Sevgili okurlarım, ülkemiz art arda iki büyük felaket yaşadı. Önce orman yangınları her tarafı kül etti, sonra sel baskınları vurdu.

İktidarımız çok duyarlıdır!

Bu iki felaket sonrasında yardım kampanyaları açıp milletten para toplama sürecini başlattı.

IBAN numaraları verildi, yardım istendi.

Bunlar her türlü savurganlığı yapar, israf içerisinde yaşar, lüks yaşantılarından ve saraylarından asla ödün vermez ama iş yardım toplamaya gelince işin sadece gösteriş ve göz boyama yanıyla ilgilenir.

Ellerinde sonsuz kaynaklar olmasına karşın bu konuda bile Kızılay’ı devreye sokmaktan utanmadılar.

★★★

Şimdi onlara sormak gerekiyor:

-Bugüne kadar kaç para topladınız?

-Toplanan paralar kimlere, nasıl dağıtılacak?

Ölenleri hiç saymıyorum...

Bu iki felaket sonrasında yüzlerce, belki binlerce vatandaşımız zarar gördü. Evleri, ahırları, iş yerleri, araçları ve ev eşyaları yandı veya sel sularına kapılıp gitti.

Hayvanları telef oldu.

Bu insanların çoğu şimdi başkalarının yanında sığıntı olarak yaşıyor. Çaresiz bir bekleyiş içindeler.

Düzenli çadır kentler ve barakalar kurulmadı.

Dikkat ediniz, sel bastırınca orman yangınlarını unuttuk!

İktidar da unuttu ve bize de unutturmak istiyor.

★★★

Felaketleri yaşayan bu insanlarımıza her şeyden önce geçici olarak barınacak yerler ve para lâzım.

Onlar saraylarda yaşamıyor.

Onlar çok zor durumda.

İktidar şimdi hemen iki konuya açıklık getirmek zorunda:

-Bugüne kadar toplanan yardım miktarı nedir?

-Afetleri yaşayanlara dağıtım ne zaman başlayacaktır?

Yüzlerce, belki binlerce aile bu sorulara yanıt verilmesini bekliyor.

(Daha da çook beklerler!)


Sevgili okurlarım, birkaç günden bu yana Saygı’nın son kitabını okuyorum:

“Hem Ağladım Hem Yazdım. Vali Bey.” (Doğan Kitap.)

İlginç bir kitap... Saygı Öztürk bir süre önce vefat eden abisi Refik Öztürk’ü ilginç yönleriyle anlatıyor.

Kitaba yazdığım önsöz sanırım bu kitabı sizlere de tanıtmış olacak.

“Saygı Öztürk benim büro arkadaşım. Yaşantımızın çoğu gazetenin Ankara bürosunda geçer. Beraber güler, beraber hüzünlenir, dertleşir ve bazen de aynı şeylere sinirleniriz.

Saygı benim dostum, kardeşim.

Beni soracak olursanız onun kitaplarının bazen kadrolu, bazen de kadrosuz önsöz yazarıyım!

Bir kitap daha yazdığı zaman mutlaka bana getirir, okuyan ilk kişi olur ve önsözünü yazarım.

Abisi Refik Arslan Öztürk hastaydı. Saygı üzülüyor, bana hep ondan söz ediyordu. Refik Bey günün birinde gazeteye geldi, uzun uzun lâfladık, birlikte fotoğraflar çektirdik.

Hastalığı öncesinde ilk kez tanışmış olduk...

Geçmiş yılların mütevazı valisi yine öyle idi.

Çeşitli görevlerden sonra Bilecik, Niğde, Erzincan ve Manisa’da valilik yapmıştı.

Çoğu zaman makam aracını kullanmadığını, gerekirse hükümet konağına bile dolmuşla gidip geldiğini onu tanıyanlardan çok duymuştum.

★★★

Günün birinde Saygı odama geldiğinde onu ilk kez gözleri yaşlı görmüştüm.

Abisinin hastalığına çok üzülüyordu.

“Vali Bey” vefat ettikten hemen sonra yine odamda konuşuyorduk, Saygı ağlamaya başladı.

Gidip oda kapısını kapadım, “İçinden geldiği gibi davran, rahatça ağla” dedim.

Aradan bir süre geçmişti, Saygı ilginç bir şey daha söyledi:

‘Abimi geçmiş yıllardan tanıyanlardan o kadar çok mail ve mesaj geliyor ki, inanılır gibi değil. Hiç tanımadığım kimseler onunla ilgili bir şeyler anlatıyor. Bazıları çizdiği karikatürleri, bazıları anılarını, yazılarını gönderiyor...’

Ve sonra ekledi:

‘Çok malzeme birikti. Refik abimi her yönüyle kitap yapmaya karar verdim.’

★★★

Yani kısacası, bu kitap böyle ortaya çıktı...

Refik Öztürk’ün yaşam öyküsünü ve ilkelerini baştan sona okuyunca Saygı’ya şöyle dedim:

‘Bir günümüzün valilerine bak, bir de abine bak ve onunla bir kez daha gurur duy. O vali idi, bugünkü partizanların çoğu da aynı unvanı taşıyor! Ama o iktidar partilerinin değil, halkın ve devletin valisi olarak görev yapmış.’

Saygı’nın bu kitapta anlattıklarının ayrıntısına girmiyorum.

Kitabı okuyunca göreceksiniz. 

Saygı’ya ‘Ellerine sağlık’ diyorum, ‘Vali Bey’e Allah’tan rahmet diliyorum.”


Genç kuşaklar tarım fedaisi olarak Türkiye’ye bu alanda çok büyük hizmetler veren Şevket Raşit Hatipoğlu’nu doğal olarak tanımaz.

Şimdi elimde onunla ilgili bir kitap var. Oğlu Gündüz Hatipoğlu yazmış.

“Vatana Adanmış Bir Ömür.” (KDY Yayınevi.)

Köyünden beş kuruşsuz çıkan, İstanbul’da okumaya başlarken Birinci Dünya Savaşı’nda Sina cephesine çocuk yaşta sevk edilmiş, orada İngilizlere esir düşmüş, serbest kalınca vatana dönüp ziraatçı olmuş. (1900-1973.)

Sonunda Ankara Ziraat Fakültesi’nde profesör oluyor, CHP milletvekili ve İnönü döneminde Tarım Bakanı olarak görev yapıyor.

Karşısına toprak ağası milletvekilleri tarafından bir sürü engeller çıkarılıyor ve istifa etmek zorunda kalıyor.

Hatipoğlu, 14 yıl boyunca Meteoroloji Genel Müdürü olarak görev yapan babam rahmetli Umran Emin Çölaşan’ın da aynı fakülteden çok sevdiği ve saygı duyduğu hocası idi.

★★★

O dönemlerin bürokratları ve siyasetçileri, sadece devletin ve milletin çıkarlarını düşünen onurlu insanlardı.

Bugünkü bazıları gibi avantadan öyle çift maaş, beş maaş almayı falan akıllarının ucundan bile geçirmezlerdi.

Avanta, rüşvet, yolsuzluk, israf, lüks gibi kavramlar onların yanına bile yaklaşamazdı.

Hatipoğlu kitabını mutlaka edinip okumanızı öneririm.

Bir tarım fedaisinin yaşam öyküsünü, kendi partisiyle bile kapışırken verdiği mücadelesini okurken çok şeyler öğreneceksiniz.