize o öğretti. O yıllarda (1950’li yıllar) Karadeniz Bölgesi’nin tamamında bir tek freze tezgahı bizim Samsun’daki sanat okulumuzda vardı. Hocamız, son sınıfta hastalandı. Onu Heybeliada Sanator­yumu’na gönderdiler. Biz öğrencileri Hey­beliada’ya ziyaretine gittik. Hocamız, “Ah çocuklar.... Buraya bir freze tezgahı koysam, freze us­tası olmak isteyen çok hasta arkadaş var burada....” demişti....”

★★★

Verem hastanesi.

Freze tezgahı.

Ne ilgisi olabilir?

Heybeliada Sanatoryumu 1924 yı­lında ilk Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam’ın, 50 bin TL gibi çok az bir parayla bir pro­fesör ve bir uzmanı görevlendirmesiyle kurulmuş, kısa zaman­da tam teşekküllü araştır­ma hastanesi haline gelmişti. Hem yok­sulluğa savaş açmış Türkiye’nin vereme yakalanmış insanlarını sağlığına kavuşturu­yor, hem de hastane­ye mesleksiz gelmiş hastaları meslek sahibi yapmayı da görev ediniyordu. Ayakkabı­cı, çorapçı, fotoğrafçı kursları açtı. Hastalar tedavi olurken bir yan­dan da meslek öğren­miş olarak taburcu olu­yorlardı. İşte Mehmet Kırca Öğretmen’in öğrencilerine “buraya bir freze tezgahı koysam....” coş­kusu Cumhuriyetin yarattığı bu birlikte başarma arzusundan geliyordu. Hastane­nin tarihini yazan Başhekim Dr. İsmail Gökçe’nin “Heybeli­ada Sanatoryumu, Kuruluşu ve Geli­şimi” adlı kitabında Dünya Salık Teşkilatı (WHO)’nın hastane­yi dünya ölçüsünde başarılı ilan ettiğini ve o yıllarda sanatoryumu ziyarete gelen WHO müşavirlerinden Dr. Donald. R. Thom­son’nun “verem olsam da bu hasta­nede yatsam...” di­yerek başarıyı hay­ranlıkla ifade ettiğini yazıyor.

★★★

Böyle bir hastane!

Şöyle yok edildi:

2002 yılında AKP iktidara geldi, devlet hastanelerini öldür­me, özel hastane sahiplerini destekleme yolunu seçti. 2005 yılında “yeterli hasta yok ve deniz yoluy­la ulaşımı zor” diye kapatıldı. Deneyimli hekim, hemşire, sağlık çalışanı dağıtıldı. Deprem yemiş binalar sahipsizliğe terk edildi.

2009 yılında yandı.

Yandı mı?

Yakıldı mı?

Kimse ilgilenmedi.

★★★

Adalarda tam te­şekküllü bir hastane kalmamıştı. Adalar Belediyesi’nin yeni seçilen Belediye Baş­kanı Erdem Gül, sa­natoryumu yeniden ayağa kaldırıp tam teşekküllü hastane yapmak için başvurdu.

Cevap bile verme­diler.

Koruma amaçlı plan yapıldı.

1/5000 ölçekliydi plan.

Doğal SİT alanı, orman alanı, özel koşulu alan kapsamlarına alındı ve burada sadece “sağlık tesisi yapılabilir” şartı kondu. Fakat 2017 yılında, kim dava açtı, niçin dava açtı, amacı neydi bilinmeden koruma alanı planını mahkeme iptal etti. Ve hemen ardından Dünya’da eşi bulunmaz bu güzel tabiat parçası içindeki yıkık binalarıyla Sağlık Bakanlığı’ndan alındı, Maliye ve Hazine Bakanlığı’na devredildi.

Dünya’da korona patladı.

Türkiye’yi de fena vurdu.

24. Dönem Mil­letvekili Umut Oran, Heybeliada Sanatoryumu’nu pandemi hastane­si yapalım” önerisi getirdi.

Öneriye sağır oldu­lar.

Kör, kör baktılar.

Atatürk Havalimanı’nın 2 milyar dolara mal olmuş pistini yıkıp, üstüne kaça mal olduğu açıklanmayan hastane yaptılar. Maliye Bakanlığı da kendi mülkiyetine geçmiş Heybeliada Sanatoryumu binalarının üzerinde bulunduğu parseli, kim akıl ya da emir verdiyse ona uyup Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsis etti. Diyanet İşleri Başkanlığı şimdi, “eğer burası pandemi hastanesi yapılacaksa ben arsayı ve binayı geri veririm” demeye başladı.

★★★

Levent Kırca yaşasaydı.

Aymazlığın oyununu yazar.

Mizaha getirir.

Oyunun adını “verem mikrobu bile bunu yapmazdı.” koyardı.