“Protesto eylemlerine katılanlardan şu kadarı tutuklandı” açıklamalarını sıkça duyuyoruz. Gözaltına alınan gençlere kötü muamele iddialarıyla ilgili milletvekillerinin, ailelerin, öğrencilerin açıklamaları hiç eksik olmuyor. Ülkemizde toplantı ve gösteri yasakmış gibi onlara karşı sürekli gaz, cop, kalkan kullanılıyor. Kuşkusuz bazı eylemci grupların da polise karşı tutumunu adeta “Hadi bize müdahale et” dercesine tahrik edici olduğunu da söylemeliyiz.
Yaşar Topçu, Süleyman Demirel’in 43 yıl avukatlığını yaptı. Milletvekilliği, bakanlık görevlerinde bulundu. Gençlerin yaygın bir biçimde tutuklandığı dönemde, geçmişe dönelim. Yaşar Topçu’nun anlatacağı olay belki birçok siyasetçimiz için örnek olur, hoşgörüyle karşılar, insanların tutuklanmaması için elinden geleni yapar.
DEMİREL’E KÜFREDEN ÇİFTÇİ
Demirel, partisinin genel merkezine geldiğinde ilk görüştüğü kişi avukatı Yaşar Topçu oluyordu. Odasına girdiğinde, Demirel telefonla konuşuyordu. Eliyle oturmasını işaret etti. Konuşması bitince, “Ne var, ne yok?” diye sordu. Topçu, “İyilik, sağlık, yaramaz bir şey yok. Antalya’nın Finike ilçesinde bir vatandaş Yaradana sığınıp size ana-avrat küfretmiş. Tutuklanmış. Şikayetçi olup olmadığınız soruldu. Diğerleri gibi buna da şikayetçi olmadığımızı yazdım. Onu göndereceğim” dedi.
Demirel, küfreden vatandaşı tutuklayan hakim için, “Amma işgüzar hakimler var. Bir memleketin vatandaşı durup dururken başbakana söver mi? Adama ne kötülük ettik ki tepkisini söverek koymuş” dedi. Tutuklu vatandaşın duruşma gününü sordu. Yarın olduğunu öğrendiğinde, “Yaşar, sen hemen ilçeye git, vatandaşın tahliyesini iste. Aksi halde 10 gün sonra adli tatil başlayacak. Vatandaş cezaevinde kalacak. Onun için vatandaşı cezaevinden çıkarıp gelmesini” istedi.
HAKİM, TALEP KARŞISINDA ŞAŞIRDI
Demirel isteği, avukatı Yaşar Topçu’dan tutuklu vatandaşın tahliye edilmesini sağlamasıydı. Topçu o günü şöyle anlattı:
“Kendi otomobilimle Finike’ye gittim. Duruşmaya müdahillik dilekçemi verdim. Hakim, müdahil olarak bana söz verdiğinde, ‘sanığın tahliyesini talep ediyorum. Sayın Başbakan beni buraya sanığın tahliyesini istemem için gönderdi’ dediğimde hakim ve savcı şaşırdı. Hakim duruşmaya ara verip odasına geçti. Mübaşir yanıma gelip hakimin kendisini odasına davet ettiğini söyledi. Odada hakimin yanında savcı da oturuyordu. Birlikte çay içerken, hakim, ‘Ben de, savcı bey de merak ettik. Demirel nasıl bir insan? Biz onu böyle tanımıyoruz’ dedi. Demirel’in demokrat bir insan olduğunu belirttim, ‘Sayın Başbakan, sizin tutukladığınız vatandaşımız için ‘Kim bilir vatandaşımıza ne kötülük yapmışız ki bize o küfürleri etmiş’ dediğini anlattım.
Duruşmaya girdik. Hakim, ‘Sizin küfrettiğiniz Başbakan, tahliyeniz için avukatını göndermiş. Başbakan burada olmadığına göre avukatının elini öp, Başbakandan o sözlerin için özür dile’ dedi. Vatandaş, ‘Bırakın elini, Başbakanın ayağını bile öperim. Dilim kurusaydı da o sözleri söylemeseydim’ dedi ve ısrarla benim elimi de öptü, sözlerinden dolayı özür diledi. Hakim, vatandaşımızı tahliye etti.”
