“Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum” diyen Mustafa Kemal Paşa’mın gür sesinin yankısını duymak için bazen Çanakkale Şehitliği’ne gidiyorum. Orada çarpışmalarımız bir anda şimşek hızıyla gözlerimin önünden geçip gidiyor.

Şimdilerde birçoğunu harabe halinde gördüğüm siperlere bakınca; içindeki yaşanmışlığı, hendeklerin içinde koşuşturan neferleri, her an makinelilerden üstümüze yağacak mermileri, şarapnel parçalarını görür gibi olurum.

O yüzdendir belki de şu duvarda asılı aziz Atatürk’ün fotoğrafına bakarken yüreğimin böyle sızlaması. 

Yoksa eşsiz Atatürk’ün tenis maçı izlerken fotoğrafı var, yüzerken fotoğrafı var, sahilde kumda otururken, kürek çekerken, at binerken, konser izlerken, zeybek oynarken, dans ederken, heykel incelerken fotoğrafı var.

Salıncakta çocuk gibi gülerek sallanırken bile fotoğrafı var.

Traktör kullanırken fotoğrafı var, çocuklarla, okulda talebelerle, cephede askerlerle, komutanlarla, krallarla, köylülerle, şairlerle, yazarlarla, sanatçılarla binlerce fotoğrafı var, ama benim bu duvarda asılı fotoğrafa bakarken gördüğüm bir fotoğraf değil sadece, geride kalan aziz Atatürk ile yaşadığımız anılar, koskoca bir tarih.

Bu fotoğraf benim için, paşamın Çanakkale’de “haydi göreyim seni Topkapılı, kurtaralım bu vatanı” diyen kahraman sesidir.

Cephede ona pişirdiğim kekik çayının kokusudur...

Ne bileyim işte, top, tüfek, barut, vatan, özgürlüktür. Bir somun ekmektir, üzüm hoşafı kokusudur.

Mustafa Kemal Atatürk ile yaşadığımız olayların ve zaferlerin heyecanı, yürek çarpıntısıdır.

Şarapnel yarasına vatan toprağı basılmasıdır, sonra da bir güzel türkü söylemektir.

Vatanı kurtarmanın keyfinden nasıl yorulduğumuzun, nasıl gençliğimizin, ömrümüzün geçip gittiğinin farkına varamadığımızın görüntüsüdür.

Bu fotoğrafa bakarken gözlerimin önünden neler neler geçiyor: Ağrı Dağı’nda, Süphan Dağı’nda, Hasan Dağı’nda, Karadağ’da, Aladağ’da, Kaçkarlar’da, Toroslar’da, Kocatepe’de, İzmir’in dağlarında açan çiçekler, dağ başlarında kaynayan pınarlar, eski çeşmeler, sonbahar kokuları, süvari atları... 

Hele o at... Mustafa Kemal Paşa’nın savaş meydanlarında dörtnal koşan beyaz atı... 

Sanki Orta Asya’dan geliyor günlerce.

Üstündeki savaşçısı gibi çok bilge.

Geleceği gören, yıldızları okuyan bir at.

Sanki bir dağın bulutu. Göktürklerin Hakanı Kürşat’ın Çin Seddi’ni aşan atı... Argos Kralı’nın kızının düğününde gelini kaçırdıkları at... Afrodit gibi deniz köpüklerinden doğmuş bembeyaz bir at...

Ve bir deniz kabuğundan karaya çıkmış, durgun denizlerin,  başarılı yolculukların, bağ ve bahçelerin, gül ve lalelerin, nazlı bitkilerin, kanların, savaşların kutsadıkları at... Yeleleri altın bir lir çalıyor... Kişnemesinde müziğin tınısı, gümüş bir yay gibi koşuyor.

Mustafa Kemal’in atı, düşmanın peşinde rüzgâr gibi uçarken, paşam atını mahmuzlarken, üzengiler üzerinde durup; “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri...” diyor. 

Bu fotoğrafa bakarken, süngü takmış, düşman cephesine saldıran binlerce Mehmetçiğin “Allah Allah” naraları kulaklarımda çınlıyor.

Bu fotoğrafa bakarken gözlerimin önüne laik, çağdaş, aydınlık bir Türkiye geliyor.

Duvarda asılı duran bu fotoğrafa bakıp duruyorum. Büyük Atatürk yok artık...

