“KADINLARIMIZDAN ÖZÜR DİLİYORUM...”

“Kendimi kadın konusunda duyarlı bir zannederken, kızım doğduktan sonra bu duyarlılığımın arttığını gördüm” diyen Özdil, “2015 yılında Türkiye’de hâlâ bir tek kadın bile erkekler yüzünden mağdur ediliyorsa bu hepimizin utancı” diyor.

Röportaj: Nil SOYSAL

Eşit eğitim hakkı, 1924. Eşit birey hakkı, 1926. Eşit seçme seçilme hakkı, 1934. Kadın erkek eşitliği fıtrata ters, 2015... Özdil, “Kadın”da bu değişime dikkat çekti, kadın üzerinden Türkiye’ye ayna tuttu.
Özdil kitabı için, “Aslında AKP dönemini anlatıyor. Gördüğüm temel mesele şu, bademler kadınlardan korkuyor!” diyor

“Kadın”... Tek kelimeyle iddianame gibi. Tıpkı “Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda” ve “Beraber Yürüttük Biz Bu Yollarda” da olduğu gibi. Bu defa; “Unutulmasın diye yazdım” demedi... “Hatırlatmak için yazdım” demeye de sanırım dili varmadı!.. AKP döneminde kadınların yaşadıkları üzerinden Türkiye’yi anlamaya ve anlatmaya çalıştığını söyledi...

- Beraber Yürüttük Biz Bu Yollarda’dan sonra açıkçası paralel yapının kitabını bekliyordum ben. Neden Kadın?
Paralelin kitabını yazmak için filmin sonunu görmek lazım. Kadın’a gelince; 33 senedir gazetecilik yapıyorum ve gazetecilik hayatım boyunca, aynı zamanda kadınların mücadelesine de tanıklık ettim. Çünkü kadına şiddet, kuma, çocuk gelin dramları, kadınların okumasını engellemeye çalışmak, evine hapsetmek gibi ilkellikler hep vardı. Aynı zamanda kitabın arka kapağında da yazdığım gibi 1924’ten itibaren, yani 1919 Atatürk aydınlanmasıyla beraber, bu ülkenin kadınları aslında Avrupalı kadınlardan bile daha önce eşit birey olma, eşit hukuki ve siyasi haklara sahip olma gibi imkanlar kazanmıştı. Ama AKP dönemi ile birlikte kadın haklarının ve kazanımlarının bilinçli bir şekilde örselendiğini gördüm. Bu zihniyetin bilinçaltında ve arka planında, hem kadına yönelik şiddet, hem de kadını eve hapsetme amacı yatıyor. Eğitimle ilgili aldıkları kararlarda da sürekli özgürlük gibi, eşitlik gibi, demokrasi gibi ulvi kavramları kullanarak, tam tersine kadının bir an önce evlenmesi, babasından kocasının gölgesinin altına girmesi, hatta bir süre sonra oğlunun gölgesinin altına girmesi için çok ciddi bir çaba harcandığını görüyorum. Bunları gördükçe fark ettim ki, giderek daha fazla konusu kadın olan yazılar yazmaya başlamışım. Buradan yola çıkarak şunu anladım; aslında kadınları değil, ama kadınların yaşadıkları üzerinden Türkiye’yi anlatmak mümkün. İşte Kadın’da bunu yaptım. Kitap 16 Ekim’de Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıktı. En başta arkadaşım Haluk Hepkon olmak üzere, Kırmızı Kedi Yayınevi’nin tüm çalışanlarına da teşekkür ederim.

ADAM DİYE KİTAP YAZAMAZDIM


- Kadın üzerine yazılmış çok kitap var. Ama hemen her kesimden kadının anlatıldığı bir başka kitap bilmiyorum ben. “Kadın”ın en önemli farkı bu mu?
Açıkçası ben de bu anlamda bir başka kitap görmedim. Ama bunu neden böyle yaptım diye soruyorsan; mesela “Adam” diye bir kitap yazsaydım, bütün erkekleri bir araya koyamazdım. Çünkü bütün erkekler adam değil!
- Ama bu kitapta da İlk kadın canlı bombadan, Türkan Saylan’a kadar kadın var, kadın var...
Kadın var, kadın var diyoruz ama, aslında her kadının yaşadıklarında başta biz erkekler ve bütün toplumun üzerinde düşünmesi gereken konular var. Mesela terörle mücadele etmeliyiz. Ama kendini canlı bomba olarak patlatan kadını anlamazsak, terörle mücadele etmemiz mümkün değil. Ben kadınları bizim gibi düşünen, ya da bizim gibi düşünmeyen kadınlar olarak ayırmadım. Beğendiğim kadınlar, ya da hoşlanmadığım kadınlar diye tasniflemedim. Bu yüzden kitapta “içindekiler” bölümü yok. Çünkü birinci yazı, 150’inci yazıdan daha değerli değil. Zaman ve mekandan da bağımsız olarak yazıldı. Ama 200-300 seneyi ve 20-25 ülkeyi kapsamasına rağmen, aslında AKP dönemini anlatıyor.

