Önce viral reklam zannettim
Çünkü genellikle internette bu hızla yayılan eğlenceli şeylerin altından hep viral reklamlar çıkıyor.
Ama değildi. Dünyanın öbür ucunda gördükleri bir fotoğraftaki elbisenin renginde uzlaşamayan bir grup gencin derdi, tüm dünyanın derdi oldu.
Böyle zamanlarda gerçekten halimize çok üzülüyorum.
Çok uzunca süredir sosyal ağlarımızın gündemi öylesine bunaltıcı, öylesine insanı canından bezdirici ki, ne neşe kaldı ne de birlikte heyecanlanıp sevinme...
Evet belki de dünyanın en saçma tartışması.
Elbise mavi mi, altın rengi mi?
“Efendim pikseller yüzündenmiş, bazı gözler...” diye açıklamaya başlayanlar da oldu, muhabbetin neşesini dibine kadar çıkaranlar da.

Üzerine bir de Beşiktaş’ın hepimizin sevinçten aklını çıkaran Liverpool zaferi eklenince, “Hayır siyah-beyaz” deyip uzun zamandır unuttuğumuz duyguları yaşadık.
Bir geyiğin etrafında birlikte kendimizi kaybetme, tatlı tatlı eğlenme.
Ve ortak bir duygu etrafında aklımızın dibini görene kadar sevinmek.
Öyle özenle ve ustalıkla ikiye bölündük ki, birlikte üzülmeyi, sevinmeyi çok özlemişim.
Ya da gündemin, hayati siyasi konular dışında yönlenmesini.
İşte böyle zamanlarda özeniyorum Avrupa ülkelerinin vatandaşlarına.
Onlar bakanların adını bilmez, biz müsteşarlardan danışmanlara herkesi tanıyoruz!
Nedense salı günleri grup toplantıları tüm kanallarda canlı veriliyor.
Ardından siyasilerin zehirli dilleri, önce sosyal medyaya, oradan da günlük hayatımıza sızıyor.
Bu fasit daireden çok yoruldum.
İki dakikalığına da olsa dünyanın en saçma tartışmasına katılmak iyi geldi.
Keşke politikacılarımız da iki dakika çok ciddi, çok çatık kaşlı, çok yüksek sesli olmaktan vazgeçebilse.
İçimizden biri olduklarını hatırlasalar. Hep beraber biraz nefes alsak.
Elbiseyi tartışsak:)
Yok yok vazgeçtim. Mitingler canlandı gözümde: “O elbisenin de rengini en iyi biiiz biliriz! Bunlarrrr elbise altın rengi dedilerrr...”
Brrr... Vazgeçtim fikrimden, böyle iyiyiz sanki.
Ha bu arada kim ne derse desin, elbise mavi-siyah:)
Birdman Oscar’ı hak ediyor!
Koşa koşa gittim sinemaya. Ve film bitip ışıklar yandığında yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım.
Alejandro Gonzáles Iñarritu (Ay yazması çok zor, yazının geri kalanında “yönetmen” olarak bahsedeceğim kendisinden) çok sıkıcı olabilecek, hatta yer yer klişe sayılabiyecek bir senaryoyu görsel şölene çevirmiş.
Filmin tek planda çekildiği hissi, yönetmenin en kuvvetli anlatım aracı.
Tabii bir de bu ironik hikayeye cuk oturan davul sesi!

Genç kızlığımın Batman’i Michael Keaton kariyerinin, filmde canlandırdığı Riggan karakterinin kariyerine benzemesi dolayısıyla müthiş bir inandırıcılık katıyor filme.
Ayrıca uzun zamandır en iyi performansına tanık olduğum Edward Norton da keyif veriyor. Oyunculuk mesleğinin doğasının dünyanın her yerinde aynı olduğunu görmek de ayrıca ilginç.
Sıkıcı gündemden nefes almak isteyenlere şiddet ve heyecanla tavsiye ederim.