“Topkapılı, birlikte bu ülkeyi kurtaracağız” diyen paşam yok. 

Artık mevsimleri ayırt edemiyorum, bütün mevsimler bir kış rüyası.

Gençler bu yazdıklarımı iyi okuyun ve bu vatan için, bugünlerimiz ve yarınlarımız için canını veren kahramanlarımızın geleceğe ve sizlere kazandırdığı bu güzel vatanın kıymetini iyi bilin. Yeryüzünün en büyük kahramanlık destanlarından biri olan İstiklal Savaşımızın mucizesini yaratanları hiç unutmayın... Onlar Türklüğün onurudur, gururudur, cesaretidir. Türk ulusunun temsil ettiği tüm değerlerin simgesidir ve onların yazgısı gerçekte Türkiye’nin yazgısıdır... Onları daima hatırlayın, unutmayın. Minnetle, sevgiyle saygıyla anın.

★★★

Şimdi sizlere Çanakkale’de benim bölüğümdeki Mustafa’nın siper hücumunda şehit olduğunda bulduğum kanlı mektubunu anlatacağım. Bu mektupta yazılanları hiç unutmayın.

Mustafa şehit olmadan önce şöyle yazmıştı kızına:

“Benim güzel kızım, Topkapılı Çavuşumuza rica ettim, Kumandanımız Mustafa Kemal’den kâğıt kalem temin etti.

Ormanın kıyısına kazdığımız siperden yazıyorum. Mitralyözü çalıştırdı İngiliz...

Sayısız mermi uçtu üzerimden.

Sonra orman kıyısı sessizliğe gömüldü.

Barut dumanı otların üzerine yayılıp yerleşti.

Havada yeni karıklanmış toprak, ağaç kıymığı, yarı çürümüş yaprak kokusu var.

Uzakta bir fundalıkta saksağanlar birbirlerine ötüşüyorlar.

Bir at kişnemesi geldi uzaktan.

İnşallah düşmanı vatanımıza sokmayacağız ve hür insanlar olarak vatanımızda yaşayacağız. Evimizin kerpiç duvarlarının düzlenmesi, iç duvarın sıvası, damın samanlı toprakla örtülmesi işleri vardı daha.

Evimizi bitiremeden askere alındım. Vatan elbette evden daha önemli! Düşmanı vatanımızdan defedince senin yanına geleceğim güzel kızım. Birlikte, samanla toprağı karıştırıp kerpiç çamuru hâline getireceğiz.

İnce saman karıştırdığımız balçığı şapırdata şapırdata çiğneyeceğiz.

Güzel kızım benim dün gece kumandanımız Mustafa Kemal ile keşfe çıktık.

Onu yanımda görünce çok sevindim.

Kan ve barut kokuları geliyordu.

Fakat hiç ölüm gelmiyordu aklımıza.

Çanakkale Boğazı’nda gece karanlıktı.

Komutanımız Mustafa Kemal ve Çavuşumuz Topkapılı ile ilerde boğaza dökülen çayı geçerek iki gün önce oraya çıkarma yapan İngiliz birliğinin gücünü tespit etmek için keşif yaptık. Göğüslerimize kadar suya girdik.

Cephane torbalarını ve silahlarımızı başlarımızın üstünde tutarak ilerledik.

O anda bulutların arasından parlak bir ay çıktı.

Nasıl güzeldi nasıl aydınlıktı.

Aynı senin yüzün gibiydi kızım.

Benim canım, ay yüzlü kızım.

Bugün Temmuz 14... Ramazan’ın ikinci günü.  

Şeyhülislam oruç tutmayabilirsiniz diye fetva yayınladı. 

Fakat benim içim rahat etmedi. Oruca niyetlendim. 

Sahur vakti çalıların arasında iki kök çiriş (pırasadan daha küçük bir ot) buldum. 

Onlarla sahur ettim. 

Gündüz yeni siperler kazdık.

Çayın ötesinden İngiliz’in dört bataryası gümbürdemeye başladı.

Gülleler yelpaze gibi saçılıp ormanın içini taradı.

