Ekonomi gazetecisi Sayime Başçı’nın TÜSİAD başkanı Orhan Turan’la yaptığı söyleşi Pazartesi günkü Sözcü’de birinci haber olarak yayınlandı. Başkan Turan sohbetin bir yerinde “enflasyonla mücadele sürecinin ağır maliyetini ödeyen toplumun, kamudan da (devlet diye okuyun) fedakarlık beklediğini” söylemiş. Fedakarlık, gerçek kişilere mahsus soylu bir davranış biçimidir. Tüzel kişilerin hele hele devlet anlamında kamunun fedakarlık etmesi diye bir şey söz konusu olamaz. Zaman zaman iktidar mensupları, mesela akaryakıt fiyatlarını (bazı vergileri kısmen indirerek) nispeten düşük tuttuklarında “halkın lehine fedakarlık edildiğini” söyler. Bu, o kişilerin kendilerini devletin sahibi olarak görmelerinden kaynaklanan bir tavırdır. Halbuki tüm kuruluşlarıyla devletin sahibi millettir. Millet, millete fedakarlık yapamaz. Hükümet, devletin halktan topladığı vergileri halk için harcamakla sorumlu anayasal bir organdır. Devletin gökten inen ayrı bir geliri yoktur. Dolayısıyla enflasyonla mücadelede toplam talebi düşürmek için devletin bazı yatırımlardan vazgeçmesi de fedakarlık olarak değerlenemez. Ama devletin “adamları” yandaş zenginleştirme ve itibardan tasarruf etmeme kuralını değiştirir, şatafattan ve haince para harcamaktan vazgeçerse, bu o adamlar için fedakarlık olmasa bile takdire şayan bir davranış olur.
MAVİ BONCUK KİMDEDİR
Milletlerin ekonomik ve sosyal kalkınmadaki başarı derecesi, toplumu oluşturan bireyler, aileler, aşiretler, kavimler, etnik halklar, mezhepler, baskı grupları ve kurumlar arasında kendiliğinden oluşmuş bir Toplumsal Sözleşme’nin niteliğine bağlıdır. Bu sözleşme gayri iktisadi hatta ahlaksız olabilir. Ahlaksız sözleşme, tarafların tutmayacakları sözleri vermesidir. Verilen sözleri tutmamak çoğu zaman tutulamayacak sözler vermekten doğar. Mesela her sosyal kesimdeki seçmenin “bizim gelirimizi arttır, fiyatları durdur” talebine siyasetçi “baş üstüne” diyorsa, verilen söz tutulmayacak demektir. “Gelirimi arttır, fiyatları durdur” demek “benim gelirim artsın, başkalarının geliri artmasın” demektir. Çünkü her fiyat bir gelirler kümesidir. GSYH (galat olarak milli gelir) üç açıdan ölçülür: 1. Harcamalar (tüketim ve yatırımlar) toplamı, 2. Üretimler (tarım, sanayi ve hizmetler) toplamı ve 3. Faktör gelirleri (kâr, kira, faiz ve ücret) toplamı. Bunlar özdeştir.
ENFLASYONLA MÜCADELE
Enflasyonu indirmede yeterince başarılı olamadığımızın bir belki de birinci sebebi yürürlükteki irrasyonel toplumsal sözleşmemizdir. 2002’den sonra enflasyon tek haneye kadar indirilebilmişti. Bu başarının sebebi enflasyonu indirmenin külfetinin dışa aktarılabilmesiydi. Yani hem “yüksek faiz-düşük kur” manivelasıyla halkın TL’li fiyatlarda referans aldığı dolar kuru düşüyor hem de ithalatla mal arzı artıyor yani iç fiyatlar baskılanıyordu. Özetle o yıllarda rahatça finanse edilebilen cari açıkla “yurt içi harcamalar toplamı” GSYH büyümesinden fazla artıyordu. O zaman yaptığım hesaplarda halkın harcanabilir gelir artışını yıllık yüzde 10 olarak bulmuştum. Şimdi ise cari açık daralıyor. Bu, toplam harcamaların GSYH artışından daha düşük oranda artıyor veya hiç artmıyor hatta azalıyor olması demektir. Ancak o dönemde sağlanan enflasyon düşüşü büyüyen cari açık yüzünden sürdürülemezdi. Bu sefer cari açık daralırken enflasyon düşürülebilirse daha kalıcı bir yapı oluşacaktır.
SON SÖZ: Şeytan benzerlikte değil, farkta gizlidir.