1923...

Mustafa Kemal, Cumhuriyet ilan edilir edilmez Asar-ı Atika Müzeler Müdürlüğü kurulmasını emretti, kültür varlıklarımız için envanter çalışması başlattı. Osmanlı saraylarında hademeler dışında görevli kalmamıştı, depoları harabe halindeydi, tarih profesörlerinden heyetler oluşturdu, titizlikle sayım yaptırdı, tek tek kaydettirdi, Topkapı Sarayı’nı müzeye dönüştürdü.

Cumhuriyet’in ilk müzesiydi.

Halkın ziyaretine açtı.



1924...

Topkapı Müzesi’ne geldi.

Hırka-i Saadet Dairesi’nde kutsal emanetleri geziyordu.

Hazreti Muhammed’in hırkası, ayak izi, oku, kılıcı, su içtiği kabı, Hazreti Musa’nın asası, Hazreti Ali, Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer’in kılıçları gibi, 745 parçadan oluşan kutsal emanetler, Yavuz Sultan Selim’den beri, dört asırdır bizimdi.

İngiliz maşası Arap kabilelerine karşı Medine’yi ve Hazreti Muhammed’in kabrini destansı bir kahramanlıkla savunan çöl kaplanımız Fahrettin paşa tarafından yağmalanmaktan kurtarılarak, 1917’de İstanbul’a getirilmişti.

16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edildiğinde de, İngilizlerin eline geçmesin diye, Kuvayı Milliye tarafından Topkapı’dan alınarak, saklanmıştı, kutsal emanetlerin nereye saklandığı Tbmm’nin gizli oturumunda mebuslara açıklanmıştı.



1924’te Topkapı Müzesi’ne Hırka-i Saadet Dairesi’ne gelen Mustafa Kemal, işte bu kutsal emanetleri inceliyordu.

Sancak-ı Şerif’i görmek istedi.

Hazreti Muhammed’in sancağıydı.

Sandığından özenle çıkarıp, masaya serdiler.

Herkes büyülenmiş gibi bakıyordu.

Mustafa Kemal hariç!

Mustafa Kemal sert bir ifadeyle “Sancak-ı Şerif bu değil, aslı nerede, aslını bulun getirin” dedi.

Topkapı’ya adeta bomba düşmüş gibi oldu.

Ve, kısa süre sonra vaziyet anlaşıldı.

Siyah renkli orijinal Sancak-ı Şerif çürümüş, parçalanmıştı, onun yerine yeşil renkli Sancak-ı Şerif dikmişlerdi iyi mi!

Cumhuriyet’ten önceki sahipsiz onyıllarda, uygun ortamlarda saklanmayan sancak, lime lime olmuştu, sandığın dibindeki torbadaydı.

Mustafa Kemal’i özellikle “tarih” konusunda kandırabilmek mümkün değildi, daima somut bilgi sahibiydi.

Sanat tarihi uzmanları getirildi, Sancak-ı Şerif’in mevcut haliyle, olabildiğince sağlam korunabilmesi için, bilimsel yöntemlerle ne gerekiyorsa yapıldı.



1942...

İkinci Dünya Savaşı patlamıştı.

Hitler sınırımıza dayanmıştı.

Girip girmeyeceği belirsizdi.

An meselesiydi.

Atatürk dört yıl önce rahmetli olmuştu, milletin ve memleketin sorumluluğu İsmet İnönü’nün omuzlarındaydı.

Trakya’da bazı askeri önlemler almıştı ama, tıpkı milli mücadelede olduğu gibi, asıl savunma hattımızı Ankara önlerinde kuruyordu.

Eğer Türkiye’ye girmeye niyet ederlerse, ilk hamle olarak, Alman uçaklarının İstanbul’u bombalayacağını tahmin ediyordu.

Bismillah ilk iş... Kutsal emanetleri düşman uçaklarının menzili dışına çıkarmaya karar verdi, çok çok az sayıdaki çekirdek kadronun bilgi sahibi olduğu, çok gizli bir emir verdi.

Haydarpaşa’da özel tren hazırlandı.