Biraz ilerimizde, şarapneller patlıyor, mermiler ağaçları çentiyor, deviriyordu. Dört yanımızda apak duman bulutları uçuşuyordu. Siperlerimize iyice yaklaşan iki İngiliz mitralyözü kısa salvolarla bir ötüp bir susuyordu. Yaklaşan İngilizleri püskürtmek için en öndeki siperden “Allah Allah” diye çıkan bir bölük neferden en öndeki dördü şehit oldu. Gittikçe sıklaşan aralıklarla uçup gelen kurşunlar, neferlerimizi yere yuvarladı. Bizler yere yatmayı düşünmedik yine de. Süngü harbiyle İngilizleri püskürttük. İngilizlerle aramız azaldıkça azaldı. İkinci sıranın başında elinde tabancası, gövdesi dimdik, kaputunun yakası yukarı kıvrılmış, başı açık, saçları altın sarısı parıldayan komutanımız Mustafa Kemal uzun adımlarla İngilizlerin üzerine koşuyordu. Sıra bir ara yavaşlar gibi oldu. Kumandanımız Mustafa Kemal döndü, “Size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum” diye bağırdı. Süngü takıp koşmaya başladık. “Allah Allah” nidaları bir hiddet kasırgası gibi göğe savruldu. Çarpışma belki bir buçuk saat sürdü. Taarruz öylesine etkiliydi. İngilizler geri çekildi. Çok geçmeden, darmadağın kaçışan İngiliz erleri çıkarma filikalarına bindiler savaş gemilerine geri döndüler.

Akşam olunca bir asker ezan okudu.

Siperin içinde matara elden ele dolaştı.

Herkes orucunu su ile açtı.

Ben zannettim ki sadece ben oruçluyum.

Meğer bölüğün hepsi oruçluymuş.

Matara en son bana geldi.

Geldi ama ben kendimden utandım.

Arkadaşlarım hepsi sahursuz oruç tutmuşlar. 

Ben ise iki çirişi yediğim için arkadaşlarıma karşı kendimi mahcup hissettim. 

O gün oruçlu şehit olan Maraşlı, Aydınlı, İzmirli, Silivrili, memleketimizin her yerinden şehit olan arkadaşlarımın hakkını nasıl öderim diye gözyaşı döktüm...”

★★★

İşte gözümün önünde şehit düşen Mustafa’nın avucunda kanlar içinde bulduğum mektupta bunlar yazıyordu.

Değerli gençler, buram buram şehit kokan bu vatanın kurtuluşu için işgal güçlerine karşı çıkılabileceği düşüncesinin tüm ülkede dalga dalga yayılmasını sağlayan isimsiz kahramanların, şehitlerin, gazilerin isimlerini saymaya kalksam kitaplara sığmaz.

Aziz Atatürk bu vatanı sizlere emanet etti, vatanınızın kıymetini bilin. Emperyalizme karşı ilk örgütlü direnişi ortaya koyan Kuvayi Milliye’nin ateşini yakan bu ülkenin kahramanları düşmana karşı verdikleri onurlu mücadeleleriyle sizlere çok değerli bir miras bıraktılar. Sizler de bu değerli mirasın emanetçisi olmaya devam edeceksiniz ve eşsiz Atatürk’ün ilkelerini muhafaza eyleyeceksiniz. Rengini şehitlerimizin kanından alan şanlı bayrağımızdaki Hilal ve Yıldız’ın anlamını bilin. Yok edilmek istenen bir milletin işgalden istiklale, yok oluştan varoluşa kanıyla ve canıyla yazdığı unutulmaz destanı bilin. Aziz milletimizin topyekûn bir şekilde verdiği bağımsızlık mücadelesini, sizlere bu bayrağın altında hür yaşama imkânını sağlayan ve bu uğurda canlarını hiçe sayan vatan kahramanlarının aziz hatıralarını yaşatın.

“Geldikleri gibi giderler” deyip, yedi düvel düşmanın geldiklerinden biraz daha hızlı gitmelerini sağlayan Mustafa Kemal’e... Selam olsun...

★★★

Değerli okurlarım,

29 Ekim Salı, benim yazı günüm değil.

Değerli romancı kardeşim Hasan Baran”ın, SÖZCÜ Kitabevi”nden çıkan “Atatürk”ün Fotoğrafına Bakarken” adlı romanından alıntıladığım bu muhteşem satırlarla Cumhuriyet Bayramı’nızı şimdiden kutluyor ve bu eşsiz emaneti bizlere armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını minnetle ve rahmetle anıyorum.