Sevgili okuyucularım, 1 Mayıs günü İstanbul’da yaşanan olaylar utanç verici idi.
İnsanlar gazlandı, üzerlerine su sıkıldı, yaralandı, hastanelik oldu. Hastanelerin içine bile polis tarafından gaz atıldı.
Ambulans personeli ve gazeteciler de maske takmıştı. Gaz maskeleri piyasada 250 liraya satılıyor!
Bu polis kimin polisi? Bu polis nasıl oluyor da topluma karşı böylesine düşmanca duygularla yetiştiriliyor? Nasıl böylesine gaddarca, acımasız davranması için emirler veriliyor?
Aslında onların çoğu temiz Anadolu çocukları. Öğretmen olmak isterken olamamış,
ticarete girememiş, işsiz kalacağına polis olmak zorunda kalmış. Geceleri gündüzleri yok, sürekli görevdeler. Yorgunlar, sinirleri bozuk. Bu yüzden hınçlarını masum insanlardan almaya kalkışıyorlar.
Önceki gün İstanbul’da yaşanan olaylar ülkemizi bütün dünyaya rezil etti.

* * *

Olaylar sonrasında İstanbul Valisi konuştu:
“Fevkalade orantılı, fevkalade dengeli müdahale ettik. Kimse coplanmadı.”
Şu kafaya bakar mısınız!
Ortalıkta kan gövdeyi götürmüş, 13 milyonluk bir kentte hayat Vali Bey tarafından durdurulmuş, insanlar perişan olmuş ve açıklama geliyor:
Her şey dengeli olmuş, kimse coplanmamış!
Vali Bey bu sözleri söylerken, İstanbul’da kıyametler koparken, Tayyip evinden çıktı, o muhteşem koruma ordusu eşliğinde bir lastikçinin işyerine ziyarette bulundu.
Dükkana oradan geçmekte olan genç bir adam geldi. Yanında küçük çocuğu vardı.
Tayyip sordu:
“Senin kaç çocuğun var?”
Bir tane varmış. Tayyip devam etti:
“Bir yetmez, bas gaza.”
İstanbul’da olaylar oluyormuş, korkunç bir rezalet yaşanıyormuş, amirleri polislere “Bas gaza” diye emirler yağdırıyormuş, umrunda bile değildi. Psikolojik bir sorun yaşıyor olmalı çünkü aklı fikri hep başka yerde... Yanında başkaları olmasa belki şöyle diyecekti:
“Bu gece gir yatağa, hızlı bas gaza!”
Bu kafa Türkiye’yi yönetiyor!

İrticanın Topçu Kışlası

Sevgili okuyucularım, bu bölümde sizleri yine biraz geçmişe götürüp önemli bir olay anlatacağım.
Yıl 1908.
Türkiye ve dünyada Kızıl Sultan adıyla bilinen Abdülhamit isimli padişah artık iyice cıvıtmış durumda.
1877 yılında tahta çıkar çıkmaz Millet Meclisi’ni kapatmış, ne kadar yurtsever insan varsa hepsini sürgüne göndermişti. İmparatorluğu tek başına o yönetiyordu. Astığı astık, kestiği kestikti. Abdülhamit adam öldürmeyi sevmez, kendisine ve uyguladığı rejime karşı olanları imparatorluğun dört bir yanına sürgün edip oralarda sürünerek ölmelerini sağlardı.
Öldürttüğü kişilerden biri, bugün Suudi Arabistan sınırları içinde bulunan Taif Kalesi’ne sürgün ettiği büyük devlet adamı Mithat Paşa idi. Onu hapishanedeki adamlarına emir verip boğdurmuştu.
Memleketin tümü hafiyeler tarafından yönetiliyordu. Padişahın gizli servisini oluşturan bu utanmaz adamlar her gün saraya jurnaller gönderip insanları ihbar eder, adı geçen herkes sürgün edilir, hafiyelere para ödülü verilirdi.
30 yılı geçen saltanatı artık can çekişmeyle başlamıştı. Özellikle Harbiye ve Tıbbiye öğrencileriyle birlikte subaylar ve doktorlar isyan etme aşamasına gelmişti.
Selanik, Makedonya ve Edirne orduları da çok rahatsızdı.
İttihat ve Terakki Cemiyeti artık ağırlığını koymaya başlamıştı.
Rumeli’deki ordulardan İstanbul’a genç subaylar tarafından telgraflar çekiliyor, “Hürriyetin geri verilmesi” isteniyordu. Bazı subaylar dağa çıkmıştı.
O güçlü kuvvetli, küçük dünyaları kendisinin yarattığını zanneden Abdülhamit zor durumdaydı.
1908 yılında baskılara daha fazla dayanamadı ve Meşrutiyet ilan edip özgürlükleri geri getirmek zorunda kaldı. Seçimler yapıldı, Millet Meclisi’ni 30 yıl sonra yeniden açmak zorunda kaldı.
Ülke yönetimi artık İttihat Terakki Cemiyeti’nin eline geçmişti.