İçleri çinko kaplı, özel bölmeli sandıklar yaptırıldı.

Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki kutsal emanetler başta olmak üzere, padişahların tahtları, eşyaları, mücevherler, silahlar, tablolar, porselenler, el yazması eserler, gizli operasyonla sandıklara yerleştirildi.

391 sandık...

48 vagon tutmuştu.

Niğde’ye götürüldü.

Topkapı Müzesi müdür yardımcısı Lütfü Turanbek başkanlığında, 30 uzman personel, aileleriyle birlikte refakat ediyordu.

Ama, refakatleri sadece nakilden ibaret değildi... 391 sandık yeniden İstanbul’a dönene kadar, aileleriyle birlikte Niğde’de kalacaklardı.

Kutsal emanetler ve ecdadımızın hatıraları, Akmedrese, Sarı Han ve Ulukışla’ya yerleştirildi. Özel askeri birlik tarafından korunmaya başlandı, yerel yöneticilere bile bilgi verilmedi.



1943...

İsmet İnönü, Churchill’le görüşmek üzere Adana’ya gidiyordu.

Treni Niğde’de durdurdu.

Sürprizdi, kimse neden durduğunu bilmiyordu.

Trenden indi, Akmedrese, Sarı Han ve Ulukışla’yı teftiş etti.

“Bu binaların kapısından 30 kişilik uzman listesinden başka kimse girmeyecek” diye bizzat emir vermiş olduğu için, kendisi bile girmedi.

Lütfü Turanbek ve özel olarak görevlendirilen askeri birliğin komutanından bilgi aldı.

Ayrılırken de sadece bir cümle kurdu...

“Bize emanet, size emanet, gözüm arkada kalmasın!”



1947...

Dört yıl geçti.

Tehlike geçti.

Kutsal emanetler ve ecdadımızın hatıraları, yeniden sandıklara dolduruldu, aynı güzergah üzerinden İstanbul’a geri taşındı.

Yerlerine yerleştirildi.

İsmet İnönü, filmlere konu olması gereken bu tarihi hadiseden kendisine paye çıkarmadı, günümüz jargonuyla şov yapmadı.

Vatan, bütün kutsallarıyla emanetti, gereğini yapmıştı, hepsi buydu.



2017...

500 yüz yıldır zaten bizim olan kutsal emanetlerin, İstanbul’a getirilmesinden 100 yıl sonra... Birleşik Arap Emirlikleri dışişleri bakanı çıktı, “Medine’nin hakkına girdiler, mallarını çaldılar, Tayyip Erdoğan’ın dedelerinin müslüman Araplarla ilişkisi buydu” dedi.



Bayram değil seyran değil, bu ortadoğu hacıvatı bize niye küfretti?



Çünkü...

İsrail’le Yunanistan’la el sıkışmışlardı.

Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin karşı bloğuna geçmişlerdi.



- İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi, Doğu Akdeniz doğalgazını Avrupa’ya taşımak üzere EastMed boru hattı anlaşması imzaladı.

- Kıbrıs-Girit-Yunanistan güzergahıyla gidecek olan boru hattı, yer yer 3 kilometre derinliğe inecek, 2 bin 100 kilometre boyunda olacak.

- İsrail, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Mısır, İtalya ve Ürdün biraraya geldi, Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu kurdu.

- İsrail’le Birleşik Arap Emirlikleri güya düşmandılar, Washington’da Beyaz Saray’da düzenlenen törenle sarıldılar, kucaklaştılar, böylece, İsrail’le ilişkilerini normalleştiren ilk Körfez ülkesi oldu.

- İsrail geçen yıl teklif sundu, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na katılmasını önerdi, şak diye kabul edildi.

- Böylece, dünyanın en büyük altıncı doğalgaz rezervine sahip olan Birleşik Arap Emirlikleri, EastMed’e dahil edildi, Akdeniz’e kıyısı bile olmadığı halde, Doğu Akdeniz aktörü oldu.

