Gerek ekonomide gerek siyasette dünya çapında bir kötümserlik dönemine girmiş bulunuyoruz. Ekonomide dalgalanma normaldir. Dolayısıyla Çin’den Almanya’ya kadar yayılan ekonomik duraklamayı o kadar önemsemiyorum. Hatta bunu bir “düzeltme” olarak görüyorum. Ancak sıcak savaşlar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Avrupa’nın ortasında, aynı dili konuşan insanların yaşadığı iki devlet; Rusya ile Ukrayna nerede biteceği belli olmayan bir savaşa tutuşmuş bulunuyor. Dünya harbi çıkarma tekeline sahip Avrupalılara, savaşmadan durmayan ABD katılınca, herkes gibi beni de “Üçüncü Dünya Harbi” çıkar mı endişesi sardı. Avrupa kıtası Ural Dağları ile Atlas Okyanusu arasındaki bölgenin adıdır. Ukrayna, Avrupa kıtasının Kuzey-Güney ile Doğu-Batı eksenlerinin kesiştiği noktadadır. Batısında “Batı”, doğusunda “Doğu” Avrupa vardır. Ünlü Rus diktatörü Stalin’e “Bir harbe girmeniz gerekse yanınızda hangi generali görmek istersiniz” diye sormuşlar. O da “(general değil) Ukrayna’yı görmek isterim” demiş. Çünkü Ukrayna bereketli ovalarıyla Rusya’nın hatta bölgenin gıda ambarıdır. Rusya, Ukrayna’nın “ya benimsin ya kara toprağın” diyen belalı aşığıdır. Ukrayna sınırlarını, kendi sınırları olarak görür. O’nu AB+ABD’ye kaptırmamak için her çılgınlığı yapabilir.

BATI AVRUPA DOĞU AVRUPA BÜTÜNLEŞMESİ

Rusya, başta doğalgaz olmak üzere, zengin doğal kaynakları ve 140 milyon nüfuslu iç pazarıyla, öncelikle Almanya olmak üzere tüm Batı Avrupa’nın ideal ticaret partneridir. Son 30 yılda bu yönde çok mesafe alındı. Herkes kârlı çıktı. Ukrayna savaşı yüzünden “kazan-kazan” oyunu bozuldu. Hem Batı Avrupa hem de Rus ekonomisi kötüledi. Ama dikkatinizi çekmek isterim: Pandemi sonrasında ortaya çıkan bu kötüleşme ekonomide korkulduğu kadar yıkıcı olmadı. AB ve ABD’de yükselen enflasyon kısa sürede dizginlendi. Keynes Usta “ekonomilerde bir değil birden çok denklik (equilibrium) noktası olabilir” demişti. Aynen böyle oldu. Ülke ekonomileri eskiye göre daha “kötü” bir noktada da olsa istikrara kavuştu. Buradaki “kötü” sıfatının ete kemiğe bürünmüş hali “yüksek işsizlik-düşük büyüme”dir. Serbest piyasa yani doğal ekonomik sistemin en önemli özelliği “kendini düzeltme mekanizmasına” (self-correcting mechanism) sahip olmasıdır. Bunu bildiğim için ekonomik sorunlardan ürkmem. Ama “kendini çoğaltan” siyasi sorunlardan korkarım.

TÜRKİYE TÜRKİYE’DEN BÜYÜKTÜR

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sıradan bir siyasetçi olmadığı kesin. Üstelik 22 yıldır Türkiye’yi yönetirken ulusal ve uluslararası arenada kazandığı bilgi ve beceriye dayalı özgüveni onu “başka” bir mertebeye taşımıştır. “Türkiye Türkiye’den büyüktür”, “ufkumuzu 782 bin kilometrekare ile sınırlamayalım” ve “tarihin millet olarak bize yüklediği misyonu görmek, kabul etmek ve ona göre davranmak zorundayız” derken kendini anlatmaktadır. Hristiyan inancına göre God, her insanı bir “misyon” yani görevle yeryüzüne gönderir. Bu misyonunu idrak edip ona göre davrananlara da “misyoner” denir. Tanrının dünya için tasarladığı bir de planı vardır: “God’s Plan”. Misyonerlerin cehdiyle bu plan er-geç gerçekleşecektir. Plana göre Hristiyanların “milli misyonu” dünyaya nizam vermektir. Bu sorumluluktan kaçılmaz. Ermeni isyanı da bu plandan beslenmişti. İnşallah onların planı ile bizim planımız çelişmez.

SON SÖZ: Bir Türk dünyaya bedeldir.