Bazen insan olmak nedir diye soruyorum kendi kendime. Diğer canlılardan gerçekten ne farkımız var? Doğup büyüyor, sonunda da ölüyoruz. Hepimiz, biyolojik birer makineyiz sonuçta.

Bizi insan yapan duygularımız diyoruz ya çoğu zaman, bu duyguların sadece insana özgü olmadığını anlamak gerekiyor. Doğadaki bütün canlıların duyguları var.

Peki, bu duygulardan ve iradeden yoksun olanlara ne demeli? Bu noktada onlara "hayvan" demek haksızlık olur çünkü hayvanlar, doğanın döngüsüne uyum sağlamış, saygı duyulması gereken varlıklar. Kendi kurdukları düzeni hiç bozmadan, insan müdahalesi olmadıkça, doğa ile uyum içinde yaşıyorlar.

Aslında, ahenk ve dengeyi bozan her şey insanın doğaya ve yaşama saygısız yaklaşımından kaynaklanıyor. Bu yüzden, insan formunda olup da duygulardan ve muhakemeden yoksun olanlara ancak "yaratık" denilebilir diye düşünüyorum.

Diyarbakır’da öldürülen 8 yaşındaki Narin Güran, Ağrı’da 2018 yılında kaybolup ölü bulunan 4 yaşındaki Leyla Aydemir, Ankara’da cansız bedeni bulunan 8 yaşındaki Eylül Yağlıkara, Çınarcık’ta kaybolan ve bir gün sonra cesedi bulunan 6 yaşındaki Eylül Umutlu… Çaycuma’da cinsel istismara uğrayarak öldürülen 2 yaşındaki Nisanur Bebek, Manisa’da kaybolduktan sonra öldürülen 4 yaşındaki Irmak Kupal, Samsun’da hayatına son verilen 1,5 yaşındaki Ecrin Kurnaz… Ve daha niceleri… Her biri masumdu. Her biri bizim vicdanımızda onarılmaz yaralar bıraktı.

Bu çocuklar, insan formunda olan ancak insanlık vasıflarından yoksun yaratıklar tarafından aramızdan koparıldı.

Ve maalesef hâlâ adaletin yerini bulmadığı davalar var. Küçücük bedenlere zarar veren, hayvanlara acımasızca davranıp, işkence ederek öldüren kişilerin ceza almadığını görmek toplum olarak bizi derinden yaralıyor.

İnsanlara, doğaya ve canlılara saygı duymayan bu yaratıklar aslında yaşamın ahengini bozan unsurlar. Maalesef bu yaratıklarla aynı dünyayı, aynı kuralları paylaşmak zorunda kalıyoruz.

İnsanlık vasfını taşımayan bu yaratıklara çok daha ağır cezaların getirilmesi, toplumun huzuru için zorunludur.

Ayrıca unutulmamalıdır ki, gerçek adalet sadece insanlara değil doğaya ve tüm canlılara saygı duymayı gerektirir.

MARUZ KALMA ETKİSİ

Yapılan bir araştırmaya göre, insanlar aşina oldukları şeyleri bilmedikleri nesnelere göre daha çok tercih ediyormuş. Üstelik, bu seçimi yaparken daha önce gördüklerini bilinçli olarak hatırlamasalar bile tanıdık olanı seçmeye yöneliyorlarmış.

Mesela, bir şarkıyı ilk duyduğumuzda pek hoşlanmasak bile, o şarkıyı tekrar tekrar dinledikçe ona alışıyor, hatta zamanla daha çok sevmeye başlıyormuşuz. Aynı şekilde, başta ilginç veya tuhaf görünen bir moda trendi, sürekli maruz kalındığında normalleşiyor ve hoşumuza gitmeye başlıyormuş.

Psikologlar, bu duruma “salt maruz kalma” etkisi adını veriyor. Tanıdık olanı daha güvenilir ve çekici bulmamız evrimsel bir sonuçmuş; çünkü insanlar tanıdık olanı genelde daha az riskli olarak algılıyorlarmış.

Kuşkusuz, reklamcılar bu "maruz kalma etkisini" çoktan keşfetmişler. Aksi halde, şirketler logoları ya da isimleri her yerde gözüksün diye milyonlarca liralık sponsorluk anlaşmaları yapmazlardı.