* * *

Cemiyet hem yeni rejimi, hem de başkent İstanbul’un asayişini korumak için Rumeli ve özellikle Selanik’ten güvenilir (!) avcı taburlarını İstanbul’a getirdi. Fakat İstanbul için için kaynıyordu. Piyasaya sarıklı yobazlar çıktı.
Bunlar “Gavur” olarak tanımladıkları İttihat Terakki’ye karşı basın ve propaganda yoluyla saldırıya geçtiler.
Dergilerinde ve gazetelerinde “Şeriat isterük” diye bağırıyorlardı.
Meşrutiyet’i zorla ilan ettiren İttihat Terakki Cemiyeti tarafından en güvenilir unsurlar diye düşülerek İstanbul’a getirilen avcı taburları bir süre sonra yobaz takımının etki alanına girdi...
Ve yobazlarla birleşen avcı taburları 31 Mart günü isyan etti.
31 Mart 1909, tarihimizde kara bir lekedir.
Şeriatın ve irticanın ülkeyi ele geçirdiği kanlı süreçtir.
Başkent İstanbul’a el koydular. Devlet aciz kalmıştı. Sokaklarda insanlar ve genç subaylar öldürülüyordu.
Bunun üzerine İttihat Terakki Cemiyeti tarafından bir karar alındı:
Selanik’ten seçmece birlikler İstanbul’a gönderilecek ve isyan böyle bastırılacaktı. Elde başka bir güç yoktu.

* * *

Adı Hareket Ordusu olan bu seçkin birlikler Selanik’ten trene bindirildi ve birkaç gün sonra İstanbul’a vardı. İstanbul’da çok büyük çatışmalar oldu. İsyancılar Meclis binasını bile ele geçirmişti. İki karargahları vardı:
Taşkışla ve Taksim’deki Topçu Kışlası.
Hareket Ordusu İstanbul’a girdi.
Çatışmalarda sokaklar isyancılardan temizlendi. Meclis binası ele geçirildi. Ancak yobazlar bu iki kışlada, özellikle de Taksim’deki Topçu Kışlası’nda direniyordu. (Bugünkü Taksim gezi alanı). Bu kışla irticanın, gericiliğin, yobazlığın ana karargahı idi.
Buraları Hareket Ordusu tarafından topa tutuldu ve büyük ölçüde yıkıldı.
İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildi, Harp Divanları kuruldu. Sanıklar yargılandı, çoğu asıldı. Bazıları başta Sinop olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerine sürgün edildi...
Sonrasında ise Abdülhamit tahttan indirilip ailesiyle birlikte Selanik’e gönderildi.
Yakın tarihimizin kara bir lekesi olan irtica isyanı böylece bitirilmiş oldu.

* * *

Şimdi aradan bunca yıl geçmiş, Osmanlı bitmiş, Cumhuriyet rejimi kurulmuş, nice
iktidarlar gelmiş geçmiş Topçu Kışlası’nın yerinde yeller esiyor...
Ve günün birinde birisi kaderin cilvesiyle başbakan olmuş!
O şahıs 2013 yılının Nisan ayında yine çok parlak bir “Zihni Sinir porojesiyle” piyasaya çıkıp şöyle dedi:
“O zaman ne dedik, olacak dedik. Şimdi oluyor. Üç beş çanak çömleği bile koruyanlar Topçu Kışlası’nı koruyamadı. Belki Topçu Kışlası kışla olmaz ama rezidans, AVM olur!”
Yıkılan kışlanın ismi cismi kalmamış, yıllar sonra yerine Taksim Stadı yapılmış, sonra orası da yıkılmış ve imar planında gezi yeri olmuş. İstanbul’un akciğerlerinden biri. Çok güzel bir yeşil alan.
Şimdi akla bazı sorular geliyor:
Tayyip kafayı bu Topçu Kışlası’na niçin taktı? Yeniden inşa edileceğini niçin söyledi?
Acaba bu kışla geçmişte irticanın karargahı, kanlı 31 Mart ayaklanmasının simgesi olduğu için mi?
Bu inşaatın başlaması için henüz karar alınmadı... Ancak bir şeyler olacağını kendi ağzıyla söylemeye başladı.
Türk Milleti bu gibi irtica-yobazlık-isyan simgelerinin yeniden hortlamasına izin verir mi?