Dün kitap gelince hemen okumaya ve altını çizmeye başladım... Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan kitapları “SS”ten bahsediyorum.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yakın tarihteki rolünü anlatan kitap bizi bir yolculuğa çıkarıyor.
Biyografi kitapları okumayı oldum olası çok severim. Hatta; bilimsel biyografileri yani “bireyin hayatının eleştirel bir tutumla, araştırma ve incelemelere dayalı olarak anlatıldığı” kitapları daha çok... Hayat hikayeleri ipuçları verir, öğretir, bilinmeyene götürür.
Tamam Barışlar’ın “biyografi” iddiası yok:
“...Bu kitap SS’in, yani uzun adıyla Süleyman Soylu’nun, öyküsünü anlatıyor. Ancak bir biyografi değil. Zira çocukluktan bugüne SS’in yaşam öyküsünün peşinden koşmuyor. Fazlası, SS’in etrafındaki ilişki sistemini tarif etmeye çalışıyor. Bu nedenle SS’i anlatırken, yaşadığımız çağın evrilişini takip ediyor.”
Anlatmak istediğim tam da bu!
Mesele bir kişi değil; sistem! Tarihi kişiler üzerinden okursak yanılırız. Önemli olan “devletin yerini alan mafya” bir kez daha altını çiziyorum: Sistem; zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan neoliberalizm üzerinden Türkiye’nin çıkar gruplarına, tarikatlara, mafyaya teslim edilmesi!
Örneğin... Ben de “Sarı Lacivert Öfkeli Adam: Aziz Yıldırım/Kırmızı Kedi Yayınevi” kitabım üzerinden, çıkar gruplarının Fenerbahçe’ye, Yıldırım’a ve arkadaşlarına kurduğu kumpası masaya yatırmıştım. Bunu yaşayan bir kişiydi ama mesele o kişi değildi! Türkiye Cumhuriyeti’nin dibine dinamit koyan bir örgüt, sistemin nereye evrildiği... “SS”i okurken de bir kez daha sistemle hesaplaşmak gereğini duydum. Bu yüzden de değerli bir kitap. Dedim ki; keşke onlarca bilimsel biyografi kitabı yazılsa ve okusak, yol haritamızı belirlesek. Kitabın içinde yeni-eski son döneme ait ne varsa “ilişkiler ağını” görüyorsunuz.
Benim dikkatimi çeken ise Necip Hablemitoğlu suikastı dosyasında tutuklanan emekli Albay Levent Göktaş’ın ilk kez konuşması ve kitabın yazarlarının sorularına yanıt vermesi. Göktaş sekiz soruya yanıt verirken kullandığı “Süleyman Soylu ile samimi bile değilim. İki kez görüştüm” cümlesi önemli. Hayatın hem ekonomik hem de “sistem” anlamında yaşanamaz hale geldiği bir süreçte “SS”i okuyun.
Barışlar diyor ki:
Alain Minc ünlü kitabında, toplumların “Yeni Ortaçağ’ının resmini kelimelerle şöyle çiziyor: Örgütlü sistemlerin yokluğu, her türlü merkezin kayboluşu, kaygan ve silik dayanışmaların ortaya çıkışı, belirsizlik, rastlantı, bulanıklık. Zengin toplumların mafyalar ve yolsuzluklarla kemirilmesinden Rus kargaşasına varıncaya dek, her türlü otoritenin dışında sayıları giderek artan gri alanların gelişimi. Aklın, kurucu ilke olarak, uzun zamandan beri kaybolduğu sanılan ilkel ideolojilerin ve boş inançların yararına silinip yok oluşu. Krizlerin, sarsıntıların ve spazmların sanki günlük yaşamımızın dekorları gibi geri gelişi...”
Son söz: Hesaplaşmamız gereken kişiler mi yoksa sistem mi? Buna karar verelim ve yürüyelim!
Kılıçdaroğlu, Akşener’i aradı ve...
Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi 3 Nisan’da yazdı: “... Kılıçdaroğlu’nun küçük partilere önce söz verip, sıra listelerin oluşturulmasına gelince kontenjanı azaltması, küçük partiler arasında rahatsızlığa neden oldu. İlk tepkinin Ali Babacan’dan geldiği söyleniyor. Kılıçdaroğlu’nun DEVA Partisi’ne 20 milletvekilliği vermeyeceği belirtiliyor. (DEVA’ya 4-5 milletvekili olabilir) deniliyor. DEVA Partisi yöneticilerinin Kılıçdaroğlu için, ‘Adam bizi sattı’ dedikleri ifade ediliyor.”
Ankara koridorlarında dolaştım ve bu iddianın “Adam bizi sattı” cümlesinin doğru olmadığını öğrendim. Hatta... Günlerdir, CHP, DEVA, Gelecek, Saadet, Demokrat Parti arasında toplantılar yapıldı ve sonuçta “CHP listesinden seçime girme” kararı aldıkları kamuoyuna da yansıdı. Kamuoyuna yansımayan bir bilgi şu: Önceki gün CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ Parti lideri Meral Akşener’i aradı ve “Dört parti CHP listesinden girecek. Bu konuda anlaştık” bilgisini verdiği...
Bakalım 9 Nisan’da ne yaşanacak?