Erdoğan’ın, bu cümleleri duymaya tahammülü yokmuş:

-Ülkede ekonomik bunalım var...

-Ülkede iktisadi kriz var...

Bunlar yerine “pahalılık” sözcüğünün kullanılmasını istiyormuş! “Eh buna da şükür, en azından bunun farkındaymış” diye düşündüm...

Peki... Erdoğan’ın talimatına uyup soralım; bugün bu derece büyük hayat pahalılığının sebebi nedir?

Pahalılığın kuşkusuz siyasi sebebi var.

Pahalılığın, kuşkusuz ekonomik sebebi var.

Ama pahalılığın kültürel sebebi de var. Ve bunun üzerinde hiç durulmuyor!  Bu sebeple önce dünü anlatmalıyım:

Yıl, 1718.

Osmanlı, Venedik ile savaştı.

Osmanlı, Avusturya-Macaristan ile savaştı.

Çok toprak kaybetti. Dahası Avrupa’da savunma durumuna geçti. Avrupa’nın üstünlüğünü kabul etti. Batılılaşma hareketleri başladı.

Üst üste alınan mağlubiyetlerden sonra, “Avrupalılar nasıl başarılı oldu” sorusuna yanıt bulmak için Paris, Londra ve Viyana gibi Avrupa başkentlerine elçilik heyetleri yollandı. Avrupa’da sanayileşmeyle ortaya çıkan yeni ticaret ilişkileri/ kapitalizmin kurumlaşması vs. değerlendirebildi mi? Hayır.

Fethetmeye dayalı ekonomisi hızla gerilerken, yerli imalat ve halk zor duruma düşerken, devleti yönetenlerin rahat yaşam sürüp eğlendiği 12 yıl sürecek zevk ve sefâ zamanı olarak bilinen Lale Devri dönemine girildi. Öyle ki, Sultan Üçüncü Ahmet’in kaleleri para karşılığı sattığı söylentisi ülkede huzursuzluğu artırdı.

Sonuçta, Lale Devri bitti.

Gerçekle yüzleşemeyen Osmanlı’nın ekonomisi-siyaseti ve kültürel yaşamı hiç düzelmedi, çöktü.

Şuraya geleceğim:

AHLÂKİ  SORUN


Türkiye muhafazakâr tarihin bilindik sözüdür:

-“Batı’nın fennini tekniğini alalım kültürünü almayalım!”

Kültürden kastedilen ahlâk; itibariyle iyiliğin ve kötülüğün ölçütü İslam...

Ahlak felsefesine girecek değilim. Aradığım şu:

-Tüketim, ahlaki sorun mudur?

İslam’ı referans alan Osmanlı, Batı’nın tüketimi körükleyen kültürel unsurlarının etkin şekilde toplumsal yaşamına girmesine nasıl izin verdi?

Bakınız:

Cumhuriyet, Osmanlı’nın anti-tezi olarak ortaya çıktı. -İbrahim Kalın gibi- günümüz muhafazakâr akademisyenleri modernite konusunda gerçekçi değerlendirme yapamıyor. Çünkü tarihe ekonomi penceresinden bakmıyor. Örneğin:

Cumhuriyet’in köklü varsayımı şuydu; üretim ahlaki, aşırı tüketim ise ahlak dışıydı! Bu sebeple ilk romanlarımızda mirasyediler hep kötü karakterlerdi, alafranga zevkler ise hep küçümsendi. Yerli Mallar Haftası bu anlayışla doğdu...

Peki Türkiye’de tüketim, ne zaman sınıf atlamanın göstergesi anlamına sokulup özendirildi?

Menderes ile 1950’lerde başladı...

Özal ile 1980’lerde geliştirildi...

Erdoğan ile 2000’lerde doruğa çıkarıldı...

Benzer muhafazakâr kodlarla hareket eden üç siyasi liderin üretime değil, özellikle de ithal tüketime dönük politikalarını göz ardı edebilir miyiz?

Batı’nın modernleşmesine tavır alıyor gibi duruş sergileyip, tüketimi arzulatan politikalarına göz yumabilir miyiz?

Tüketimle, toplum neye dönüştürüldü bu nasıl görmezden gelinir?

Bir lokma bir hırka unutturuldu; tüketim araçları statü sembolü haline dönüştürüldü.

Günümüzde kimi muhafazakârların şatafatlı hayatını bu minvalde değerlendirmek gerekiyor. Ahlâki yıkıma sebep olduğunu görmelerine rağmen, hayallere kanıp “ilerleme-gelişme” diye tüketim toplumu kavramını sürekli yücelttiler!

Sadece iktidarın zenginleştirdiği muhafazakârlar mı? Ülke, son kırk yılda neoliberal tüketim çılgınlığının esiri oldu...

Pahalılık sorunu, kültürel hayatın azgın tüketim alışkanlığına dönüştürülmesiyle de ortaya çıktı. Elbet bunu muhafazakâr iktidarlar başardı!

İMAM CEMAAT ÇELİŞKİSİ


Yıllar içinde tüketim alışkanlıkları/ tüketim davranışları nasıl değiştirildi?

Satın alınan malların türleriadetlerifiyatları süreç içinde nasıl değişti?

Bolluk ile israf birbirine nasıl karıştırıldı? Ya savurganlık? İmamın sarayını, uçaklarını, makam araçlarını gören cemaat ne yapmaz?

Bazı tarihçiler üretimin değil, tüketimin tarihi sürüklediğine inanır. Bu nedenle “tüketim tarihi”/ “tüketimin soy kütüğü” üzerine çalışmalar yapılır. D. Quataert, S. Faroqhi, A.Salzmann, T. Artan, C. Jirousek gibi akademisyenler Osmanlı tüketim tarihini farklı açılardan araştırdı...

Ya Türkiye? Ya günümüz?

Tüketime dair araştırmalar-tartışmalar gerçeğin üzerini örtmek için yapılmıyor. Mesela, yıllardır pahalılıktan şikâyet edilen toplumda kimse “fiyat tarihçiliği” üzerine çalışmıyor!

Toparlarsam:

Tamam kriz-buhran değil, pahalılık diyelim de...

Siz de köklü çözüm aramayan, geçici-geçiştirici palyatif tedbirlerle siyasetçilik oynamayı bırakın artık.

Gerçekler size uymaz, siz gerçeklere uymak zorundasınız.