Başlık biraz garip değil mi?
Kimisi ‘Adam cüret yazmasını bile bilmiyor’ deyip yazımı okumaya değer görmez.
Önyargılı insanların genel tavrıdır bu.
Şekilcidir; içeriğin, hakikatin onun için çok da kıymeti harbiyesi yoktur.
Kimisi ‘Acaba cüret mi demek istedi, ‘R’ harfi yerine ‘N’ye mi dokundu klavyede’ diye sorgular.
Belki yine okumaz yazıyı ama en azından peşin hükümlü değildir.
Kimisi ise ‘Ya bu adam ‘İ’ harfi yerine yanlışlıkla ‘Ü’ harfine mi bastı? Cinnet mi demek istedi’ diye düşünür.
Okumaya meyli varsa ‘Belki de bilinçli olarak cünnet dedi. İyi de neden’ deyip yazıyı sonuna kadar okur.
Sonra verir hükmünü.
İçeriğini beğenir ya da eleştirir, o başka.
Başlığın izahı yazının sonunda…
FENERBAHÇE’YE KARŞI HERKES CÜRETKÂR
Söz konusu Fenerbahçe olduğunda algı değişmez demiştim bir önceki yazımda.
El arttırıyorum.
Son yıllarda özellikle Fenerbahçe’ye karşı herkes daha cüretkâr.
Fenerbahçe söz konusu olunca ne hikmetse şahin kesiliyorlar.
‘Bunlar bu cüreti nereden alıyor’ derseniz, arife tarif gerekmez derim.
Sadettin Saran belki de kendisinin bile tahmin edemediği bir şekilde Fenerbahçe Başkanı seçildi.
Yaşananlar, her şeyi kontrol altında tutma illetine kapılmış bir iktidar refleksinin, histerik sonuçları mı; yaşayarak göreceğiz.
Fenerbahçe Başkanı ilk ifadeye çağrıldığında yurtdışında olmasına rağmen, zaman kaybetmeden özel uçakla gelip ifadesini verdi.
İfade verdikten sonra soruşturma dosyasında ne var yok sızdırıldı.
Özel hayatı ilgilendiren yazışmaları çarşaf çarşaf okuduk.
İktidarı hedef almadığı sürece, dosyada gizlilik kararı olsa bile her şey kolayca saçılıyor.
Söz konusu Fenerbahçe olunca mesele saçılmanın ötesine geçiyor.
Yaptırım da olmayınca yandaş gazeteciler daha cüretkâr olabiliyor.
FENERBAHÇE BAŞKANI'NI STATTAN ALDIRMA CÜRETKÂRLIĞI
Sadettin Saran, Adli Tıp Kurumu’nda yapılan uyuşturucu test sonucu pozitif çıkınca tekrar gözaltına alındı.
Ancak bu kez alınma biçimi manidardı.
Dün yurt dışından koşa koşa ifade vermeye gelen Saran’ın, Fenerbahçe Stadı’ndan jandarma zoruyla mevcutlu ifadeye götürülmesi manidardır; fazlasıyla da cüretkârdır.
Cüret, sınır tanımamayı, ölçüsüzlüğü çağrıştırır.
Adalet için bu durum çok tehlikelidir; çünkü hukuk keyfiliğe kayarsa adalet olmaktan çıkar.
Abartılı, gereksiz bir dünya prodüksiyon; adliye önünde tomalı tedbirler…
Gündemi değiştirmek ya da asgari ücrete yapılan komik artış başta olmak üzere bir şeyleri unutturmak için Fenerbahçe bulunmaz bir nimet.
FENERBAHÇE YÖNETİMİ BÖYLE Mİ TEPKİ VERİR?
Fenerbahçe Başkanı Sadettin Saran, ‘Adli Tıp Kurumu test sonucunda pozitif çıktığı iddia edilen maddeyi hayatım boyunca kullanmadım. Bırakın kullanmayı, söz konusu maddeyi yakından görmüşlüğüm dahi bulunmamaktadır.’ dedi.
Kendinden emin sözler.
Fenerbahçeli yöneticilerin Saran’ın 2. kez gözaltına alındıktan sonra ortaya koyduğu tepki o kadar cılızdı ki…
Tepkinin cılız oluşunun bilemediğimiz sebepleri olabilir elbette.
Olayın sıcaklığı, hukuki süreç, panik, iç dengeler…
Belki de bilinçli olarak susmayı tercih etti yönetim.
Bende yarattığı hissiyat ise şöyle:
Ya, yönetiminde olduğun Başkana yeterince itimadın yok ya da Fenerbahçe yöneticisinde olması gereken yeterliliğin.
Başkan, stadından jandarma zoruyla alınıyor.
Jandarma ekiplerinin ‘çok nazik’ olduğundan dem vuruluyor.
En azından şu tepki verilebilirdi:
“Savcılık makamı çağırdı da gitmemezlik mi etti Başkan?
Bu tutum Saran’a değil Fenerbahçe’ye karşı yapılmış bir saygısızlıktır.
3 Temmuz’da bile Jandarma ekipleri girmedi bu kulübe.”
Dün olağanüstü toplanan yönetim, Başkan tutuklanırsa yerine kimin geleceğini belirlemiş. Bu kadar.
Dün kaptanı tutuklanırken sesi çıkmayan yöneticilerin bugün başkanı tutuklansaydı atacağı adımlar ne olurdu merak ediyor insan.
Bu tablo, taraftara gereken güveni verememiştir.
