Enflasyonu indirmek için büyümeden fedakarlık etmek şart mıdır sorusu son zamanlarda tekrar tartışılır oldu. Bunun bir sebebi de son açıklanan ve 2025-2027 yıllarını kapsayan “Üç Yıllık Orta Vadeli Program”da hem büyümenin yılda ortalama %4.5 olarak süreceğinin, hem de enflasyonun 2027’de %7’ye ineceğinin öngörülmesidir. İktisat yorumcularının çoğu, geçmiş Orta Vadeli Programlarda öngörülen hedefler tutmamıştı, bununki de tutmaz şeklinde görüş bildirdi. Eğer soru, “öngörülen sayısal hedefler aynen tutar mı?” ise ben de tutmaz diyorum. Eğer soru, “Büyüme ile enflasyonu düşürme eş zamanlı olarak gerçekleşebilir mi?” ise benim cevabım “Evet olabilir”dir. Teorik açıklamalara gitmeye gerek yok. 2001 krizinden sonra, Bülent Ecevit başbakan, Kemal Derviş devlet bakanıyken 2002’de hem enflasyon düşmüş hem de büyüme artmıştı. Hadi diyelim her krizde böylesi zikzaklar olur. Ama 2003 başında AKP iktidara geldikten sonra da enflasyon düşmeye ve GSYH büyümeye devam etti. 2004’ten 2016 sonuna kadar enflasyon tek hanede seyretti, büyüme ise %4.5 dolayında oldu. Bunun sebebi o dönemde Türkiye’ye yurt dışından külliyetli miktarda döviz girmesiydi.

PARA İÇERİ EKONOMİ YUKARI

Bu tekerlemenin telif hakkı eski merkez bankacı ve ekonomi yazarı iktisat doktoru Ercan Kumcu’ya aittir. Türkiye ekonomisini hızlandıran ve yavaşlatan bir numaralı etken yurt dışından döviz/para girişi veya çıkışıdır. Bu gerçeği kavrayan CHP’nin önceki Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, geçen yılki seçimlerden önce, eğer seçilirse “yurt dışından 300 milyar dolar” taze para getireceğini söylemişti. Cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci turda Erdoğan kazandı. İş bununla da kalmadı, genişletilmiş Cumhur İttifakı, TBMM’de çoğunluğu da elde etti. O günlerde dahili ve harici iktisatçılar “Türkiye ekonomisi sonbaharı göremez, mutlaka krize girer” diye öngörüde bulunuyordu. Kriz kelimesinin Türkçe tercümesi “dövizsiz kalmak”tır. Cumhurbaşkanı Erdoğan da durumun vahametinin farkına varmış olacak ki, finansman ustası Mehmet Şimşek’i Londra’dan, bankacı Dr. Gaye Erkan ile FED yöneticilerinden Profesör Dr. Fatih Karahan’ı New York’tan vatan hizmetine celbetti. Yurt içinden de banka ekonomisti Doç. Dr. Cevdet Akçay’ı kadroya dahil etti. Bu ekibin ortak yanı, Başkan Erdoğan’ın tam aksine “enflasyonun faiz yükseltilerek” düşürüleceğine inanmalarıydı. Başkan Erdoğan buna bile razı oldu. Onun bu ekipten tek isteği “yurt dışarıdan para/döviz getirmeleri” idi. Nitekim onlar da 90 milyar dolar getirdiler. Bu Kılıçdaroğlu’nun seçilseydi getireceği 300 milyar dolardan azdı. Ama bu bile “kaçınılmaz” (?) krizin atlatılmasına yetti.

YÜKSEK FAİZ DÜŞÜK KUR

Türkiye’de enflasyonun temel sebebi TL’nin devalüasyonudur. Düşük faiz yüzünden ekonominin ısınması yani talep artışı değildir. Mahut Nas’tan sonra, halkın panik halinde tasarruflarını dövize çevirmeye başlaması yüzünden dolar fiyatı aniden artmasaydı, pandemi ve Ukrayna savaşı yüzünden petrol-doğal gaz fiyatları ile navlunlar yükselmeseydi, Türkiye’de enflasyon zıvanadan çıkmazdı. Şimdilerde de ekonomi soğuduğu için değil, dolar fiyatı baskılandığı için enflasyon munisleşti. Enflasyonda beklenen inişin ana sebebi de bunun devam edeceğinin varsayılmasıdır. Talep kısıcı parasal önlemlerin de belli bir etkisi olabilir. Konjonktürel olarak cari açığın azalması harika oldu. Akılda kalsın: Düşük enflasyonun kalıcı olması için “döviz dengesi” sıcak parasız kurulmalıdır. Döviz fiyatı fırlarsa hiçbir TL faizi enflasyonu frenleyecek kadar yüksek olmaz.

SON SÖZ: Sebebini bilemediğin başarı, sebepsiz şekilde başarısızlığa döner.