Türkiye’de kadın, çocuk ve hayvanlara yönelik şiddet gün geçtikçe artıyor. Bu acı gerçek artık herkesin dilinde. Sokakta, evde, kahvehanede; herkes ekonomik sıkıntılardan, adaletsizlikten, mafyadan bahsediyor ama kimse gerçek bir adım atmıyor.

Buna bir de sokağın orta yerinde işlenen cinayetler, tecavüz girişimleri, tacizler, uyuşturucu ticaretinin yol açtığı vahşetler eklenince, korku ve endişe toplumun damarlarında dolaşan bir zehir gibi yayılıyor.

Kadınlara, çocuklara ve hayvanlara karşı işlenen suçlar adeta bir rutin hâline gelmiş durumda. Artık şaşırmıyoruz bile. Millet çıldırmış; sanki cezası yokmuş gibi bir rahatlıkla suç işliyor. Bu "Az yatar çıkarım" zihniyetinin ürünü, çünkü kimse hak ettiği cezayı almıyor.

Peki, bu kısır döngüye ne zaman son vereceğiz? Yargının cezasızlık politikası, toplumdaki çaresizlik ve gelecek kaygısı, işte tüm bunlar bizi ve gençleri karanlığa sürüklüyor.

***

Fatih’te öldürülen Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner gibi, hayatlarının baharında, acımasızca katledilen kadınların isimlerini nasıl unutacağız? Hâlâ Münevver Karabulut’un katili gerçekten intihar edip öldü mü araştırması yapılırken, minik Narin’in neden ve kim tarafından öldürüldüğü bulunamamışken, gencecik kadın polisimiz bir uyuşturucu satıcısının kurşunuyla şehit olmuşken biz kendimizi ve çocuklarımızı nasıl güvende hissedeceğiz?

Beyoğlu’nun ortasında, işlek bir caddede bir genç kadın iki adam tarafından köşeye sıkıştırılıp yere yatırılıyor, tecavüz edilmek isteniyor. Ama kadın şikayetçi olamıyor çünkü sistem onu tacizcinin kucağına itiyor.

Nasıl olsun ki? Şikâyet ettiği an adresi, adı, soyadı, telefonu tacizcinin önüne gidecek. Sonra da bu insan artıkları zavallı kadının peşine düşecek ve onu kimse koruyamayacak.

***

Bunca haksızlığa, şiddete rağmen hâlâ toplumun bir kesiminde kadınlar suçlanmakta; nerede oldukları, ne giydikleri, kiminle görüştükleri sorgulanmakta. Diyelim ki bir kadın kendi isteğiyle bir yere gitti, birinin peşinden koştu, kendi seçimini yaptı – bu onun ölümünü hak ettiği anlamına mı gelir? İnsanların yaşam hakkını, kendi ahlaki yargılarımıza göre mi belirleyeceğiz? Bu işin bir kuralı, bir düzeni olmayacak mı?

Oysa şiddetin hiçbir bahanesi olamaz, olmamalı.

Cezasızlık, bu ülkede suçluyu besleyen en büyük güç. İnfaz yasası yeniden gözden geçirilmedikçe, suç ve ceza arasındaki denge kurulmadıkça kimse korkusuzca şikayetçi olamayacak. "Bak bir şey olmuyormuş demek ki" algısı değişmediği sürece kadınlar şikâyet etmekten korkacak, çocuklar korunmayacak, hayvanlar yok olup gidecek.

Çünkü ceza sistemi şiddet mağdurlarını değil, suçluları korur hâle gelmiş. Kadınları ve çocukları koruyacak bir yasa neden çıkmıyor? Buna kim veya kimler mâni oluyor?

Uyuşturucu bağımlılığı, işsizlik, ekonomik kriz; hepsi bir çığ gibi gençleri, kadınları, çocukları ve savunmasız hayvanları ezip geçiyor. TÜİK verileri genç işsizliğinin yüzde 31’i geçtiğini söylüyor. Gençler işsiz, umutsuz. Okulda olması, eğitim görmesi gereken binlerce çocuğumuz dışarıda üç kuruşa kayıt dışı çalışıyor. Uyuşturucu satıcıları ortaokulların, liselerin kapılarında mesken kurmuşlar.

Türkiye'nin geleceği olan gençler şiddetin, umutsuzluğun ve çaresizliğin esiri olmamalı! Bu karanlığa teslim olmamak, cesaretle ve kararlılıkla mücadele etmek zorundayız.