Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘sıfırlama’ çıkışındaki kodları iyi okumak gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Akartürk “Bu yeni bir devlet iddiasıdır ve kabul edilemez. Tarihimizi, anayasal geçmişimizi, devletimizi reddetmemiz, Cumhuriyet tarihimizi sıfırlamamız mümkün değildir” dedi.


Prof. Dr. Ekrem Ali Akartürk, 1991 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. Siyasal partiler hukuku alanında yaptığı çalışmalarla 2002 yılında kamu hukuku doktoru, parlamenter hükümet sistemi alanında yaptığı çalışmalarla 2010 yılında Anayasa doçenti olmuş ve bu süreçte değişik üniversitelerde anayasa ve idare hukuku dersleri vermiştir. Seçim hukukuna ilişkin yaptığı çalışmalarla 2017 yılında Anayasa profesörü unvanını kazanan Akartürk’ün siyasal partiler hukuku, seçim hukuku ve parlamento hukuku da dahil olmak üzere anayasa hukuku alanında yayınlanmış çok sayıda eseri bulunmaktadır. “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” kitabının ortak yazarıdır.

Anayasa hukukçusu Ekrem Ali Akartürk, Erdoğan’ın “Kronometreyi sıfırladık” ifadesini değerlendirdi:


Son günlerde hepimizin ilgiyle incelediği 6’lı Masa Ortak Politikalar Metni her şeyden önemli olan bağımsız ve tarafsız bir yargı, şeffaf ve hesap verebilir bir yürütme, etkin ve katılımcı bir yasama ile kuvvetler ayrılığının yeniden hayata geçirileceği demokratik ve adil bir sistem vaat ediyor. 6’lı Masa’yı oluşturan partiler seçimi kazandıkları takdirde bu mutabakat metni doğrultusunda yapılacak değişiklikleri en kısa zamanda hayata geçireceklerini bildiriyorlar. Ancak seçim öncesi iyi anlaşılması ve bazılarının en kısa zamanda çözüme ulaşması gereken konular var. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “2018’de kronometreyi sıfırladık” sözü, iktidar partisinin önde gelen isimlerinin bugüne kadar yapılan tüm “Anayasa’ya aykırıdır” açıklamalarına rağmen “Erdoğan’ın bir kez daha cumhurbaşkanı adayı olabileceği” iddiaları, Yüksek Seçim Kurulu’nun bu iddiaların baskısı altında kalıp kalmayacağı ve daha birçok konunun her vatandaşın, her seçmenin en ufak şüpheye yer bırakmayacak şekilde anlaması gereken şekilde uzmanlar tarafından defalarca açıklanması gerekiyor. Ben de röportajlarımla bu açıklamaların yapılmasına katkı sağlamaya çalışıyorum. Bugün, merak ettiğimiz soruları Türkiye’nin en uzman Anayasa hukukçularından olan Sayın Ekrem Ali Akartürk’e sordum. Bugüne kadar üzerinde durulmayan önemli noktaların bulunduğu açıklamalarını ilgiyle okuyacağınızı düşünüyorum.

“KRONOMETRE 2018’DE SIFIRLANDI” SÖZÜ GEÇERSİZDİR


■ *Sayın Akartürk, birçok siyasetçi, akademisyen ve gazeteci aylardır önümüzdeki seçim için “Türkiye’nin son şansı, son umudu, son dönemeç, son durak” gibi tanımlar kullanıyor. Siz de bu seçimin diğerlerinden çok daha önemli olduğunu düşünüyor musunuz, Cumhuriyet için bu kadar büyük bir tehlike mi var?

