Mustafa Kemal Atatürk, pencerelerini hayata kapadığında 57 yaşındaydı. 83 yıl geçti. 140 yıl yapıyor. Tarihçilerin yazdığı kitaplardan okuyoruz. 140 yıl önce dünyada siyasi, ekonomik, kültürel, askeri olarak; “yenenler-yenilenler” ile “altın çağ başlatanlar ve durdukları yerde çakılıp kalanlar” tablosu vardı.

Fransa!

Almanya’ya yenilmişti.

Ama çakılıp kalmamıştı.

ABD!

İç savaş yaşamıştı.

Fakat izlerini silmişti.

Almanya!

Hızla zenginleşiyordu.

Rusya!

Osmanlı’yı yenmişti.

Asya’da genişletiyordu.

İngiltere!

Üzerinde güneşin batmadığı ve her ülkenin ilerlemek için örnek almaya çalıştığı bir imparatorluktu.

Japonya!

Batı’ya açılmıştı.

Batı bilim ve tekniğinden aldığı bilgileri “kendi kültürel dokusuna ve sosyal yapısına göre yerlileştirip millileştirerek” ilerlemenin yolunu zorluyordu.

Çin!

Uyuyordu.

Hindistan!

Derin uykulardaydı.

Afrika!

Emperyalist sömürü altındaydı.

★★★

Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri okulu bitirdiği yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun ne durumda olduğunu Rıza Nur, şu örnekle anlatıyordu: “Dr. Rıza Nur, Makedonya sınırına atanmıştı. Buradaki görevi, Osmanlı ordusu için Bulgaristan’dan ithal edilen unların, padişaha yapılan ihbara göre, zehir ve öldürücü veba mikrobu taşıyıp taşımadığını kontrol etmekti. Tıbbiye’nin yaşlı komutanı Nazif Paşa’ya başvurup görevi için “bir mikroskop ve diğer araç gerece ihtiyacı olduğunu” bildirdi. Başındaki eski moda fesi ve siyah redingotuyla bir saray uşağını andıran komutan, bu isteğe aldırış etmedi ve “Sen mi kaldın, bunu düşünecek? Akılsız adam, git maaşını al! Baksana bana, gözünü dört aç, mikrobu görürsün, alet neymiş, mikroskop neymiş.” yanıtını verdi. (ATATÜRK Modern Türkiye’nin Kurucusu. Yazarı Andrew Mango adlı kitap sayfa 38)

★★★

Uzun lafın kısası.

Vatan yoktu.

Çiftlik vardı.

Millet yoktu.

Irgat vardı.

Kanun yoktu.

Keyfilik vardı.

Bilim-akıl yoktu.

Biat et.

Maaşını al vardı.

Mustafa Kemal Atatürk, bu cehalet, çürüme, geri kalmışlık, yenilmişlik içinden çekip çıkardığı ve kurulmasına liderlik ettiği Türkiye Cumhuriyeti’nin ilerlemesi için şu altın öğüdü vermişti: “Dünya’da her şey için; maddiyat için, maneviyat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir.  İlmin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır... Medeniyet yolunda yürümek ve başarılı olmak hayat şartıdır... Bu yol üzerinde duraklayanlar veya ileriye değil geriye bakmak cehalet ve gafletinde bulunanlar medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkumdular...”

★★★

Her 10 Kasım’da; kadınlar, erkekler, gençler, çocuklar, yaşlılar, anneanneler, torunlar, dedeler, oğullar; milyonlarca insan candan ve yürekten, bilerek ve isteyerek, saat 9’u 5 geçe saygı duruşuna geçiyorlar. Atatürk’ün ismi etrafında toplanarak birlikte olmaktan, dayanışma kurmaktan, güçlü görünmekten doğan bir ihtiyaçla; “Bizler sinek gibi ezeceğiniz azınlıkta değiliz” diye 10 Kasım’da tek bir vücut oluyorlar.

Atatürk!

Seni daha iyi anlıyoruz!

Devrimlerini özlüyoruz.

Geriye gitmeyeceğiz!

Cumhuriyeti dönüştürmeyeceğiz.

Demek istiyorlar.

TARİHLE RÖPORTAJ (Unutkanlığa ilaç)



Küfürcü milletvekili Meclis’ten de istifa edecek!


Türk siyasetinin ‘istifa karnesinde’ bir ilk olacak: Kışkırtma tuzağına düşüp şehit kardeşinin bacısına küfreden İYİ Parti Milletvekili Lütfü Türkkan, partideki görevinden istifa etti. Özür de diledi. Ancak bu yetmedi. Hem partisinden ve hem de milletvekilliğinden istifa edecektir. Partisini, liderini, yol arkadaşlarını da rahatlatacaktır. Gerçekten siyaset adamlığı, böyle durumlarda Meclis’ten de istifayı gerektiriyor. Geçmişte yaptığı bağışlanmaz hatalardan dolayı parti görevlerinden istifa edenler olmuştu. Örneğin Deniz Baykal, kaseti ortaya çıkıp da partili hanım milletvekili ile video çekimleri yayınlanınca “hakkınızı helal edin diyerek” parti genel başkanlığından istifa etmiş ama milletvekilliğini bırakmamıştı. Deniz Baykal milletvekilliğinden de istifa etmeliydi. Antalya’da Toroslar’da bir dağ köyünde inzivaya çekilmeliydi. Yapmadı. Lütfü Türkkan, ilk olabilir. Sadece Erdoğan ile Bahçeli “şehit bacısına küfrü” yıpratma kampanyasına dönüştürüyor diye değil siyasetin bir geçim mesleği olmadığını, yükselişte olan kendi partisinin bile kaldıramayacağı bir durum yaratınca Meclis’ten de istifa etmenin daha doğru olacağını göstermelidir. Gösterecektir. Göstermelidir. Milletvekilliğini de bırakacaktır, bırakmalıdır. Lütfü Türkkan fabrika sahibi. Fabrikasına çekilmeli. “Bir sokak kışkırtmasının tuzağına düşüyorsam zaten milletvekili olmanın ne bana, ne aileme, ne partime, ne ideallerime, ne ülkeme, ne insanlığa bir yararı olabilir” diye düşünecektir. Bekliyoruz.