BUNLAR GENÇ, BUNLAR GELECEĞİMİZ
Bu olayı anlatan Yaşar Topçu, son dönem tutuklanan öğrencilerin durumuna değiniyor. Geçmişte yaşanan hoşgörüye karşılık günümüzde öğrencilere yapılan muameleyi, tutuklamalar için şunları söylüyor:
“Mitinge katılan gençleri tutuklamak çok yanlış. Öncelikle valilerin, toplantı gösteri yürüyüşlerini yasaklama hakkı ve yetkisi yok. Ancak saatini, yerini değiştirebilir. Şartlar müsait değilse kamu düzeni bakımından erteleyebilir. Çıkıp da vali, ‘Yasakladım’ diyemez. O yetkiyi sen vermedin ki yasaklayasın. Tutuklamanın hukuki gerekçesi yok. Bunlar genç, bunlar memleketimizin umudu, geleceği. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri demokrasimizin ana teminatlarının birisidir. İfade özgürlüğü, doğruları öğrenme hakkıdır. Gençleri cezaevine göndermek, yurtlarından atmak, kredilerini kesmek son derece yanlıştır. İktidar bu yanlıştan dönmelidir. Meselinin özü bu.
Bu gençler işsiz, güçsüz. Üniversitelerde büyük sıkıntı içinde. Bir bardak çay içerken düşünen insanlar. Siz bunlara bir şey veremiyorsunuz. Bir halk deyimi vardır, ‘Buğday ekmeğin yoksa, buğday dilin olsun’ yani güzel konuş, iyi konuş. Ama bizde ne oluyor? Kolundan tutup sürükleniyor, tekmeleniyor, sonra onları bir de cezaevine gönderiyorsunuz.”
RECEP PAŞA, EVREN’E NE DEDİ?
Yaşanan olaylardan ders almak gerekiyor. Süleyman Demirel, Hamzakoy’da mecburi ikamete götürüldükten sonra, evine dönmüştü. Siyasi parti faaliyetleri başlayınca, Demirel, perde arkasından siyaseti yönlendiriyordu. Dönemin Devlet Başkanı Kenan Evren, Ankara Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Recep Ergun’a telefonda şunları söyledi: “Demirel geldi ama siyasi faaliyetlerine devam ediyor. Kendisini gözetim altına alalım.”
Recep Paşa, bu sözler karşısında şaşırdı, Devlet Başkanı Evren Paşa’ya şu karşılığı verdi: “Komutanım, sizin tayininizde de, benim tayinimde de imzası olan bir zattan söz ediyoruz. Ülkemizin başbakanlığını yaptı. Ben, gözetim altına alamam. Sizin gücünüz, yetkiniz var. Siz alın.”
İMAMOĞLU'NUN KOVSANIZ BİLE GİTMEZ
Gözetim altına alınmadı ama Demirel, Zincirbozan’a gönderildi. Tebligatı Ankara Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şube Müdür Yardımcısı Cevdet Saral yaptı. Demirel’in gidişinde konvoy istenmiyordu. Sıkıyönetimden gelen ikinci emri Cevdet Bey Demirel’e nazik bir dille ifade etti. Demirel’in şu karşılığı verdi: “Ben, bilinen bir insanım. Benim eşim, dostum, arkadaşlarım var. Gelirse gelirler. Bir sıkıntı olmaz.” Demirel, o gün 25 otomobille Zincirbozan’a doğru Ankara’dan yola çıkmıştı.
Bunları öğrendikten sonra, 16 milyonluk kentin Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, “kaçacak” diye cezaevine konulduğunu hatırlatalım. İmamoğlu’nu kovsanız bile ülkesini bırakıp gitmez. Kaçacağına kimseyi inandıramazsınız...