Bunlar benim için siyasi değerlendirmeler, niyet okumak istemem ama şu var bakın, bir konuyu çok iyi anlamamız lazım; iktidar “2018’de kronometreyi sıfırladık” diyor, bununla yani Sayın Erdoğan’ın 2018’de ilk kez cumhurbaşkanlığı yaptığı iddiasıyla ilgili söylenecek çok önemli şeyler var. 1923’te bizim ilk Cumhurbaşkanımız seçildi; Mustafa Kemal Atatürk. Ancak yeni bir devlet kurulursa siz “ilk cumhurbaşkanı” dersiniz, burada yeni bir devlet kuruldu da biz mi bilmiyoruz? Dolayısıyla, bizim ilk Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan değil, Atatürk’tür ve onu sıfırlayamayız. Buradaki kodları iyi okumamız lazım, sıfırlama yeni bir devlet demektir, bunu sadece ben mi böyle anlıyorum, hayır, bunu böyle söylediğimizde herkes anlayabilir. Devletin bir sürekliliği vardır, sıfırladığınız zaman o devletin sürekliliği olmaz, bu yeni bir devlet iddiasıdır ve kabul edilemez, tarihimizi, anayasal geçmişimizi, devletimizi reddetmemiz, Cumhuriyet tarihimizi sıfırlamamız mümkün değildir. Bu konu çok önemli ve önümüzdeki günlerde sıcağı sıcağına tartışılması gerekir.

■ Meclis Başkanı Mustafa Şentop, tarafsız olması gerektiğini de önemsemeyerek sizin bu açıklamanızın aksine “2018’den itibaren tüm vatandaşlara 2 kez seçilme hakkı tanınmıştır, buna göre şu anda Sayın Erdoğan’ın birinci dönemi bitmiştir” dedi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ aynısını söyledi. İkisi de hukukçu olmalarına rağmen bunu nasıl iddia edebiliyorlar?

Bu tür argümanların hiçbir anayasal anlam taşımadığını çok net ifade edebilirim. Birincisi, “hükümet sistemi değişti” iddiası, bu sistemin değişeni “başbakan ve bakanlar kurulunun kaldırılması”dır, artık bu kurumlar yok. Değişmeyeni ise “cumhurbaşkanlığı makamı”dır, cumhurbaşkanlığının anayasal statüsü devlet başkanlığıdır, bu statü değişmedi, bu madde halen varlığını sürdürüyor. Anayasalar “hükümet sistemi şudur veya budur” diye hüküm taşımazlar, kaldı ki 2017 Anayasa değişikliği ile yeni bir statü yaratıldıysa o zaman bu statü “başkan” olarak isimlendirilirdi, oysa Anayasa 1982’deki ilk halinden bu yana “cumhurbaşkanı” diyor. Burada söz konusu olan şey sadece 2017 Anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanının yetkilerinin arttırılmış olduğudur, yoksa “cumhurbaşkanının 2 dönemle sınırlı olarak halk tarafından seçildiğine” ilişkin olan hüküm 2017’de değil, 2007’de yapılan Anayasa değişikliği ile getirilmiştir. 2007’de yapılan bu değişiklik ilk defa 2014’te yapılan seçimlerde kullanılmış ve Sayın Erdoğan ilk defa 5+5 formülü ile halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı olmuştur. 2018 seçimleriyle de 2’inci defa seçilmiştir, dolayısıyla 2 defadan fazla seçilme yasağı 2007 Anayasa değişikliğinden itibaren halen yürürlüğünü sürdürmektedir.

Ayrıca, anayasa yapım tekniği açısından “2 defadan fazla seçilemez” hükmünün mevcut cumhurbaşkanına yani Sayın Erdoğan’a uygulanamayacağı 2017 Anayasa değişikliğiyle öngörülseydi 3’üncü defa seçilme hakkı olabilirdi, ancak mevcut cumhurbaşkanını istisna tutan özel ve geçici bir hüküm söz konusu değildir. Kaldı ki, “cumhurbaşkanına hakareti” düzenleyen Türk Ceza Kanunu 299 mahkumiyetleri bile 2017 Anayasa değişikliğinin iddia edildiği gibi yeni bir statü yaratmadığını gösteriyor.

HİÇ KİMSE HUKUKU KENDİ MENFAATLERİNE GÖRE ŞEKİLLENDİREMEZ!


■ Bu önemli bir nokta, hala TCK’daki “cumhurbaşkanına hakaret” suçu işletiliyor, biraz daha açar mısınız?

