Türkiye “çift paralı” bir ekonomidir. Para birimlerini yasayla veya “yüksek faiz-düşük kur” yöntemiyle değerli tutan ülkelerin hepsi çift paralıdır. Çünkü bu ülkeler, sürekli cari açık verir. Ödeyemeyecek kadar dış borçları birikir. Günün sonunda paraları kısa sürede aşırı değersizleşir.
Değersizleşen para enflasyona sebep olur. Çare “faizleri yükselmektir” diye makaleler döşeyen iktisatçılar, bu kısır döngüyü anlamaz. Bu ülkelerin ulusal para birimleri “yumuşak”tır. Buna İngilizcede “soft currency” denir.
Yumuşak paralar, “para”nın bir ekonomide yapması gereken işlevlerin dörtte üçünü yapamaz.
1. Yatırım projelerinde hesap birimi olamaz,
2. Uzun vadeli borçlanma akçesi değildir,
3. Kendisi bir tasarruf aleti olarak kabul görmez.
Böyle olunca “yumuşak para”nın yapamadığı işlevleri görecek “sert para” kendiliğinden devreye girer.
İşte bu yüzden Türkiye ekonomisi “çift paralıdır” diyorum. Çift paralı ekonomilerde ulusal paranın faizi, tek paralı ülkelerde çalıştığı gibi çalışmaz. Hatta çoğu kez ters çalışır.
KONVERTİBİLİTE
Kenan Evren’in yerine cumhurbaşkanı olmadan kısa bir süre önce Turgut Özal, henüz başbakanken “sermaye hareketlerini” serbestleştirme sürecini başlattı. Türk Lirası ve ekonomisi böyle bir konvertibiliteye hazır değildi. Çünkü Türkiye her zaman olduğu gibi o gün de cari işlemleri dengesiz bir ülkeydi. Ancak olan olmuştu.
Yıllar sonra, dönemin Merkez Bankası Başkanı Dr. Rüşdü Saracoğlu ile bir seminerde karşılaştım. “Bu kararı nasıl aldınız?” diye sordum. Hiç beklemediğim bir cevap verdi. “Ben karşıydım ama Özal’ı engelleyemedim” dedi.
Bu tarihten sonraki pek çok krizin gerisinde bu zamansız alınan “sermaye hareketlerini serbestleştirme” karar vardır. Merkez Bankası rezervlerinin “swaplar” hariç ekside olduğu Türkiye’deki kişilerin bankalarda 220 milyar dolar “Döviz Tevdiat Hesabı” (DTH) var.
Varlıklı kesim, tasarrufunun bir kısmını, yasalara uygun olarak, yurt dışında da döviz olarak tutuyor. Yurt içinde yastık altında tutulan nakit döviz ve külçe altın var. Kayıt dışı paralardan veya “off-shore” hokkabazlıklarından bahsetmiyorum. Türklerin yasal döviz varlığından bahsediyorum.
DÖVİZ FİYATLARI ARTIŞI TÜKETİCİ DAVRANIŞI
Çok ilginç bir tablo ile karşı karşıyayız. Döviz fiyatları durmadan artıyor. Döviz fiyatları arttıkça altın fiyatları da TL olarak artıyor. Altını ve dövizi olan kişilerin TL serveti de durduk yerde çoğalıyor. Yani zenginleşiyorlar. Üstelik mal ve hizmet fiyatları da döviz fiyatı kadar artmıyor.
Yani dövizi olanların satın alma gücü reel olarak yükseliyor. Onlar da “aklımı seveyim iyi ki dövize yatırım yapmışım” deyip oh çekiyor. Servet artışı, tüketici davranışlarını değiştirir. Fakir veya fakirleşen insanlar harcamalarını kısar, ama zenginleştim duygusu yaşayanlar harcamalarını artırır.
Pek tabii herkesin dövizi veya altını yok. Ama orta halli ailelerde bile bunlardan bir miktar var. Bu yüzden otomobil, ev cihazları, mobilya benzeri “yarı yatırım-yarı tüketim” ürünlerine olan talep çok canlı. Bu da diğer piyasalara sirayet ediyor.
Şu aralık koronavirüs salgını olmasa iç talep “TL değer kaybettiği için” çoktan patlamış olurdu. Pek tabii de cari açık da faraş olurdu.
Son söz: Doları olana enflasyon vız gelir.
Oh, oh! Dolar yükseliyor
Ege Cansen
Yayınlanma: