Dünyada toplu ölümlere yol açan Covid-19’un yanında, Türkiye’ye özel bir durum olarak ikinci toplum ölüm vakası sahte alkollü içki tüketiminden kaynaklanıyor.

Bu iki alanın, son iki yılda yolsuzluk iddialarıyla birlikte anılması tesadüf olmasa gerek...

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, hafta başında partisinin hazırladığı kaçak içki raporunu kamuoyu ile paylaştı.

Yapılan ev ziyaretlerinden aldıkları izlenimleri de aktaran Ağbaba; 10 Aralık itibarıyla 19 ilde 65 kişinin (her gün bu sayıya yenileri ekleniyor) ölümüne yol açan kaçak alkollü içecek tüketimine, artan Özel Tüketim Vergisi’nin (ÖTV) yol açtığını vurguluyor.

Sahte alkollü içkiden yılda yaklaşık 500-600 kişinin hayatını kaybettiğini ekliyor.

Sahte alkollü içkiden ölümler artarken, kaçak alkol satışı yapanlara yönelik yakalamaların geçen yıla göre yüzde 44 azalması da şüpheli bir durum ortaya çıkarıyor.

Ağbaba’nın Türkiye’de alkollü içecek fiyatlarının yüksekliğine dikkat çeken konuşmasını, Avrupa İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) 2020 yılı verisi destekliyor.

Buna göre, Türkiye’de alkollü içecek fiyatı Avrupa ortalamasının bir buçuk katı.

Genel kabul gören “vergisi artan üründe kaçakçılık artar” tezini Türkiye bihakkın doğruluyor.

Sağlık Bakanlığı Kozmetik Denetim Dairesi Başkanlığı’nın “Biyosidal Ürünlere İlişkin 2020 Yılı Denetim Verileri” tablosu, piyasanın ne ölçüde güvensiz olduğunun açık kanıtı...



Denetimi yapılan, içeriğinde etil alkol (etanol) bulunan el dezenfektanları, antibakteriyel sıvı sabunları içeren TİP-1 ve TİP-19 (sinek kovucular vs.)  olarak sınıflanan 297 “biyosidal ürünün” 111’i, teknik düzenlemeye uygun bulunmamış.

Bunların 49 adeti de ruhsatsız çıkmış.

2021 yılının Eylül ayına kadar yapılan denetimlerde de benzer sonuçlar elde edilmiş.

İlaç, kozmetik ve dezenfektan-antiseptik ürünlerin üretiminde de kullanılan etanol tüketimi ile piyasa rakamı örtüşüyor mu?

Ağbaba, 2015 yılında 4.5 milyon litre olan etanol tüketiminin 2018 yılında 2 katına çıkmasını vergisel açıdan da sorguluyor ve devletin bu alanda yılda 2.5-3 milyar liralık vergi kaybı olduğuna değiniyor.

Cumhurbaşkanı Kararnamesi’nin uygulanmadığı tek yer: Sağlık!


Cumhurbaşkanlığı’nın 13.09.2019 tarih 46 numaralı Kararnamesi ile insan hijyenine yönelik antiseptik dezenfektanların “İyi İmalat Uygulamaları”  (GMP) sertifikalı ilaç fabrikalarında üretilmesi zorunlu kılınmıştı.

Sağlık Bakanlığı’na bağlı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’na (TİTCK), 12.03.20’de eklenen 60/A maddesi Tip 1 ve 19 olarak anılan ürünlerin üretim şartlarını belirliyor:

“İnsan vücuduna doğrudan temas eden biyosidal ürünlerin üretim yerlerinin ‘İYİ ÜRETİM UYGULAMALARI’ kapsamında denetimi TİTCK tarafından yapılır.”

Sonra bu madde yokmuş gibi dönüyor; “Biyosidal ürünlere yönelik olan 528/2012  sayılı regülasyonda GMP’ye uygunluk ZORUNLULUĞU bulunmuyor” gerekçesine sığınıyor.

2020 yılı denetim sonuçlarını vermiş: Teknik düzenlemeye aykırılık ve güvensizlik gerekçesiyle uygulanan toplam idari para cezası 2 milyon 206 bin lira...

Maşallah pek caydırıcı olmuş!

Virüsten korunabiliyor muyuz?


