Üretkenlik son zamanlarda verimlilik (prodüktivite) yerine kullanılır oldu. Verimlilik belli durumlarda İngilizcedeki “efficiency” kelimesinin karşılığı olarak da kullanılmaktadır. Her ne kadar bu iki kavram (productivity ve efficiency) arasında kapsam farkı olsa da neticede bunların ortak anlamı “aynı miktar girdiyle daha fazla çıktı” elde etmektir. Bu sebeple prodüktivite sayısal olarak “çıktı/girdi” oranı olarak tanımlanır. Bunun 4 türü vardır:
1. Sermaye Üretkenliği (Capital Productivity) 2. Malzeme Üretkenliği (Material Productivity) 3. Emek Üretkenliği (Labor Productivity) 4. Toplam Faktör Üretkenliği (Total Factor Productivity). Bu dört tür üretkenliğe bir de “Enerji Verimliliği” (Energy Efficiency) diye beşinci bir üretkenlik metriği eklenebilir. Ekonomi denen şey fiziksel “hasıla/product” (mal veya hizmet) yaratmaktır. Ancak milyonlarca kalem ürünün toplamı bir fizik birimle (mesela ton) ifade edilemez. Ancak para (miktar x fiyat) ile ifade edilir. Ancak burada ciddi bir ölçme sorunu vardır. O da kullanılan fiyattır. Verimliliği “kârlılık” olarak anlarsak, hesapta kullanılan girdi ve çıktı fiyatlarının tam rekabet altında oluşan “piyasa fiyatı” olduğunu kabul etmek gerekir. Halbuki şunu biliyoruz ki iktisatçıların var olduğuna inanmak istedikleri (görünmez elin görünür hali) olan “piyasa fiyatı” adil rekabet (perfect competition) yoksa teşekkül etmez. Özellikle yüksek enflasyon ortamında oluşan “spekülatif kârlar” ile ahbap çavuş kapitalizminde iktidar eliyle yaratılan “rantlar” ile “şikeli ihaleler” piyasa fiyatının oluşmasına engeldir. Bu yüzden “yüksek verimlilik” sonucu doğal olarak oraya çıkması gereken “yüksek kârlılık” arasındaki nedensellik bağı kopuktur. Bu da adil rekabetin olmadığı ülkelerde iş insanlarının verimliliği yeteri kadar ciddiye almamasına sebep olmaktadır.
YATIRIMIN GETİRİSİ (RETURN ON INVESTMENT)
Devrimci Karl Marx’ın taktığı isimle kapitalizm, yani evrimsel ekonomik sistem “firmalar” üzerine kuruludur. Firma kelimesini “katma değer yaratan yatırım” anlamında kullanıyorum. Bu bağlamda firmanın kapsamı içine ticaret kanununa tabi şirketler, Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT), Belediye İktisadi Teşekkülleri (BİT), kooperatifler, dernekler, şahıs işletmeleri, kamunun kurduğu ve işlettiği okul, hastane gibi kâr amacı gütmeyen kuruluşlar da girmektedir. Hatta devletin kendisi veya departmanları, mesela “adliyeler” de aslında verimli çalışması gereken firmalardır. Çünkü bunların hepsi birer yatırımdır. Sermaye tahsis edilerek kurulmuştur ve cari harcama yaparak “katma değer” yaratmaktadırlar. Her birinin kullandığı sermayenin bir maliyeti (cost of capital) ve her birinin yarattığı bir net getiri (return on capital) vardır. Sermayenin maliyeti girdi (input), yaratılan net getiri de çıktıdır (output). Refah arttıran büyüme (GSYH artışı) için sadece ticari değil, en geniş anlamda tüm firmaların verimli çalışması şarttır.
YATIRIM KUTSAL İNEK DEĞİLDİR
Bütün dünyada ve tarihin her döneminde iktidarda bulunanlar, itibar kazanmak için hem “gösteriş tüketimi” (conspicius consumption) hem de “gösteriş yatırımı” (conspicius investment) yapmıştır. Demokrasi yerleştikçe ikisi de azalır. Gösteriş yatırımı, gösteriş tüketimden çok daha kötüdür. Nenemin “Doğdu, boğmaya gelmez” diye bir lafı vardı. Her verimsiz yatırım kısa bir zevkin sonucunda dünyaya gelen bir günah çocuğudur. Bir kez ortaya çıktı mı, onu verimli hale getirmek için yeni yatırımlar yapmak gerekir. Ülkemizde bunun çarpıcı iki örneğinden biri, yeni İstanbul Havalimanı diğeri de Karadeniz doğalgazıdır. Bunlar karadeliktir.
SON SÖZ: Verimsiz yatırım, verimli yatırımı kovar.