Saat 9’u 5 geçe... Sadece Mustafa Kemal Atatürk’e saygı duruşu değildir, hayatın neresinde durduğumuzu gösteren manevi pusuladır.



Kuvayı Milliye hakkında idam fetvası veren saray şeyhülislamı Mustafa Sabri’nin mi yanındayız mesela, Anadolu fetvası veren Ankara müftüsü Börekçizade Rıfat’ın mı... Bunun duruşudur.



Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliye’ye “hain, şaki, yağmacı, mahluk, katil, canavar” diyen, “derhal öldürülmeleri gerektiğini” söyleyen, “İngiltere’ye Yunanistan’a zayiat verdirmek bizim için hayırlı ve menfaatli olmaz” diyen, Anadolu halkını Kuvayı Milliye’ye karşı cihada çağıran ve bu utanç bildirisi Yunan uçakları tarafından Anadolu köylerine atılan İskilipli Atıf’ın mı safındayız, yoksa, “her ne pahasına olursa olsun Yunan’a karşı koymak gerekir, işgal edilen memleket halkının silaha sarılması dini bir görevdir, hiçbir silahı olmayan müslüman bile yerden üç taş alıp, düşmana atmaya mecburdur” diyen Denizli müftüsü Hulusi efendinin mi safında?



Ali Kemallerin mi yanında duruyoruz, Hasan Tahsinlerin, Ruşen Eşreflerin, Yunus Nadilerin mi yanında?



İngiliz casus papaz Frew’nun emriyle İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni kuran Sait molla’nın mı tarafındayız, Mustafa Kemal’in emriyle Mim Mim Grubu’nu kuran Topkapılı cambaz Mehmet’in mi tarafında?



Vahdettin’in parasıyla Kuvayı Milliye’ye saldıran Anzavur Ahmet’le mi omuz omuzayız, Yörük Ali efe’yle mi?



Emperyalizm maşası Koçgiri’nin mi yoldaşıyız, Dersim mebusu Diyap ağa’nın mı?

Sarayın tetikçisi Çapanoğlu’nun mu yandaşıyız, işgalciye yumruklarıyla saldıran çakmakçı Sait’in mi?

Yunan kuklası Delibaş Mehmet’in mi candaşıyız, Anadolu’ya cephane kaçıran zenci Musa’nın mı?



Vatanını milletini sırtından hançerleyen sözde mahkeme başkanı Nemrut Mustafa’nın mı tarafındayız, babası Polonyalı annesi İngiliz olan, Ankara mebusu Alfred Rüstem Bilinsky’nin mi?

Zito diye tezahürat yapan İzmir valisi kambur İzzet’in mi yanındayız, Kuvayı Milliye’ye katılan Alman yüzbaşı Hans Tröbst’ün mü?

“Yunan ordusu halifenin ordusudur, Yunan ordusuna hürmette kusur etmeyin” diye fetva veren Bursa müftüsü Ömer Fevzi’nin mi safındayız, Anadolu’yu cami cami dolaşıp Kuvayı Milliye’ye katılmaları için vaaz veren Libyalı mücahit şeyh Ahmet Sunusi’nin mi?

Aydın işgal edildiğinde evinin balkonuna dev bir Yunan bayrağı asan belediye başkanı Çakmarlı Emin bey’in mi tarafındayız, Irak’tan gelerek Kuvayı Milliye’ye katılan Arap aşiret lideri Uceymi Sadun paşa’nın mı?

“Türkler kendi güçleriyle adam olamaz, İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak, İslam dininin anahtarını İngiltere’nin güvenilir ellerine teslim etmeliyiz, Mustafa Kemal zehirli mahluk, Kuvayı Milliye’nin kafası ezilmeli” diye yazan vatan haini gazeteci Refi Cevad’ın mı yanındayız, yoksa, Kurtuluş Savaşı cephelerinden aktardığı haberlerle Kuvayı Milliye’nin Avrupa’daki sesi olan Fransız kadın gazeteci Berthe Gauilis’in mi?

İngiliz casusu binbaşı Noel’in planıyla, para ve mevki karşılığında, Mustafa Kemal’e suikast tertiplemeye kalkışan Elazığ valisi Ali Galip’in mi safındayız, Sibirya’dan İstanbul’a getirmesi için kendisine emanet edilen Türk esirleri, Ege Denizi’nde çatışmayı bile göze alarak Yunan’a teslim etmeyen Japon kaptan yarbay Çomora’nın mı?



“Türkiye Amerikalılara bırakılmalıdır” diyen halife Abdülmecid’in mi yanındayız, “Ne Mutlu Türküm Diyene”nin mi?



9’u 5 geçe sirenler çalarken gözünüzü kapatın ve hissedin lütfen... Suç ortağı padişah kayınbiraderini bile beklemeden, orient ekspres’le Avrupa’ya tüyen damat Ferit’in mi yanıbaşındayız, yoksa... Münevver Saime, Hayriye Melek, Zeliha Osman, Şükufe Nihal gibi hanımlarla birlikte İstanbul’da direniş mitingi düzenleyip, kürsüde gözyaşlarıyla konuşan, “hepimiz aynı elemle, aynı kederle malulüz, fakat en çok biz kadınlar, anneler, kızkardeşler bedbahtız, kalplerimizin muhteris milletlerin ayakları altında çiğnendiği bu zilleti gördükten sonra susacak mıyız!” diye haykıran Sabahat Filmer’in mi yanıbaşındayız?



Vatan evlatları toprağa kefensiz girerken, kokular sürünüp 18 yaşındaki beşinci zevcesiyle gerdeğe giren, sonra da İngiliz gemisinin ambarına saklanarak kaçan Vahdettin’in mi yanıbaşındayız, yoksa, Kara Fatma’nın, Tayyar Rahmiye’nin, çete Ayşe’nin, Gördesli Makbule’nin, 12 yaşındaki onbaşı Nezahat’ın mı?



Bana sorarsanız, hayatı filme çekilmesi gereken efsane bir kahramandı, İbrahim Ethem bey... Demirci kaymakamıydı.

Halil efe, parti Pehlivan gibi namlı efelerin milis kuvvetlerinden oluşan ve Akıncılar adı verilen müfrezelerin komutanıydı.

Yunan işbirlikçisi sarıklı hocalara verdiği ceza, meşhurdu...

Kartondan külahlar yaptırır, külahların üstüne “ben vatan hainiyim, bu cezaya layıkım, ibret alın” yazdırır, sarıkları çıkarıp hocaların kafasına bu külahları taktırır, eşeklere bindirir, davullar tellallar eşliğinde çarşıda dolaştırır, sonra da “hadi şimdi gidebilirsiniz artık” diyerek, serbest bırakırdı!

Milli mücadelenin sonunda, emrindeki zeybekleri terhis ederken, her okuduğumda tüylerimi diken diken eden, şu tarihi öğütlerde bulunmuştu: “Ben efeyim, ben vatan kahramanıyım diyerek, sakın ola ötekine berikine kafa tutmayın. Yunan’a yardakçılık yapanların, düşmanla işbirliği yapanların, yarın öbür gün zengin ve mevki sahibi olduklarını görünce üzüntünüzü kimseye belli etmeyin. Milli vazifenizi yerine getirmenin manevi hazzıyla yetineceksiniz. Millet her şeyi tamir edecektir.”



Millet miyiz, değil miyiz, işte onun duruşudur saat 9’u 5 geçe.