Türk Ceza Kanunu 2005 yılında yürürlüğe girdi, 299’uncu maddesi özel olarak “cumhurbaşkanına hakaret” suçunu düzenliyor. Bu kanun yürürlüğe girdiğinde “parlamenter hükümet sistemindeki cumhurbaşkanı” esas alınıyor ve korunuyordu. Peki, “şimdi sistem değişti artık parlamenter sistemdeki cumhurbaşkanı yok, yeni sistemde başkan” var deniyorsa nasıl oluyor da hala TCK 299’dan binlerce dava açılabiliyor ve mahkumiyet verilebiliyor? Üstelik bu davaların açılması Adalet Bakanı’nın iznine tabidir ve Bakan bu izni halen verebilmektedir. Demek ki gerek Adalet Bakanlığı, gerekse mahkemeler ve Yargıtay 2005 yılında yürürlüğe giren ve parlamenter sistem döneminde “cumhurbaşkanına hakareti suç sayan” bu hükmün uygulanmasında bir sakınca görmüyorlar. Aksi takdirde parlamenter sistemdeki cumhurbaşkanlığının 2017değişikliğiyle artık ortadan kalktığını, dolayısıyla onu koruyan TCK 299. Madde hükmünün yürürlükten kaldırıldığını, dolayısıyla uygulanamayacağını iddia etmeleri gerekirdi.

Yani siz bir taraftan “2017 Anayasa değişikliği ile yeni bir statü (başkan) yaratıldı” diyeceksiniz, diğer taraftan da parlamenter sistem döneminde cumhurbaşkanına hakareti suç sayan hükümden mahkumiyet vermeye devam edeceksiniz, hukuku hiç kimse kendi menfaatlerine göre şekillendiremez.

“BU ERDOĞAN’IN İLK DÖNEMİDİR” DEME İMKANI YOKTUR!


Eğer bir “hükümet sistemi değişikliğinden” bahsediliyorsa hükümet sistemi 2007’de değişmiştir, “başkanlı parlamenter sistem” gelmiştir, yani cumhurbaşkanı 2007’ye kadar “parlamento tarafından” seçiliyordu, 2007’de yapılan değişiklikle artık cumhurbaşkanının “halk tarafından 5+5 yani 5 yıllık 2 dönem halinde seçileceği” hükmü getirilmiştir. Siz o zaman hiç duydunuz mu “Sistem değişti, bu ilk cumhurbaşkanıdır” filan diye söylendiğini? Böyle bir şey duyulmadı, dolayısıyla “Hükümet sistemi değişti, sıfırlandı, bu Erdoğan’ın ilk dönem cumhurbaşkanlığıdır” deme imkanı yoktur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2023 seçimlerinde tekrar aday olması konusundaki görüşler siyasi açıklamalardır, ben bu olaya tarafsız bir anayasa hukukçusu olarak bakıyorum, dolayısıyla benim bu olaya bakacağım yer Anayasa’nın 101’inci ve 116’ncı maddeleridir, bu maddelerde bu sorunun cevabı çok açık ve net olarak var. Anayasa’nın 101’inci maddesine göre bir kimse en fazla 2 defa cumhurbaşkanı seçilebilir. Sayın Erdoğan, Yüksek Seçim Kurulu’nun verdiği mazbatalardan da anlaşıldığı üzere 2014 yılında 1’inci defa, 2018 yılında ise 2’nci defa cumhurbaşkanı seçilmiştir, bu nedenle bu sorunun cevabı; kişisel veya siyasi yorumlara yer bırakmayacak derecede açık ve nettir. Anayasa’nın açık hükmü ve Yüksek Seçim Kurulu’nun Erdoğan’ın 2 defa cumhurbaşkanı seçildiğine yönelik mazbataları ortada iken farklı yorum yapmak mümkün değildir, esasen bu konu yoruma da açık değildir. Sayın Erdoğan’ın 3’üncü defa cumhurbaşkanı seçilebilmesi sadece 116’ncı maddedeki koşul sağlanırsa mümkündür; ancak Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde 3’üncü defa aday olabiliyor, bu da 360 milletvekilinin oyunu gerektiriyor, yani muhalefetten destek gelmedikçe Meclis’ten seçimlerin yenilenmesi kararı çıkmaz.

ANAYASA KARŞISINDA HİÇBİR MAKAM ÜSTÜNLÜK İDDİASINDA BULUNAMAZ!


■ Bu kadar çok anayasal engel varken sizce Yüksek Seçim Kurulu hala Sayın Erdoğan’ın 3’üncü kez adaylığını kabul edebilir mi?

