Sevgili okurlarım, bir parti kurulur, gerekli çalışmaları yapar, bazen de iktidar olmayı başarır...

AKP bundan yaklaşık 20 yıl önce kuruldu ve Türkiye’de o günlerde geçerli olan siyasi iklim koşullarında iktidar olmayı başardı.

Şansı varmış!

Girdiği ilk seçimde yüzde 34 oy aldı.

Ama bu oy oranına karşılık Meclis’teki milletvekilliklerinin yüzde 66’sına sahip oldu. Tek parti iktidarı böyle oluştu.

İşleri ilk yıllarda epeyce iyi gidiyordu.

Dünyada ekonomi iyi ve rahattı.

Üstelik bizimkiler demokrat (!) bir görünümün peşine düşmüştü.

Toplum özgür kılınacak, fikir ve ifade özgürlüğü olacak, yasaklar kalkacaktı...

Ama bence en önemlisi şu idi:

“Yolsuzluklar son bulacak!”

★★★

Hepsini bir yana bırakıyorum...

Ama özellikle yolsuzlukları her zaman akılda tutmamız ve bu işin gerçek yüzünü görmemiz gerekiyor:

Bırakın yok edilmesini bir yana, yolsuzlukların her çeşidi giderek arttı.

Türkiye, AKP iktidarının keyfine ve insafına terk edildi.

Nereye el atsanız, AKP’li belediyeler dahil, her yerden yolsuzluk, usulsüzlük ve israf fışkırıyor...

Ve bunu hiç umursamadan, uyarılara aldırış etmeden yapıyorlar...

★★★

Muhalefet partileri uyarıyor...

Meclis kürsüsünde ve pek çok ortamda yolsuzluğa ilişkin bilgiler ve belgeler uçuşuyor.

Muhalefet partileri birbiri ardına açıklamalar yapıyor.

Ancak biz şimdi gerçek anlamda bir tek parti dönemi yaşıyoruz.

Her şeyin Saray’dan yönetildiği, tek adamın karar verdiği, Meclis’in ağırlığını giderek yitirdiği acayip bir dönem.

Hani iktidar partisinin ve Saray’ın sık sık eleştirdiği o tek parti dönemi var ya!..

Atatürk ve İnönü dönemleri...

İnanın, o yıllarda bu fakir devletin ve milletin bir tek kuruşunun bile hesabı sorulurdu.

Yolsuzluğu ve hırsızlığı belirlenenler, yandaş kesimler, şimdi olduğu gibi ortalıkta sırıtarak gezemezdi.

★★★

Bir tek gün bile geçmiyor ki karşımıza büyük bir vurgun çıkmasın...

Adına ne derseniz deyin!

Vurgun, soygun, hortumlama, usulsüzlük, peşkeş, rüşvet vesaire...

Peki kim bulacak bu işlerin sorumlularını, kim ortaya çıkaracak?

Yargı dahil bütün ilgili kurumlar artık Saray ve iktidarın emrinde.

Oralardan ses çıkmasını boşuna bekliyoruz.

★★★

Türkiye’de uzun yıllardan beri adına Sayıştay denilen bir kuruluş var...

Anayasal bir kuruluş.

Sayıştay’ın bir numaralı görevi devletin soyulmasını önlemek, vurgunları, yolsuzluk ve usulsüzlükleri ortaya çıkarmak.

Sayıştay’ın deneyimli ve uzman denetçileri bütün kamu kurumlarını ve belediyeleri sürekli gezer, araştırır ve her konuyu rapora bağlar.

Bu raporlar Sayıştay internet sitesinde aynen yayınlanır.

Sonra bu belgeler anayasa ve yasalar uyarınca “Gereğinin yapılması için Meclis Başkanlığı’na” gönderilir ve o aşamadan sonra işler iyice komikleşir!

Bütün soygun, vurgun ve yolsuzluk raporları Meclis’in tozlu raflarında uyumaya terk edilir.

★★★

Muhabir arkadaşlarımızın “Sayıştay belgelerine göre...” diye başlayan haberlerini bizim gazetede de sık sık izliyoruz.

Okuyunca utanıyor, “Bu kadarı da olmaz” diyoruz...

Ama oluyor...

Çünkü o raporlar resmen hasıraltı ediliyor.

Hemen hiçbiri, karar orada verilsin diye yargıya, adalete gönderilmiyor.

Üstelik hiç kimse, hatta iktidar bile “Bu raporlar yalandır, yanlıştır, bizim kurumlarımıza yolsuzluk çamuru atılmıştır” diyemiyor.

Yalansa çıksınlar ortaya, hem o denetim raporlarını yazan uzmanları suçlasınlar, hem de Sayıştay’ı!

Saray ve iktidardan bugüne kadar bu konuda bir tek açıklama, yalanlama gelmedi.

★★★

Bundan yaklaşık 20 yıl önce iktidar olduklarında en önemli sloganlarından biri “Yolsuzlukla mücadele edeceğiz, vurgunlara son vereceğiz” idi.

Tam tersini yaptılar.

Bunu nasıl yaptılar, nasıl başardılar, aklın ve mantığın alacağı iş değildir.

Acaba artık alıştık mı!

Hiç sanmıyorum...

Soyulmaya alışmak hiç kimse için kolay iş değil.

O halde ne yapmalı?

★★★

Hem sürekli tepki göstermeli, hem de büyük düşünür Voltaire’in şu sözünü aklından hiç çıkarmamalı:

“Sıradan bir hırsız sizin paranızı, cüzdanınızı, giysinizi, ev eşyanızı çalar.

Siyasi hırsız ise sinirinizi bozar, bilginizi, eğitiminizi, sağlığınızı, hayallerinizi, gülümsemenizi ve hatta geleceğinizi bile çalar.

Ancak ikisi arasında büyük bir fark vardır...

Sıradan hırsız sizi seçer.

Siyasi hırsızı ise siz seçersiniz!”