Bir okuyucum sosyal medya üzerinden mesaj göndermiş:

“Asgari ücretle çalışıyorum. Bayramda köye gitmek istiyorduk. Ancak ikisi çocuk dört kişi için bilet parası denkleştiremedik. Bayramı gurbetteki evimizde yalnız geçirmek zorunda kaldık.”

Mesajı okuyunca yaşadığı duyguyu içimde hissettim. Boğazım düğümlendi, gözlerim doldu.

Öğrencilik dönemimde, hem süre darlığından hem parasızlıktan bayramda memlekete gidemediğim zamanları anımsadım.

Bayram tatili ne kadar uzun olursa olsun, yol 16 saat sürüyor, gidiş geliş en az üç günümüze mal oluyordu. Gidebilsek de tadını çıkaramadan, memleketten bir şey anlamadan dönmek zorunda kalıyorduk.

Bir öğrenci yurdunda değişik nedenlerle memleketlerine gidemeyen öğrencilerle geçirilen bayramın hüznünü yaşamayan bilmez.

★★★

Yine öyle bir gündü.

Koridorlar boş, kütüphane boş, sadece kantinde üç beş kişi...

Televizyonun karşısında oturup biraz zaman geçirmek iyi gelebilirdi. Ancak, neticede bir erkek yurduydu ve ekranda doğal olarak futbol maçı vardı. Kalkıp odama yürümeye başladım.

Oda arkadaşlarımın hepsi memleketlerine gitmişti. Odada insanı rahatsız eden bir sessizlik vardı. Pencereyi açtım, önünde durup dakikalarca dışarıyı izledim. Oradaki tarifsiz yalnızlık hissi de yüzüme vuruyordu. Kafese konulmuş bir hayvan gibi odada volta atıp durdum bir süre. Sıkılınca da yatağıma oturdum.

Çok derin bir memleket özlemi çekiyordum.

Kardeşlerimi, annemi, babamı, dedemi, nenemi çok özlemiştim.

Ceplerimi karıştırıp bir jeton bulmaya çalıştım. Neyse ki arkadaşımın bozuk para kavanozunda birkaç küçük jeton vardı.

Hemen jetonlu telefonların olduğu yere gittim. Her gece yoğun bir sıra olan telefonların önü dahi boştu. Jetonu atarken “Umarım takılır da uzun konuşurum” diye düşündüm.

Telefonu kız kardeşim açtı. Sohbet ederken ağlamamak için kendimi zor tuttum. Serde abilik ve devrimcilik var ya “Sizi çok özledim” dahi diyemedim.

Jeton bitince, konuşma da bitti. Hüznüm, özlemim daha da derinleşti.

★★★

Odaya döndüm. Zaman durmuştu adeta.

Ders çalışayım dedim olmadı. Kitap okuyayım dedim olmadı. Aklım hep uzaklardaydı.

Uyuyabilirdim ama uyku da tutmuyordu.

Turgut Uyar’ın dediği gibi gece günün yarısıydı ama gündüzden daha güçlüydü sanki.

Geceye gücünü veren karanlık adeta ruhumu kemiriyordu.

Yatağıma sırt üstü uzandım, ellerimi kafamın arkasında birleştirdim.

Bu duygu durumuyla baş edebilmenin tek yolu vardı: Güzel şeyler düşünmek.

Evde geçmişte yaşadığım bir bayram sabahını hayal ettim.

Çayırlıktaki derenin kenarında, devasa salkım söğüdün altında.

Herkes bayram namazından dönmüş, “ya Allah bismillah” diye işe başlamış harıl harıl çalışıyor. Çiçeklerden rengarenk bir örtüyle kaplanmış çayırlıkta, yan yana dizilmiş yedi ayrı kova var. Kesilen her parça özenle yediye bölünüyor ve o kovalara birer parça atılıyor.

İş bitince çöp atılacak ve hangi kovanın kimin hissesi olduğu netleşecek.

Bense oruç açmak için kurban eti bekleyen Şamama nenemi düşünüyorum.

Bir parça et alır almaz son sürat koşarak o eti neneme ulaştıracağım.

Salkım söğüdün yere kavuşmak için can atan ince yaprakları rüzgârda salınıyor, gün ışığının şavkı o yaprakların arasında geçerek deredeki suya vuruyor.

Küçük taşların arasından kıvrıla kıvrıla akan derenin ve salkım söğüdü yuva bilmiş serçelerin sesi insanın ruhunu okşuyor.

Birazdan arkadaşlar at arabalarıyla gelir. Herkes evinden kurban eti almıştır. Çarşıdan biraz domates, salatalık ve yeşil üzüm ile elvan gazoz alırız.

Yaylaya gidip kayaların arasından adeta fışkıran su gözesinin çevresinde piknik moduna geçeriz. Biz etleri pişirirken gazozlar buz gibi suyun içinde soğur.

En çok, beğendiğimiz kızları ve hayallerimizi konuşuruz.

Yaz tatilini geçirmek için İzmir ya da İstanbul’daki akrabalarının yanına giden arkadaşların döndüklerinde anlatacağı yaz aşkı hikayelerini tahmin edip gülüşürüz.

Yine de döndüklerinde uzamış saçlarıyla beyaz tenleriyle, kara koyunların arasında beyaz bir koyun gibi güneşin altında kavrulan bizlerden farklı görüneceklerini hepimiz çok iyi bilip kıskanırız hepsini.

Ancak sonunda “Bizim hayat daha güzel, gel keyfim gel” iddiasıyla teselli edeceğiz kendimizi.

Güzel hayaller kurmanın en net sonucu aniden dalınan huzurlu bir uyku oluyor.

Ben de o uyku sayesinde hüzünlü, özlem dolu geceye galip gelmiştim.

★★★

Hayalini kurduğum günün üzerinden 30-40 yıl geçmiş ve biz ne yazık ki hala parasızlıktan memlekete gidememeyi, bayramda sevdiklerimizle olamamayı konuşuyoruz.

İşin acı tarafı tam da bu.

Aydınlığın karanlığa üstün geldiği, yoksulluğun yenildiği, neşenizin bol olduğu, “Nerede o eski bayramlar” dedirtmeyen mutlu ve huzurlu bir bayram diliyorum.

İYİ BAYRAMLAR!