Bakınız, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir, zaman zaman hukukun geç işlediği veya yanlış işlediği dönemler olabilir ama Anayasa’nın ve hukukun üstünlüğü karşısında Yüksek Seçim Kurulu da dahil hiçbir makam ve organ üstünlük ve keyfilik iddiasında bulunamaz. Bir kere YSK hem Anayasa hükümleri hem de kendi karar ve tasarrufları ile bağlıdır. YSK, 15.08.2014 tarih ve 3719 sayılı kararı ile Sayın Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiğini tespit etmiş ve mazbata düzenlemiştir. Daha sonra 2018 yılında verdiği 952 ve 954 sayılı kararları ile Sayın Erdoğan’ın 2’nci defa cumhurbaşkanı seçildiğini tespit etmiş ve onun adına mazbata düzenlemiştir. Bütün bunlara rağmen YSK, kendi tespit ve kararları ile açık Anayasa hükümlerini görmezden gelerek Sayın Erdoğan’ın 3’üncü defa aday olmasına izin verirse hukuki ve cezai sorumluluğu gündeme gelebilir. Ben bunun muhalefet tarafından da göz önünde bulundurulacağına ve sık sık bu konuya vurgu yapılarak dikkat çekileceğine inanıyorum.

■ Aslında 14’üncü cumhurbaşkanı seçilecek, 6’lı Masa neden “13’üncü cumhurbaşkanını seçeceğiz” diyor?

Orada bir karışıklık var, 12’nci cumhurbaşkanı 2014’te seçildi, 2018’de de 13’üncü cumhurbaşkanı seçildi ki bu 952 sayılı kararla YSK bunu tespit etti. Daha sonra TBMM Başkanlığı “Bu 13 sayısını döneme göre mi, kişiye göre mi belirlediniz” dedi. Bunun üzerine de Yüksek Seçim Kurulu herhangi bir gerekçe göstermeden sadece “Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçilmiştir” şeklinde kararı yeniledi ve 13 sayısı bu şekilde kafalarda bir soru işareti yarattı. Oysa bu sorunun cevabı basit, çünkü Atatürk olsun, İsmet İnönü olsun birden fazla dönem cumhurbaşkanlığı yapmış isimlerdir ama bunların sadece şahısları sayılmıştır, çünkü o dönemde Anayasa’da “2’den fazla seçilme yasağı” yani dönem yasağı yoktu, ne zaman ki Anayasa’ya dönem yasağı girdi -ki 1982’de de dönem yasağı var- o zaman cumhurbaşkanlığı sayılmaya başlandı, zaten 82’den sonra Sayın Erdoğan dışında 2 defa yapan yok. Onun için Erdoğan’ın dönemlerinin sayılması doğrudur ki bakın Erdoğan’ın 2014’te 12’nci cumhurbaşkanı seçilmesinde de hiçbir itiraz oldu mu? Meclis “12 sayısını nasıl buldunuz” demedi, dolayısıyla 13 sayısının nasıl ortaya çıktığı bellidir.


2 KEZ CUMHURBAŞKANI SEÇİLDİĞİNE İLİŞKİN KARARLARI VAR, ÖNEMLİ OLAN BUDUR!


■ YSK “13. Cumhurbaşkanı” ifadesini sildi mi, nasıl yapabiliyor bunu? 2018’de verdiği ilk mazbatanın altında 13 rakamı var, sonra silmiş.

Sildi ama “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçilmiştir” diye mazbata verdi. Meclis Başkanlığı’ndan gelen dilekçe üzerine toplanıyor, dilekçe okunuyor ve 13 sayısının çıkarılmasına karar veriyor. Siliyor ama “Cumhurbaşkanı seçilmiştir” şeklindeki ibare orada duruyor, zaten önemli olan 2’den fazla seçilip seçilmediği, diğer sayıya çok fazla takılmaya gerek yok. 2014 ve 2018’de verdiği mazbatalarla 2 kez seçildiğine ilişkin YSK kararları var.

■ Siz Anayasa hukukçuları ve siyasetçiler ne derse desin AKP’nin önde gelen isimleri ve Meclis Başkanı Şentop çıkıp “hiçbir yasal engel yoktur” demeye devam ediyorlar. Bunları açık açık söyleyerek bu 3’üncü kez adaylığı yapacaklar, bunlar YSK’ya yüksek yargıya baskı değil midir?