- İsrail’in Delek Dirilling şirketi, Doğu Akdeniz’de yeralan Tamaz doğalgaz sahasındaki hissesini, 1.2 milyar dolara Birleşik Arap Emirlikleri’ne sattı, böylece, Akdeniz’e kıyısı olmayan Birleşik Arap Emirlikleri’nin Doğu Akdeniz’de tapulu malı oldu.

- Yetmedi, Birleşik Arap Emirlikleri’yle İsrail arasında petrol anlaşması imzalandı.

- ABD hazine bakanının nezaretinde imzalanan bu anlaşmaya göre, Birleşik Arap Emirlikleri’nin petrolü, Kızıldeniz’in en kuzey ucundaki Eliat şehrinden 250 kilometrelik boru hattıyla Aşkelon şehrine, yani Akdeniz kıyısına taşınacak, böylece, Birleşik Arap Emirlikleri petrolü hem daha kısa sürede, hem daha az maliyetle Avrupa pazarına ulaşacak.

- Bir yandan bunlar olurken, beri yandan... Birleşik Arap Emirlikleri genelkurmay başkanı Yunanistan’a gitti, Yunan genelkurmay başkanıyla birlikte, Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait savaş gemisinde askeri işbirliği anlaşması imzaladılar.

- Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait F16’lar, Girit adası’nın Souda askeri üssüne konuşlandı.

- Bu F16’lar, Yunanistan’ın Ege Denizi’nde Türkiye’ye karşı düzenlediği Medousa tatbikatı’na muharip güç olarak katıldı.

- Tatbikattan sonra bir anlaşma daha imzalandı, Atina yakınlarındaki Avlona askeri üssü, Birleşik Arap Emirlikleri’ne tahsis edildi.

- Bundan hemen sonra, Birleşik Arap Emirlikleri bu defa Kıbrıs Rum Yönetimi’yle askeri işbirliği anlaşması imzaladı.

- Yunanistan donanmasının en önemli savaş gemilerinden olan, Hydra fırkateyni, Birleşik Arap Emirlikleri’ne gitti, Birleşik Arap Emirlikleri’ni ziyaret eden tarihteki ilk Yunan deniz unsuru oldu, Abu Dabi’de gerçekleştirilen Uluslararası Savunma Fuarı’na katıldı.

- Yunanistan başbakanı Miçotakis, bu ay başında, sadece 20 gün önce, Birleşik Arap Emirlikleri’ne gitti, Abu Dabi veliaht prensi Muhammed bin Zayid al Nahyan’la birlikte ortak deklarasyon yayınladılar, “Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı ortak hareket edeceklerini” açıkladılar.



İşte bu duygularla, bu stratejik ortaklıkları çerçevesinde çıkıp, ecdadımıza “hırsız” dediler.

100 yıl önce İngiltere hançerini sırtımıza saplamışlardı, 100 yıl sonra ABD’yle İsrail’in tetikçiliğini yapıyorlar.



Ve, hal böyleyken bakıyoruz...



Ecdadımıza resmen hırsız demelerine rağmen, Doğu Akdeniz’de İsrail’le Yunanistan’la Sisi’yle ortak hareket etmelerine rağmen, Yunanistan’ın askeri üslerine konuşlanarak bize adeta silah çekmelerine rağmen... Abu Dabi veliahtı Muhammed bin Zayid al Nahyan geliyor, beyaz atlı prens gibi karşılanıyor!

Yaşasın dolar getirdi diye alkışlanıyor.

Varlık fonumuzu satın alacak diye havayi fişekler fırlatılıyor.

Merkez Bankamızı kurtaracak diye seviniliyor.



İbret vericidir.



Hazreti Muhammed’in sancağını bile borçlu oldukları Atatürk’e lanet okuyorlar, İnönü’ye küfrediyorlar...

Para verecek diye “Tayyip Erdoğan’ın dedeleri hırsız” diyenin önünde ceket ilikliyorlar.



Ulusal onurun fiyatı varsa, memleket satılıksa... Mazallah, Arap prensi bavullarını doldurup gitmeden, Topkapı’ya koşup “kutsal emanetler yerinde duruyor mu” diye kontrol etmekte fayda var!