YANLIŞLIK YAPILDIYSA PARDON MU DİYECEKSİNİZ
‘Sadettin Saran’ın saçında çıkan verinin, tırnaklarında da çıkması beklenir.
Tırnakta olmayıp saçta olması ise analiz sonucunu şüpheli hale getirir.
O nedenle numune verenin itiraz etmesi gerekebilir. Çünkü laboratuvar ortamında numunelerde bulaş olması ya da numune karıştırılması nadir de olsa görülebilir.’
Ben demiyorum; uzmanlar diyor.
Yandaşlar ne diyor peki?
Örneğin, 'Saran yüzde 100 tutuklanacak' diyerek kesin hüküm beyan eden Şamil Tayyar, Başkan serbest bırakılınca bırakın pardon demeyi 'Bu karar, Saran’ın değil, Fenerbahçe’nin gücüdür, tebrik ederim" ifadelerini kullandı.
Ve ekledi: Güçlünün korunduğu algısına yol açmamak gerekir. Aksi halde kamu vicdani hırpalanır.
Tayyar'ın, masumiyet karinesini hiçe sayarak yüzde yüz tutuklanır sözlerinin yarattığı algıyı yok sayıp, sosyal medyadan yaptığı bu paylaşımına güldüm istemeden.
Absürt komedi, gülümsetiyor insanı...
İKİNCİ BİR TAURASİ VAKASI OLMASIN
2010 yılının Kasım ayında Fenerbahçe Bayan Basketbol Takımı’nın yıldız oyuncusu Diana Taurasi’den alınan idrar örneğinde, WADA’nın yasaklı uyarıcı maddeler listesinde yer alan Modafinil’e rastlanmıştı.
Olay dünya basınında manşet oldu.
Ocak ayında açıklanan sonuçlardan sonra Fenerbahçe genç oyuncuyla sözleşmeyi feshetti, Basketbol Federasyonu Taurasi’ye men cezası verdi.
Şubat ayında ise analizi yapan Hacettepe Doping Kontrol Merkezi’nin hatalı analiz yaptığı ortaya çıktı.
Raporlar geri çekildi.
Laboratuvarın bağlı olduğu Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Uğur Erdenay sporculardan özür diledi.
Sonrası daha da çarpıcıydı.
Diana Taurasi, bir yıl sonra Galatasaray’a transfer oldu.
Fenerbahçe’nin keşfettiği yıldız basketbolcu 7 yıl sonra Amerikan Kadınlar Basketbol Ligi (WNBA) tarihine geçti.
Taurasi, WNBA tarihinin en skorer oyuncusu unvanını elde etti.
Olan yine Fenerbahçe’ye oldu tabii.
Kadınlar Avrupa Şampiyonluğu belki de daha önce gelecekti.
‘FENERBAHÇE’NİN KENDİSİYİM’ - PEKİ BUGÜN NERDESİNİZ?
Her fırsatta 'Fenerbahçe’nin kendisiyim' diyen Aziz Yıldırım’ı da bu kritik süreçte göremedi sarı lacivertliler.
Fenerbahçe için bedel ödemiş, kulübe her alanda çağ atlatmış bir başkanın, bu zor günlerde pozisyon alması gerekmez miydi?
Saran’ın yaşadığı linç sürecini en iyi kim anlar diye sorulursa, akla tek isim gelir: Aziz Yıldırım.
Yıldırım’ın, Saran için yaptığı tek açıklama ‘Saran'a istifa çağrısı' yaptığına dair haberleri yalanması oldu.
BU CÜNNET
Başlığın hikayesine gelince.
Yaklaşık 12 yıl önce Nurten ablam, bir yolculuk sırasında annem için şaka yollu ‘şişko’ demişti.
O zaman henüz 3 yaşında olan kızım, halasına dönüp ‘Bu ne cünnet, babaannem için nasıl şişko dersin’ diye çıkışmıştı.
R’leri söyleyemediği için cüret diyemese de çok sevdiği babaannesi için halasının haddini aştığını hatırlatmıştı.
Her aklıma geldiğinde gülerim.
Ki cüret kelimesini kimden duydu, anlamını nasıl kavradı bizim için hâlâ muamma.
3 yaşındaki bir çocuk bile çok sevdiği babaannesine yöneltilen cüretkârlığa isyan edebiliyorsa, milyonların gönül verdiği bir camiaya karşı atılan cüretkâr adımların karşılıksız kalacağını sanmak ya saflıktır ya da kibir.
Bu ülkede güç geçicidir, hafıza kalıcıdır. Adalet bazen susar ama unutmaz.
Yeri gelir yargıda, yeri gelir sandıkta konuşur.
Bugün değilse yarın.
Benden söylemesi.
SON SÖZ
İşte mesele tam da burada düğümleniyor.
Bir çocuğun sezgisel adalet duygusuyla 'Bu ne cünnet?' diye itiraz etmesiyle, koskoca bir ülkenin susarak normalleştirdiği cüret arasındaki farkta.
Çünkü adalet cüretkârlaştığında, sessizlik de bulaşıcı olur.
Ve bir ülkede çocukların bile 'haddini aşma' duygusu yetişkinlerden daha güçlü hale geldiyse, orada sorun çocuklarda değil; adaleti olması gerekenden fazla cesaretlendiren sistemdedir.
Buna itiraz etmek 'taraf olmak' değil, haysiyetli bir yurttaş refleksidir.
Bu yüzden bir çocuğun diliyle söyleyelim: Bu ne cünnet…