Seçip Meclis’e gönderiyoruz. Seçip Cumhurbaşkanı yapıyoruz. Seçip parti lideri yapıyoruz. Ne hale geldi?

Dövdüren.

Küfür eden.

Nefret kusan.

Düşmanlaştıran.

Kamplaştıran.

İnsan korkutan.

İktidarımız oldu.

Milyonlarca aklı başında seçmen, kendi kendine soruyordur: Yanlış insanları mı seçtik, yanlış partileri mi iktidar yaptık, yanlış adamları mı lider belledik?

Kendimiz ettik.

Kendimiz bulduk.

Diyorlardır.

★★★

Yine gazeteci dövüldü.

İktidar üstüne almadı.

Cumhurbaşkanı, Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi saldırıyı görmezden geldiler. En son dövülen gazeteci üstelik bu iktidarın iktidar olmasına destek vermiş, beraber olmuş, birlikte yürümüş, “davamız... davamız...” dedikleri “Laik cumhuriyeti İslamcı cumhuriyete dönüştürme” gizli niyetlerine omuz vermiş, “İslamcıların İktidarla İmtihanı” başlıklı bir kitap da yazmış genç TV yorumcusu ve yazardı. Bu yazar sonra uyanmış, ayıkmış, ufak ufak sorgulamaya ve “barış-demokrasi-özgürlük-eşitlik- hak ve adaletten sapmalar görüyorum” diye eleştirmeye başlamıştı. 25 kişilik bir saldırı grubuyla TV binasının kapısında üç ayrı koldan hücum ederek çullandılar.

Beynini korumak istedi.

Elleriyle başını kapattı.

Ellerine vurdular.

Parmakları kırıldı.

★★★

Gazeteciye saldırı, okura yani halka saldırıdır. Saldırıya uğrayan görünüşte gazetecidir ama aslında kafasına taşla, sopayla, demir çubukla, yumrukla, tekmeyle vurulan halkın kendisidir. İfade özgürlüğüdür. Gazeteci dövdürmeler; sorma, sorgulama dayağı yersin ve yediğinle kalırsın, parmaklarını kırarız, başını yararız, çeneni dağıtırız, gözünü morartırız kimse hesap soramaz demektir.

Saldırgan korunuyor.

Kollanıyor.

İfadesi alındı diyorlar.

Salıveriliyor.

Oysa bu saldırlar olduğunda başta Cumhurbaşkanı, Adalet ve İçişleri Bakanlarının bir araya gelip, “gazeteciye saldırı demokrasiye ve halkın ifade özgürlüğüne saldırıdır. Biz bu saldırılara kesinlikle ve şiddetle karşıyız. Suçluları ve onların arkasındakileri bulacağız” demeleri bekleniyordu.

Saldırtanı da...

Dövdürteni de...

Bulmaları gerekirdi.

Ana muhalefet partisinin lideri bile linç girişimine uğradı, bakanların, emniyet müdürlerinin de bulunduğu cenaze töreninde Kemal Kılıçdaroğlu’na yumruk atıldı. Yakalım bunu diye bağırtı yükseldi.

Saldırganın elini öptüler.

Yakalım diyeni övdüler.

★★★

Küfür etme.

Nefret kusma.

Düşmanlaştırma.

Ölümle korkutma.

Hapisle sindirme.

Devam ediyor.

Bu yöntemle; “yoksulluğu-yokluğu- yolsuzluğu- yalanı” örtüp; “ağır yoksulluğu, alev olan işsizliği, ülkeyi kötü yönetme kusurunu” kapatmaya çalışıyorlar ama “minare kılıfı yırtar” oldu.

Döven değil.

Dövdüren.

Saldıran değil.

Saldırtan.

Suç üstünde yakalandı.

Ellerimiz kırılsaydı da bunlara oy vermeseydik diyenlerin sayısında patlama oldu.

TARİHLE RÖPORTAJ (Unutkanlığa ilaç)



Taş düşsün cevap değil!


Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarlık döviz rezervi kimlere satıldı? Listeyi açıklayın diyerek “şeffaflık-açıklık-netlik” isteyenlere “başınıza damat kadar taş düşsün” cevabı geldi. Bu içi boş polemik bir cümle; cevap değil. 128 milyar dolar, kur daha yükseğe çıkmasın, 1 dolar 10 TL’yi bulmasın diye kullanıldı. Dolara hücumun iştahı ve beklentisi kırılmak istendi. Tamam da kimlere satıldı? Neden liste açıklanmıyor? Muhalefet soruyor, toplum da bilmek istiyor: Rezervler, doların yükselmesini önlemek için eritildiyse yöntem neydi? Kim karar verdi? Kim uyguladı? Rezervler Merkez Bankası’nın bugüne kadar hiç uygulamadığı bir yola başvurulduğu için mi çok hızlı eridi? Rezervler erirken bundan birileri bir gecede büyük servetler mi yaptı? Kim bunlar? Bu sorulara “başınıza taş düşsün” diyerek cevap yetiştirmek cevap değil.