Nahide Opuz, Diyarbakır’da 1972 yılında katmerli bir yoksulluğun avucunda dünyaya geldi.

Babasız büyüdü.

Annesi Minteha Beybur, sonradan Abdullah Opuz ile evlendi.

Nahide, üvey babasının oğlu olan Hüseyin’le 1995’te imam nikahı kıydı.

Üç çocukları oldu.

Evlendiği yıl kayınpederi ve eşi, para getirmeleri için Nahide ile annesini dövdü ve ölümle tehdit etti. Sonra da erkeklere satmak istedi.Şikayeti geri çektikleri için dava düştü.

Fakat şiddet bitmeyecekti.

Nahide, 1996’da öldüresiye dayak yedi. Kocası bir ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildi. Duruşmada Nahide, “Barıştık” demek zorunda kaldı. Sanığın beraatına...

Hüseyin, 1998’de Nahide’ye bıçak çekti.

Dava bile açılmadı.

Nahide, annesine taşındı.

Hüseyin, 4 Mart 1998’de araçla eşine ve kayınvalidesine çarptı. Kadın ağır yaralandı. Gel gör ki 25 gün sonra tahliye edildi.

Nahide, ilk boşanma davasını açtı.

Anne-kız koruma istedi.

Çaresizdiler.

Hüseyin’e cinayete teşebbüs suçundan açılan davada şikayetlerini geri çektikleri için yalnızca para cezası verildi. Nahide, kocasına döndü mecburen.

Nahide, 2001’de “Ne diye dışarıda dolaşıyorsun?” diye çocuklarının gözü önünde yedi yerinden bıçaklandı. Hüseyin, bir kez daha para cezasıyla kurtuldu. Üstelik sekiz taksitte ödeyecekti.

Nahide, yeniden boşanma davası açtı.

DİLEKÇEDEN 2 HAFTA SONRA

Anne Minteha Beybur, 27 Şubat 2002’de savcılığa başvurarak, damadının bıçak veya silahla kapısına gelip ölümle tehdit ettiğini, hayatının tehlikede olduğunu bildirdi. İzmir’e taşınmaya karar verdi.

Beybur, 11 Mart 2002’de eşyasını yüklediği araçla yola çıkarken önü kesildi. Taksiden inen Hüseyin, kayınvalidesini öldürdü.

Mahkeme, 2008’de iyi halden 25 yıl ceza verdi.

Opuz, o yıl tahliye oldu.

Çıkar çıkmaz, Nahide’yi aramaya koyuldu. “Onu öldüreceğim” diye haber saldı.

Üç çocuğuyla Diyarbakır’ı terk eden Nahide, AİHM’e başvurdu.

AİHM, Türkiye’yi uyardı.

Nahide, ilk kez o gün korundu.

AİHM: Türkiye’de aile içi şiddet hoş görülüyor


AİHM, Nahide Opuz’un açtığı davada 9 Haziran 2009’da Türkiye’yi suçlu buldu. AİHM, yedi bıçağa sekiz taksitli para cezası karşısında “şaşkınlık içinde kalmıştı.”

AİHM, hiçbir önlemin Nahide’ye şiddet uygulanmasını engellemediğini saptadı. Yargı kararlarının önleyici ve caydırıcı etkisi olmamıştı. Nahide’yi korumak için tedbire başvurulmamıştı.

Karardan:

“AİHM, büyük bir endişeyle, başvuranın maruz kaldığı şiddetin son bulmadığını ve yetkili makamların hareketsiz kalmaya devam ettiklerini kaydeder.”

AİHM’e göre polis, mağdurların eve dönmesi ve şikayeti çekmesi için arabuluculuk üstleniyor, sorunu ‘müdahale edemeyecekleri aile meselesi’ olarak görüyordu.

Aile içi şiddet hoş görülüyordu.

Karar utanç vericiydi.

İlk imzalayan da Türkiye, ilk çekilen de


AK Parti, utancı silmek ve AB’nin desteğini kazanabilmek için Ahmet Davutoğlu’nun Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığı’nı fırsat bildi.

Davutoğlu, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da yapılan Avrupa Konseyi 121. Bakanlar Komitesi toplantısına sözleşmeyi taşıdı.

Tam adı şöyle:

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi.

Sözleşme, İstanbul’da imzalandığı için bu adla anılıyor.

Metnin hazırlanmasına önayak olan da ilk imzalayan da AK Parti’ydi.

Hatta çekincesiz imza atıldı.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kanun tasarısı olarak 11 Kasım 2011’de TBMM’ye havale edildi. Erdoğan, üst yazıda, İstanbul Sözleşmesi’nin “Uluslararası alanda kadına yönelik ve aile içi şiddetle ilgili ilk bağlayıcı belge olduğunu” ifade ederek, “Ülkemiz öncü bir rol oynamıştır” dedi ve ekledi:

“Ülkemizin uluslararası saygınlığına olumlu katkıda bulunacaktır.”