Kurtuluşumuz kadınlar sayesinde olacak


- Peki kitapta hikayesi olan 400 küsur kadın arasında sizi en çok etkileyen kim?
Böyle bir tasnifim olmadı. Çünkü hakikaten üzülerek söylüyorum ki; 70 yaşında bir kadının başına gelenle, 3 yaşındaki bir kız çocuğunun başına gelen maalesef birbirinden farklı değil. Sebepleri ortadan kaldırmak zorundayız. Burada benim gördüğüm temel mesele şu; bademler kadınlardan korkuyor! Bu korku, kadınlara tehdit ve tehlike olarak geri dönüyor. Bu tehdit ve tehlikeyi ortadan kaldırmak durumundayız. Bu konuda harcanan çabalara destek olmalıyız. Mesela hangi şehit eşinin sıkıntısı, bir diğer şehit eşininkinden az olabilir? Hangi öldürülen kadının trajedisi, bir başka öldürülen kadından daha az, ya da daha çok olabilir? Dolayısıyla samimiyetle söylüyorum, bir ayrıma tabi tutmadım. Bende bıraktıkları iz aynı.

DEMOKRASİ DİYORLAR DA...


- Bir kadın olarak kitabı okurken bende bıraktığı iz iddianameyi andırması oldu. Anaların neden ağladığını ortaya koyan iddianame...
Benim giderek yerleşen bir gözlemim var. AKP’liler hangi kavramdan bahsediyorlarsa, aslında tam tersini yapıyorlar, o kavramın içini boşalttırıyorlar. Geldiklerinden beri papağan gibi demokrasi kavramını dillerinden düşürmüyorlar. Oysa onların döneminde Türk demokrasisi en kötü dönemini yaşıyor. Barıştan söz ediyorlar, en kötü, en kirli savaş halindeyiz. Özgürlükler diyorlar, hiç kimse özgür değil. Basın özgürlüğü diyorlar, basın hiç bu kadar baskı altında olmamıştı. Analar ağlamasın diyorlar, ben anaların bu kadar mutsuz olduğu bir dönem hatırlamıyorum. Sağlıkta reform yaptık diyorlar, insanların sağlam bacağını kesiyorlar hastanelerde. Bir kepazeliktir gidiyor. Mesela “van münüts” diye rüzgar yapıyorlar, ama aslında İsrail’e bu hükümet kadar hiç kimse olanak tanımadı. “Eyy Obama” filan diyorlar, ama biz Amerika’nın kucağına De-mokrat Parti döneminde bile bu kadar oturmadık. Kardeşim dedikleri Esad’a ertesi gün “Diktatör”, “Katil” diyebiliyorlar. Ya da birlikte iş tuttukları, muhterem hocaefendi dedikleri Fethullah Gülen’e ertesi gün terörist diyebiliyorlar. Bunlar sıkışsın, kendi kendilerinin itirafçısı, kendi kendilerinin gizli tanığı olurlar! Bir partiden değil, AKP’den değil, bir zihniyetten söz ediyorum. Kötü kalpli bir zihniyet. Kötü kalpli bir zihniyetle karşı karşıyayız ve burada en büyük mağdur kadınlar... Çünkü biz erkekler çok kaypağız. Mesela sırf işine geldiği için “Ben işadamıyım” diye kıvıran, bunların dümen suyuna giden, üç kuruşluk menfaat için dünya yansa umurunda olmayan insanlar var. Bu kötü kalpli zihniyete AKP iktidarı da yaptıkları ve yapmadıklarıyla aslında destek oluyor. Kötü kalpli insanların bu kadar rahat cirit atabildikleri dönem hatırlamıyorum. Bunlar bu gücü, bu iktidardan alıyor. Devamlı kardeşlikten bahsediyorlar, ama aslında etnik ve mezhepsel olarak bu kadar ayrıldığımız hiç görülmedi. Bu ülkenin cumhurbaşkanı Sünniler vefat ettiğinde gidip Kuran okuyor, Aleviler öldüğünde “Ölmüştür, geçmiştir” diyor. Ben iddia ediyorum; dünya tarihi böyle bir şeye tanık olmamıştır. Yine iddia ediyorum; kadınlar daha cesur, daha samimi, daha dürüst, birbirlerine karşı daha saygılı, daha hoşgörülü. Yani aslında kadın egemen bir toplum yaratabilirsek, biz erkekler de kurtulacağız! Türkiye’nin kurtuluşu kadınlar sayesinde olacak.


ANNEANNEM RAKI DA İÇERDİ AMA EN ÇOK LİKÖR SEVERDİ


Yılmaz Özdil, Kadın’ı biricik eşi Hülya’ya ithaf etmiş. Hem de 25. evlilik yıldönümlerini kutladıkları ekim ayında... “Kadın”ın kahramanlarından Giritli Nazlı, Yılmaz Özdil’in anneannesi. Okuyacaksınız kitapta; “Benim canım kırtikozum” diyor ona ve ekliyor: “Tam bir Atatürk kadınıydı anneannem. Uzun saçlarını iki yanda örerdi. Bir masa donattı mı, en az 30 çeşit meze olurdu. Çok sigara içerdi. O yüzden öldü zaten. Rakıyı severdi. Ama en sevdiği içki likördü.” Peki ya öteki kıymetlileri... Onlar da Kadın’ın içinde saklı. İşte; Muazzez ve Nadide’ye dair Özdil’in kendi kaleminden anlattıkları: “Yanağında şark çıbanı olan Mardin doğumlu annem Nadide ve ailemizi ailesi olarak benimseyen kimsesiz İstanbullu Muazzez teyzem... Çocukluğum, çocukluğumuzdaki filmler gibi siyah-beyaz’dı ama, aslında rengarenkti.”

YARIN:


Yılmaz Özdil 1 Kasım seçimleri için öngörüsünü açıkladı...