Gerek Başkan Erdoğan gerek Bakan Şimşek, geçim zorluğu çekenlerden bir iki yıl daha sabretmelerini istiyor. Bir bakıma, en çok iki yıl sonra ülkemizde geçim sıkıntısı çeken kimse kalmayacaktır diyorlar. İfadeleri tam böyle değil ama dediklerinden bu anlam çıkıyor. Ben de diyorum ki; ne iktidar ne de erken bir seçim sonunda iktidara gelecek şimdiki muhalefet iki yılda böyle bir refah artışı gerçekleştirmez. Kavramları birbirine karıştırmayalım. Şu sıralarda enflasyon indirilmeye çalışılıyor. Bir an için, pek mümkün olmasa da, iki yıl sonra enflasyonun tek haneye indiğini varsayalım. Bunun anlamı, fiyatların değil, fiyat artış hızının düşmesidir. Gelişmiş zengin ülkelerde ideal enflasyon oranı yıllık %2’dir. Bu bir ortalamadır. Yani bazı yıllar daha yüksek veya daha düşük olabilir. Türkiye gibi yarı-gelişmiş ülkelerde bu oran %5’tir. Dikkat: Pahalılıktan şikayet edenlerin derdi enflasyon değil, gelir artışlarının enflasyonun altında kalmasıdır. Enflasyon ile pahalılık aynı şey değildir. Enflasyonun kırk yıldır düşmemesinin bir sebebi de bu kavram karışıklığıdır. Aslında vatandaş içinden “enflasyon düşmese de olur, yeter ki benim gelir ve servetim enflasyondan daha yüksek oranda artsın” demekte ve o yönde yöneticilere baskı koymaktadır. Enflasyon sürdükçe dar ve sabit gelirliler için pahalılık devam etmektedir.

ENFLASYON DÜŞMELİDİR

Maaşlar gerçek enflasyona endekslense hatta buna ek olarak bir miktar refah payı da verilse enflasyon yine düşürülmelidir. Çünkü enflasyon kaynak tahsisini çarpıtır. Atın önüne et, itin önüne ot koydurur. En verimli veya elzem yatırımlara para bulunamazken, getirisi sıfır ama değer artışı yüksek spekülatif varlıklara milyarlarca lira tahsis edilir. Mesela halk, faizli dış borçla ithal edilen altınları yastık altında biriktir. Şehirlerde 12 ay oturulacak ev sıkıntısı varken durumu nispeten iyi olanlar yılda 3 ay kullanılacak yazlık konutlar inşa ettirir. Ülkenin “tasarruf-yatırım”, “ithalat-ihracat”, “kamu geliri-kamu gideri” dengeleri bozulur. Ekonomide dur-kalk krizleri oluşur. Yurt dışına servet kaçar. Refah artışı yavaşlar. Bu kısır döngünün teorik açıklaması şudur: Piyasa ekonomisini düzenleyen “fiyat mekanizmasının” içindeki “akıllı çip” ülkenin parasıdır. Enflasyon bu parayı sakatlar.

ENFLASYONU DÜŞÜRMENİN BEDELİ

Enflasyonu düşürmenin bedeli, ülke fakir olsa bile, bir süre daha fakirleşmesidir. Buna resesyon denir. Bu bedel ödenecektir. Sorun bu bedeli hangi sosyal kesimin ne oranda ödeyeceğidir. İlk akla gelen cevap “bir defaya mahsus olmak üzere servet vergisi çıkartarak” bu bedeli zenginlere (?) ödetmektir. Bu yöntemi geçmişte mesela (Şükrü Saracoğlu 1942 ve Tansu Çiller 1994) kısmen uygulanmıştır. Halk memnun kalmamıştır. Halkı üzmeyecek yol “dış borç alarak” bedeli yabancılara ödetmektir. Nitekim başkan seçilseydi Kılıçdaroğlu da derhal 300 milyar dolar getirecekti. Neyse, bunlar geçmişte kaldı. Şimdi sorumluluk uzatmalı/kıdemli Başkan Erdoğan’dadır. Eğer iktisatçıların dediği gibi resesyona girmeden enflasyonu kalıcı olarak düşürmek imkansızsa, Merkez Bankası ile Maliye-Hazine yöneticilerinden oluşacak bir ekonomi “Genel Kurmay”ı Cumhurbaşkanı’na yardım etmelidir. Bu heyet, hangi tür yatırımların kısılabileceğini, Suriye’nin yeniden inşasına ne kadar kaynak tahsis edilebileceğini ve en önemlisi “dar ve sabit gelirlilere” hangi yollarla sosyal transfer yapılabileceğini göstermelidir. Yoksa siyasetçi Erdoğan en olmadık bir zamanda onların planını bozar.

SON SÖZ: Kurmaysız kumandan, pusulasız kaptandır.