Avrupa Yolsuzlukla Mücadele Ofisi (OLAF) Genel Direktörü Ville Itala, 14 Aralık 2020 tarihli bülteninde, metanol (insan sağlığına zararlı) içeren Türkiye menşeli 140 ton el dezenfektanına el koyduklarını açıklamıştı.

1 Haziran 2021 yazımda bu konuyu anlatmıştım. Halen Türk makamlarından konuyla ilgili bir açıklama gelmedi.

Bu olay bize şu soruyu sordurmalı: İçeriğinde metanol olduğu saptanan söz konusu Virapol markalı üründe olduğu gibi; acaba ülkede iç piyasaya verilen ürünlerde böylesi bir duruma rastlandı mı?

Dezenfektan ya da ilaç üretimi için şeker fabrikalarından kontrollü olarak satışı yapılan etanol, ilgili alanlarda kullanılmadıysa nerede tüketildi? Bu ürünler sahte içki imalatına yönlendirilmiş olabilir mi?

Bir okurum Devlet Malzeme Ofisi’nin (DMO) litresi 8 lira 40 kuruştan 2021 başında 400 bin litre dezenfektan aldığını belirtiyor.

Antiseptik etkinin ortaya çıkması için kullanılan ürünün içeriğinde en az yüzde 70 oranında etanol olması halinde, maliyetin 15 liranın altında olamayacağını  vurguluyor.

Hal böyleyse, DMO’nun aldığı dezenfektanların etki gücünün zayıf olma şüphesi ortaya çıkıyor.

Kandilli parkını geri istiyor


Boğaziçi’ni mesken tutan “AKP tipi yeni sermaye akını”; Beykoz’dan yola çıkıp, Anadolu Hisarı’nı yalayarak Kandilli’ye vardı.

Çok yeni de sayılmaz bu süreç...

Geçen hafta sonu olduğu gibi bugün de Kandilli sakinleri, içinde “3. Grup Korunması Gerekli Kültür Varlığı” tescilli yapıların da olduğu semtin tek çocuk parkı ve deprem toplanma alanı önünde toplanıyor.



Mahalleli semtin tek yeşil alanı olan (diğerini Reza
Zarrab kapatmıştı) çocuk parkını geri istiyor.

Kandilli’nin tek yeşil alanı, deprem toplanma alanı da olan ve içinde çocuk parkı olan alanın ihalesini yatırımcı Alpay Tarhan aldı.

Tarhan’ın semtte ünü de kapladığı alan da  yayılıyor.

İlkin Kandilli İskele Caddesi üzerinde restore ettiği metruk bir binayı, 13 Şubat 2019 tarihinde kurduğu “Hz. Hatice Vakfı”nın merkezi haline getirmişti.

Tarhan’ın geniş özgeçmişini geçen hafta sonu yazmıştım...

Vakıf binasının altına lüks bir pastane, ortasına Kandilli Holding, tepesine teras, kapısına da klasik bir Rolls Royce kondurdun mu; semtte her yerin  “işletme”,  her yerin “otopark” olabildiğinin canlı örneği.

Üsküdar Belediyesi tarafından yıkılan çocuk parkının olduğu 1051.28 metrekarelik alan, Mülkiyeti “Sultan Mahmudu Hanı Evvel Vakfı”na aitti.

Vakıflar Genel Müdürlüğü 14 Eylül 2021 tarihinde bu alanla ilgili olarak “restorasyon karşılığı kiralama” ihalesi açtı.

İhaleye 8 firma katıldı.

İdare, aylık 110 bin TL kira bedelle Tarhan’ın Kandilli adresli şirketi Sürgü Gayrimenkul ile 4 Kasım 2021’de sözleşme imzaladı.

Sözleşmeye bağlı olarak çevrede gerekli güvenlik önlemlerini almayı da Sürgü’ye bıraktı.

Bugün Kandilli Dayanışma Platformu yine parklarının önünde toplanacak ve “ihalenin iptalini” isteyecek.

Geçen hafta CHP İstanbul Milletvekili Akif Hamzaçebi Kandilli’ye gelerek platformun protestosuna destek vermişti.

Hamzaçebi, Tarhan’ın son 3 yılda ünlenen “bağışçı” ve “koleksiyoner” kimliğini de hatırlatarak; “Dini kutsallarımızdan Hz. Hatice adı kullanılarak, dokunulmaz sağlanılmaya çalışılıyor” diye itirazlarda bulundu.