Sözleşme, 21 Kasım 2011’de TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’na geldi. Komisyon oy birliğiyle kabul etti.

Raporda, “Ülkemizde kadına yönelik şiddetin ve aile içi şiddetin önlenebilmesi için önemli bir adım niteliğindedir” denildi.

Sözleşme 24 Kasım 2011’de Dışişleri Komisyonu’ndan geçti. Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, “Sözleşmeyi onaylayan ilk ülkenin Türkiye olmasının arzu ettiklerini” vurguladı.

Türkiye, sözleşmeyi onaylayan ilk ülke oldu.

AK Parti, övündüğü sözleşmeyi ülke ülke gezdirerek, en az 12 ülkede imzalanmasını sağlayarak, 2014’te yürürlüğe soktu. Bugün 35 ülkede uygulanan İstanbul Sözleşmesi’nden ilk çekilen Türkiye oldu.

Türkiyesiz bir İstanbul Sözleşmesi var artık.

Tarikat ve cemaatlere diyet verildi


İstanbul Sözleşmesi, 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı seçiminde iktidara destek sunan tarikat ve cemaatlerin siyasi şantaj meselesine dönüştü.

İtirazları şu şekilde:

“Kadının beyanı esastır” cümlesi ile erkeklerin mağdur edildiğini iddia ediyorlar.

Aile içi şiddet tanımındaki ‘partner’ ifadesinin evlilik dışı ilişkiye; toplumsal cinsiyet ve cinsel tercih temelli ayrımcılık olmayacağına ilişkin hükmün eşcinselliğe hukuksal gerekçe ve rıza üreteceğini ileri sürüyorlar.

İsmailağa tarikatı, “gelecek nesiller adına” sözleşmesinin feshini istedi.

Cübbeli Ahmet, “Tepki vermezsek yarın çoluk çocuğumuzu eşcinsellikten kurtaramayız” dedi.

Aziz Mahmud Hüdai Vakfı, “Bu asil toplumda hiçbir kimse oğlunun bir başka erkekle yaşamasına, kızının lezbiyen olmasına, pedofili, zoofili, nekrofili, ensest gibi sapıklıklara asla rıza göstermeyecek” diye buyurdu.

İhsan Şenocak, sözleşmenin toplu sekse kapı açtığını iddia etti.

Ebubekir Sofuoğlu, “Bu metin çok kan dökecek” diye yazdı.

Yusuf Kaplan’a göre İstanbul Sözleşmesi ile İstanbul’un fethinin intikamı alınıyordu.

Sümeyye Erdoğan’ın KADEM’i sözleşmeyi savunurken...

Bilal Erdoğan’ın TÜGVA’sı karşı çıktı.

Her zamanki gibi erkekler kazandı.

Erdoğan, Saadet Partisi’ni Cumhur İttifakı’na katmak için sözleşmeyi kaldırma sözü verdi en son...

Ve nihayet 10 yıl önce kanunla yürürlüğe konulmuş olan uluslararası sözleşme, bir kararname ile kaldırıldı.

İşlemin hukuka aykırılığı bir yana...

AK Parti, toplumsal tabanını bir arada tutabilmek ve iktidarda kalabilmek için İstanbul Sözleşmesi’ni tarikat ve cemaatlere diyet olarak verdi.

Artık kadının değil, şeyhin beyanı esastır.

O şeyhler ki...

Kız çocuklarının erkeklerle yan yana okutulmadığı ve çalıştırılmadığı, kadınların eşini seçme özgürlüğünün bulunmadığı, çocuk yaşta nikahlandırıldığı, çok eşliliğin hüküm sürdüğü, aile içi şiddete devletin karıştırılmadığı bir köleliği arzuluyorlar.

Çarşafsız sokağa çıkmak ve erkeksiz seyahat etmek haram!

Kot giymek ve kaşını aldırmak en büyük günah!

Gülmek suç!

İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması, saltanatlarını Nahide’lerin canları pahasına kuran zorbaların zaferidir. Daha şimdiden anayasadan laiklik ilkesinin çıkarıldığı ve hilafetin ilan edildiği bir karanlık için bileniyorlar.

Ayasofya Camisi’nin imamı, atandığı günden beri laikliğin ruhuna Fatiha okuyor.

Nahide’ye gelince...

Avukatından başka kimsenin bilmediği bir Anadolu şehrinde üç çocuğuyla birlikte, buna yaşamak denirse, katili olacak eski kocasının bir sabah silahla çıkıp geleceğinden korkarak yaşıyor.