Muhtemelen bundan 50 yıl önceydi. Pennsylvania Üniversitesi’nin Wharton Finans ve Ticaret Fakültesi’nin periyodik dergisinde enflasyonla ilgili bir makale yayınlanmıştı. Makalede enflasyonun dört sebebi vardır deniyor ve şöyle sıralanıyordu. Siyasi, iktisadi, mali ve enflasyon. Parasal bir fenomen olan enflasyon hangi sebeple başlarla başlasın, sonunda kendi kendini doğuran bir hale gelmektedir. Buna enflasyon ataleti deniyor. Newton’un hareket yasalarına göre, duran bir cisme dıştan bir kuvvet uygulanmazsa, cisim durmaya; hareket ediyorsa hareket etmeye devam eder. İktisat dahil tüm bilimlerin anası fizikte buna atalet deniyor. Yani enflasyon bir kez başlamışsa durdurulmaya çalışılmadıkça devam eder. İnternetten 2000-2024 arası enflasyon grafiğini indirdim. 2000’de %70’e dayanmış enflasyon, Kemal Derviş’in “güçlü ekonomiye geçiş programı” sayesinde 2002’nin sonuna doğru (yani AKP iktidara gelmeden) %30’un altına inmiş. AKP 2003 başında iş başına geldikten bir yıl sonra da %10’nun altına düşmüş. Enflasyon taa 2018’e kadar %10 dolayında gezinmiş. 2019’daki bugüne kıyasla nispeten masum bir sıçrama hariç, 2021’e kadar yıllık fiyat artışları bir ara %20’nin üstüne tırmansa da kontrolden çıkmamış. Ne zaman “faiz sebep, enflasyon neticedir” deyip faizi indirerek enflasyonu düşürme denemesine girişilmiş, o gün ip kopmuş. Çünkü halkımız “faiz düşerse dolar çıkar” nassına inandığı için bunu bir fırsat olarak görmüş TL satıp, döviz almış. Bunun sonucunda dolar fiyatı artmış, artan dolar fiyatı da TL’li fiyatlara yansımış yani enflasyon patlamış. Buna “devalüasyon-enflasyon” sarmalı deniyor. Bunun anlamı şudur: TL’nin değer kaybı (devalüasyonu) enflasyonu yükseltir; değerlenmesi de enflasyonu indirir. 

2004-2018 ARASI DÜŞÜK ENFLASYONUN BEDELİ

2004-2018 arasındaki düşük enflasyonu (bizim standartlarımıza göre) büyük çapta döviz kurunun istikrarlı seyretmesine borçluyuz. Bunun da bedeli yüksek, hatta fahiş faiz ödemek olmuştur. Bu “yüksek reel faiz” yıllarında hem tasarruf edemeyen düşük gelirlilerden, tasarruf edebilen üst gelirlilere hem de yurt içinden de yurt dışına “gelir/servet” aktarılmıştır. Toplam milli gelir sabit fiyatla %5 artarken, faiz gelirlerinin mesela reel %10 olabilmesi ancak “servet transferi” ile gerçekleşebilir. Ancak bu transferi halk pek hissetmedi. Çünkü aynı dönemde yurt dışından transferden fazla borç alındı ve harcanabilir milli gelir arttı. Yani varsılı ve yoksuluyla hurmaları hep birlikte yedik. Brüt dış borç 500 milyar dolara, dolaylı dolaysız faiz transferleri yılda 40 milyar dolara çıktı. Fakirleşerek bugün bu hurmaların bedeli ödüyoruz.

ZAMCILAR DAYANIŞMASI ENFLASYONU BESLİYOR

Her fiyat, bir gelirdir. Ancak bu özdeşlik “fiyatını/gelirini” kendisi belirleyebilenler arasında geçerlidir. İş insanları, serbest meslek sahipleri ve esnaf, piyasaya sunduğu mal veya hizmetin fiyatını belirlerken yapacağı zammın “toplam net gelirini” düşürmemesini ister. Bunun iki yolu vardır. Ya zammı yüksek tutup birimden ya da zammı düşük tutup sürümden kazanacaktır. Fiyatların/maliyetin sürekli arttığı enflasyonist bir ortamda özellikle hizmet üreticileri, yapacağı fiyat zammı “ihtiyaten” yüksek tutar. Yani sürümden değil birimden kazanma şıkkını seçer. Bu amaçla, ürünün özelliklerini değiştirip hizmeti/malı “yüksek gelirli” veya kendisi gibi “fiya tına zam yapabilenlere” satmayı hedefler. Bugünlerde nereye kadar gideceği belli olmayan “gelirler düştü deniyor ama piyasa canlı” çelişkisinin açıklaması, olsa olsa “zamcılarla zenginler aralarında alışveriş ediyor” olabilir. Yoksa milli gelir geri gitmeden enflasyonu düşürmek imkansız mı?

SON SÖZ: Her öngörü, varsayımları kadar geçerlidir.