Tabii ki herkes her şeyi söyleyebilir ama eğer Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletiyse biz siyasi değerlendirmelere değil, Anayasa’ya ve Yüksek Seçim Kurulu’nun tasarruflarına bakarız. Bunu biz söylemiyoruz ki YSK 2 kez seçildiğini söylüyor ve mazbatayı veriyor. Yüksek Seçim Kurulu Türkiye’de bunu söyleyecek tek yetkili organ. Şimdi bu tek yetkili organ varken ben “Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk defa seçildi” diyebilirim ama bunun hukuk önünde bir karşılığı yok. Dolayısıyla siyasetçilerin ne söylediğinin önemi yok, önemli olan devletin Anayasası ne diyor, Yüksek Seçim Kurulu ne diyor? Sayın Erdoğan’ın kaç kez cumhurbaşkanlığı yaptığını ancak YSK’nın mazbatasıyla anlayabiliriz ve 2 farklı seçime ait mazbata ortada, bunu bir tutanak halinde belirlemiş ve bu tutanağa bir itiraz da yapılmamış.

■ Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin bir kısmı değişti, bu değişiklik YSK kararlarına etki eder mi?

Muhalefet partileri bu konuya duyarlı olup Yüksek Seçim Kurulu’nu yakından takip etmeliler, bu konuyu gündemde tutmalılar ve YSK’nın siyasi etki altında kalmadan, Anayasa’ya uygun karar vermesini sağlamalılar. Ona karşı yargı yollarının kapalı olması YSK’nın keyfi karar verebileceği anlamına gelmez.

SEÇİMLERİN BİR AY ÖNCESİNE ALINMASININ SEBEBİ NEDİR?


■ Sizce seçimlerin Haziran ayında yapılacakken bir ay önceye alınmasının ne gibi bir sebebi olabilir? 

Açıkçası bu konu muhalefet partileri tarafından da yeteri kadar sorgulanmış değil. Anayasamızın 116’ncı maddesine göre Meclis ya da cumhurbaşkanı herhangi bir anayasal gerekçeye dayanmadan seçimleri yenileme kararı alabilir. Ancak, seçimlerin yenilenmesi kararı nihayetinde keyfi değil, siyasi ve demokratik meşruiyete dayalı olarak alınması gereken bir karardır. Bildiğim kadarıyla seçimlerin bir ay öne alınması konusunda henüz inandırıcı ve doyurucu herhangi bir açıklama yapılmadı. Kısacası kamuoyu olarak seçimlerin neden bir ay öncesine çekildiği ve Mayıs ortasına alındığı konusunda bilgi sahibi değiliz ve bu konu sorgulanmadı.

■ Millet İttifakı’nın seçimleri kazanması halinde 6’lı Masa’ya mensup partilerin hükümette, bakanlıkların dağılımında, hükümet politikalarının oluşmasında tam bir eşitlik ve oy birliğiyle hareket edeceğine dair bir yaklaşım var. Mesela Sayın Davutoğlu “Altılı Masa’da olanların hepsi cumhurbaşkanı yardımcısı ve en az bir bakanlık alacak” şeklinde bir beyanda bulundu. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hükümetin Millet İttifakı’na veya Altılı Masa’ya dahil partiler arasında nasıl paylaştırılacağının öncelikle Altılı Masa içinde konuşulup karar bağlanması gerektiğine inanıyorum. Ancak burada demokratik meşruiyeti gölgeleyecek bir yaklaşımdan kaçınmak gerekir. Demokratik meşruiyet, partilerin aldıkları oy nispetinde parlamentoda ve hükümette temsil edilmelerini gerektirir. Nitekim bizim Anayasamız bunu “temsilde adalet” ilkesiyle ifade etmektedir. Burada oy oranı düşük partilerin kendilerine aldıkları oyun üzerinde bir güç ya da önem atfetmeleri demokratik meşruiyet ve temsilde adalet ilkesi açısından doğru değildir, bunlara aykırılık oluşturur ve seçim sandığına olumsuz etkide bulunur.

■ 6’lı Masa’nın Ortak Politikalar metni oldukça kapsamlıydı, siz de açıklamayı salonda dinlediniz, görüşleriniz nedir, sizce hala eksik noktalar var mı?

