Tıp öğretisinin bir kaidesi de şudur: “Hastalık yoktur, hasta vardır.” Her hastalığın sebebinin, seyrinin, sonuçlarının hastadan hastaya farklılık gösterdiğini dolayısıyla tedavisinin de hastaya özel olduğunu ifade eder. Ülkelerin içinden geçtiği ekonomik bunalımlar da tıpkı bunun gibidir. Örneğin enflasyon birçok az gelişmiş ülkenin hastalığıdır. Ancak bunun her ülkede sebepleri farklı olduğu için çözümleri de farklıdır. Fiyatlarda genel düzeyin üzerinde, durduramadığınız bir artış varsa ciddi bir tetkik gereklidir.  

Enflasyon neden canavardır? Birçok sebebi var. Örneğin fiyatlar anlık intibak ederken, maaşlar 6 aylık veya senelik sözleşmelere bağlıdır. Böylece maaşlı çalışanların her ay hatta her gün alım güçleri azalır. Diğer yandan göreli fiyatları yani malların birbirine göre fiyatlarının oranını bozarak ciddi bir gelir adaletsizliği yaratır. Yani bir tüccarın sattığı ürüne yüzde 30 zam gelirken, aldığı ürüne yüzde 50 zam geliyorsa bu tüccar elindeki mallar pahalanmasına rağmen aslında fakirleşir.

SORUNUN SEBEBİNİ GÖRMEMEK

 Peki, Türkiye son yirmi yılın en yüksek enflasyon rakamlarına ulaşmışken bunu çözebilecek bir irade görüyor muyuz? Öncelikle yönetimin bilimsel bakış açısı kazanarak sebep sonuç ilişkisi kurmayı öğrenmesi gerekir. Enflasyonu döviz kuruna bağlayıp, döviz kurunu uzaydan gelen önlenemez bir meteor zannetmek ve bunu aylardır televizyonlarda meselenin özüne inmeden tartışmak artık halkı bıktırdı. Döviz kuru, maliyetleri artırarak enflasyonu körükledi, evet bu doğru, ancak döviz kuru da bir sonuç. Türk Lirası 2021 yılında açık ara en fazla değer kaybeden para birimi oldu. Evet açık ara. Battı bitti denilen Arjantin’in Pezosu bile 2021 yılında yüzde 18 değer kaybederken TL yüzde 45 değer kaybetti. İşte bunun sebebini araştırmak gerekir.

Bugün gelinen durum, yapılan yanlış yatırımların, özel teşebbüsleri etkileyen taraflı müdahalelerin, yapısal reformları gerçekleştirememenin, planlamanın olmamasının, bir yandan neoliberalizm rüzgarına kapılarak kamu hizmetlerini özelleştirip diğer yandan da serbest piyasaya müdahale etmenin kısaca kötü ekonomi yönetiminin kaçınılmaz sonucu. Tüm bunlar devam ederken reçete hazırlamak anlamsız. Milletin hazinesinden faiz dağıtarak, vatandaşın yastık altındaki birikimlerine (halk tabiriyle kefen paralarına) göz dikerek ekonomi modeli oluşturulmaz. Şeffaf, öngörülebilir, güven ve hesap veren bir ekonomi yönetimi varsa zaten tasarruflar kendiliğinden yatırıma dönüşür.

CEHALETİN BU KADARI  

Ne üretilecek, nasıl üretilecek, kim için üretilecek, kaynaklarımızı hangi sektörde üstünlük elde etmek için kullanacağız, hangi alanlarda karşılaştırmalı üstünlüğe sahibiz, hangi bölgelerimize ne kadar yatırım yapacağız bu soruların cevabını kimsenin gözüne bakarak bulamayız. Ne biriktirdiysen getir bozdur diye bir ekonomi anlayışı olamaz.  

Bunlar konuşulması gerekirken, televizyonlarda gaz pahalıysa kuru fasulye dağıtalım diyenleri mi ararsınız, Almanya’da enflasyon daha fazla var diyenleri mi? Bu kadarı cumhura hakarettir. Arif Nihat Asya naatında, “Ebu Lehep ölmedi ya Muhammed, Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor” der. Ebu Cehil’in daha doğrusu cehaletin hangi kıtalarda dolaştığını bilmem ama bizim TV kanallarında dolaştığından eminim.