Gazetecilik mesleği her zaman zordu ama AKP döneminde daha da zorlaştı.

AKP’li yetkililere bakarsanız, Türkiye’de basın özgürlüğü Avrupa’dan bile ileride...

Muhteremler bunu söylerken sanıyorum, yandaş ve yalaka medyayı düşünüyorlar. Yandaş medyanın muhalefete saldırması, CHP’ye, İYİ Parti’ye, Saadet Partisi’ne küfür ve hakaret etmesi serbest... Hem de sonuna kadar!

Onların anladığı basın özgürlüğü bu!

Fakat iktidara dokunmak yok!

İktidara çatmadığın sürece her şey serbest!

★★★

Düzgün ve dürüst medyanın sivri kalemleri eleştirilerini biraz sertleştirir, belgeleriyle yolsuzluk filan açıklarlarsa soluğu hapiste almaları mukadderdir!

Katiller, hırsızlar, soygun ve yolsuzluk yapanlar, çıkarılan yasa ile serbest bırakıldı ama gazeteciler bu yasanın kapsamı dışında bırakıldı.

Peki, adalet mi bu?

Böyle bir durum, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı ama “Anayasa-babayasa” takan yok… Nitekim yerel mahkeme Enis Berberoğlu hakkındaki “hak ihlali” kararını tanımadı ve âdeta “Anayasa Mahkemesi’ni dinlemiyor ve kararımda ısrar ediyorum!” dedi.

Ülkemizin adaletine bakar mısınız?

Hiçbir demokratik ülkede yüce mahkemeyi dinlememek gibi bir ilkellik olamaz!

★★★

Hain ve haşin saldırılara dayanamayan Fatih Portakal, mesleğinin zirvesinde iken Fox Haber’i bırakmak zorunda kaldı.

İktidarın baskısı, yandaşların tehditleri, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” iddialarıyla açılan ceza davaları, tazminat talepleri, çiftliğinde yapılan aramalar, evinin üzerinde uçurulan ve “drone” denilen insansız hava araçlarının yarattığı korku Fatih Portakal’ı yıprattı ve yıldırdı.

Fatih Portakal, böyle ağır bir baskı olmasaydı en verimli çağında ve en çok izlenen haber sunucusu iken, mesleğini bırakır mıydı? Böyle bir şey mümkün olabilir miydi?

İnsan doğasına ve eşyanın tabiatına aykırı bir şey bu!

Bu arada Fatih Portakal’ın yerine gelen Selçuk Tepeli’nin muhalefette Fatih Portakal’ı aratmadığını belirtmeliyim.

★★★

İsmail Küçükkaya, Fox TV’de Fatih Portakal’ın ikizi gibiydi… En önemli programlara beraber çıkmışlar, seçim geceleri omuz omuza birlikte görev yapmışlardı...

İkisi de büyük başarılara imza atmıştı...

Fatih Portakal gitti, İsmail Küçükkaya direniyor...

Peki, korkmuyor mu?

İsmail kardeşimiz yazdığı “Fikri Hür, Vicdanı Hür” adlı son kitabında “Korkuyorum” diyor ve ekliyor:

“Evet, korkularım var ama, bu meslekte korksan da dik duracaksın, boyun eğmeyeceksin. Özgür yayın yaptığım sürece işimin başındayım!”

★★★

FOX TV’de “Çalar Saat” programıyla 8 yıldır izleyicilerin karşısına çıkan İsmail Küçükkaya’nın yazdığı “Fikri, Hür, Vicdanı Hür” adlı kitap, Türkiye’nin son 20 yılının incelemesini yapıyor.

 Ülkemizdeki medya, toplum ve siyasetteki kutuplaşma...

 Siyasetin bağımsız medya üzerindeki ağır baskısı...

 İktidar kanadının, medya kurumlarının yüzde 90’ını kontrol eder hale gelmesi...

 İşsiz ve tutuklu gazeteci sayısının rekor düzeye ulaşması...

 Ve Türkiye’nin gerçekleri anlatılıyor.

★★★

İsmail Küçükkaya şöyle diyor:

“Her zaman fikri ve vicdanı hür gazeteciliği ortaya koymaya çalıştım. Büyük önder Atatürk’ün bizden beklediği de buydu. Gazeteci, herhangi, bir lidere ya da siyasiye, tarikat ve cemaat liderine biat etmemeli!

 Ülkemizin bağımsız medyası büyük baskı altında...

 FOX’a cezalar kesiliyor...

 SÖZCÜ’ye kamu reklâmları verilmiyor...

 Bağımsız medyanın patronları ceza ile yıldırılmaya çalışılıyor...

 Halk TV 5 gün kapatılıyor...

Her geçen gün şartlar ağırlaşıyor...

★★★

Peki, bu ahval ve şerait altında ne yapılmalı?

Bizler, ne olursa olsun demokrasiyi, savunmaya devam etmeli miyiz?

İsmail Küçükkaya “Benim patronum halktır. Ben emri ve talimatı halktan alırım!” diyor.

“Türkiye’yi baskı ortamından kurtarmanın reçetesi, ‘Kurucu Cumhuriyet değerlerine geri dönmektir.’

Ulus olarak Atatürk’e borcumuz var.

Türkiye şu anda ağır bir hastalık geçiriyor.

Bu hastalığın adı kutuplaşmadır!

Kutuplaşma, ne yazık ki, “Bizden olanlar” ve “Bizden olmayanlar” diye ayrım yapan iktidar eliyle meydana gelmiştir.

Türkiye’yi ortak değerler şemsiyesi altında birleştirmemiz gerekiyor.

Unutmayalım! Tedavi ilacımız “Atatürk’ün kurucu değerleridir!”

TEBESSÜM

“Söyleyin, kim hapşırdı?”


Kadim okurum Yüksel Yılmaz, eski bir fıkrayı göndermiş...

Eski ama ilginç... Yeni kuşaklar bunu bilmez...

Öyleyse okuyalım:

Güney Amerika ülkelerinin birinde iktidarı ele geçiren general, diktatörlüğünü ilan etmiş...

Diktatör general, iktidarının birinci yılında büyük bir tören düzenlemiş... On binlerce kişi büyük meydanı doldurmuş... Diktatör olanca çalımıyla balkona çıkmış, tam nutkuna başlayacak, bir ses:

“Hapşuuuuu!” diye şiddetle hapşırmış...

Diktatör durmuş ve sert bir sesle sormuş:

“Kim hapşırdı?”

Ses yok! Herkes korkuyor!

Diktatör kızmış:

“Birinci sırayı toptan kurşuna dizin!”

Öndekileri alıp götürmüşler…

Diktatör yine sormuş:

“Kim hapşırdı?”

Yine ses yok.

“Alın götürün, ikinci sıradakileri de kurşuna dizin!” diye emretmiş diktatör...

Üçüncü sıra da aynı akıbete uğradıktan sonra dördüncü sıradakiler tir tir titremeye başlamışlar...

Diktatör gürlemiş:

“Kim hapşırdııı?”

Cılız bir adam elini kaldırmış:

“Ben, ben efendim!”

Diktatör rahatlamış:

“Hay Allah! Be mübarek adam, daha önce söyleseydin ya, çok yaşa emi!”

GÜNÜN SÖZÜ


Acı patlıcanı kırağı çalmaz dedik ve ülkede acıları bal eyledik!