Ortak Mutabakat Metni aslında bir nevi hükümet programıdır, bazı konular daha soyut olarak ifade edişe de “Biz hükümete geldiğimizde bu metindeki vaatleri, kararları uygulayacağız” diyorlar. Dolayısıyla bu bir hükümet protokolüdür, onlar hükümet programlarını en başta açıklayıp, iktidar olduklarında bunları uygulamayı söz vermişlerdir, genel çerçeve bu. Benim şahsen çok önemsediğim, çok değer verdiğim konuların birincisi yargı bağımsızlığı ile ilgili madde; Hakimler-Savcılar Kurulu ortadan kaldırılacak, Hakimler Kurulu ve Savcılar Kurulu iki ayrı kurul halinde toplanacak ve Hakimler Kurulu’nun başında artık Adalet Bakanı ve müsteşarı olmayacak. Bu çok önemli, Hakimler Kurulu’nda, yargıda siyasi bir aktörün olmaması yargı bağımsızlığı adına çok önemli bir konudur. Hakimlerin ve savcıların birbirinden ayrılması da çok önemli, çünkü her iki meslek aslında birbirinden farklıdır.

Öte yandan getirilecek Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile ortak akıl devlet yönetimine hakim hale getiriliyor. Meclis’in bütçe denetimi yapması son derece önemli, çünkü şu anda Meclis’in bütçe denetimi son derece sınırlı, bütçeyi reddetme imkanı yok ve dolayısıyla Meclis’in tekrar bu denetime sahip olması önemli. “Olağanüstü Hal rejimi” mevcut uygulamada denetimsiz, dolayısıyla bu mutabakat metninde OHAL rejimi denetimsiz, keyfi bir rejim olmaktan çıkarılıp hukuk devletine, yargısal denetime alınıyor, bu da çok önemli. Bu metinde cumhurbaşkanının durumu önemli, cumhurbaşkanı “saygın, tarafsız konuma getirilecek” ve devletin, milletin gerçek temsilcisi olacak. Bir de, işlemleri hiç şeffaf olmayan (ticari sır olarak geçiyor) Varlık Fonu kaldırılacak olmasını, YÖK’ün kaldırılarak üniversitelere bilimsel ve idari özerklik sağlanmasını ben oldukça önemsiyorum. Eksik bulduğumuz yerler olabilir; Anayasa’nın ilk 3 maddesine olan bağlılığın vurgulanması gerekir, bunlar “değiştirilemez maddelerdir, bu maddelere bağlılığın altı  kararlılıkla çizilmeli, özellikle “laik devlet vurgusu” yapılmalıdır. Yine bu çerçevede “siyasi veya kişisel menfaat sağlamak gayesiyle kutsal din duygularını sömüren, kötüye kullanıp istismar eden çevrelerle laik devlet anlayışının gerektirdiği azim ve kararlılıkla mücadele etmek” eklenebilir.

■ Mutabakat Metni açıklandığı gün ben de Ankara’daydım, salondaydım ama aklım aynı zamanda o gün yapılan “6 yaşında evlendirilen çocuk” duruşmasındaydı. Bu konu yeterince vurgulanmış mı sizce?

Ülkemize gelen sığınmacılar yoluyla da artış gösteren “küçük kız çocuklarının evlendirilmeleri” konusu. Bunların sadece ağır cezalarla cezalandırılması değil, öncelikle evlendirilmesinin önüne geçilmesi, top yekun bir mücadele gerekiyor, dolayısıyla devletin bu konuda siyasi kararlılık göstererek sadece işi yargıya havale etmek, bunları cezalandırmak değil, en başta önlemeye çalışması gerekir.

■ Önceden “ağır ceza verileceği” mi açıklanmalı? Mahkeme kapısında tarikatın erkek müritleri bu çocuk saldırısını teşvik etmekteydiler, demek ki devam edecek.

Evet ve bu olayları istihbarat öğrenecek. Diyecekler ki; böyle bir duyum alırsanız bildirin ve ihbar edenler için teşvik edici bir takım çözümler bulunacak. Bunun mutlaka önlenmesi lazım, burada çok ağır insan hakları ihlalleri var, dolayısıyla bunların bilinmesi, aile arasında kalmaması lazım. Bu insanlar düğün filan yapıyorlar, çoğu olay düğün derneğe polis baskınıyla ortaya çıkıyor.