Sevgili okuyucularım, artık herkes gördü ki Güneydoğu’da devlet yok! Bunu hükümet yetkilileri de kabul ediyor.
Son sözleri şöyle:
“Ne yazık ki kırsalda olduğu gibi merkezlerde de alan hakimiyetini kaybettik.”
Bunların ağzından çok ender çıkan doğru ve gerçekçi bir söz.
Sözün de ötesinde, acı bir itiraf.
Peki ama oralarda devletin valileri, kaymakamları, hakim ve savcıları, asker ve polisi var.
O halde devlet nerede?
Güneydoğu’da belli bölgelerde özerklik ilan edildi, hiç kimseden tık yok.
Sorduğunuz zaman “Sayın Öcalan’la görüşmeler sürdürülüyor” deniliyor.
Kaderimiz o katilin iki dudağı arasında!

* * * *

Birkaç gün önce konuştuğum bir askerin sözlerini ve aramızda geçen konuşmayı sizlere özet olarak iletiyorum ama ilçenin adını vermiyorum:
“Ben Güneydoğu’da değil Doğu’da görevliyim. Bulunduğum ilçede büyük bir askeri birlik var. İlçemiz terör bölgesi değil ama halkın çok büyük bölümü onlardan yana. İran sınırına yakınız.
Benim askerim bu büyükçe ilçede bırakın resmi kıyafeti, sivil giysileriyle bile çarşı iznine çıkamaz.
Emir böyledir çünkü her an saldırı olabilir.
Bu emri verip bizi kışlada hapsedenlere önce çok kızıyorduk ama Hakkari ve Diyarbakır saldırıları sonrasında komutanlarımızın haklı olduğunu anlamış olduk.
Çok acil bir ihtiyaç varsa ve birkaç askerimizin mutlaka çarşıya çıkması gerekiyorsa, birkaç kişiyi birlikte gönderiyoruz. Onlar geri dönene kadar da korkuyla bekliyoruz.
İlçemizin birkaç büyük caddesi var, dükkanlar İran’dan getirilen kaçak eşya ile dolu. Devlet bu kaçakçılık olaylarıyla baş edemeyince işin ucunu bırakmış durumda.
Ahali bize düşman gözüyle bakar. Yabancı bir ordunun işgal gücüyüz biz!
Cumhuriyet Bayramı törenleri yapılamaz. Askerimiz geçit törenine çıkamaz.
Polis iyi niyetlidir ama yetmez. Sadece büyük olaylar olduğu takdirde müdahale etmeye hazırdır. Fakat dediğim gibi bizde bu tür olaylar çok ender olur.
Evet, göstermelik olarak uzakta bir valimiz, yakında bir kaymakamımız var.
Sorun bakalım acaba etkinlikleri var mı!
Bura halkının maddi durumu kaçakçılık nedeniyle fena değil. O yüzden terör olayları olmuyor... Ama bölgede devlet yok.
Biz buraları kaybetmişiz. Bölge elimizden resmen olmasa bile çıkmış, hâlâ kendimizi kandırıyoruz...”

* * * *

Konuştuğum ikinci kişi yine bir kamu görevlisi ama asker değil. Kendisi Irak sınırına yakın küçük bir ilçe merkezinde görevli. Anlattıklarını özetliyorum:
“Bizim burada devlet diye bir şey aramayın. Burası terör bölgesi. Ama Cizre gibi değil. Olaylar seyrek çıkıyor.
İlçemizin temel geçim kaynağı kaçakçılık.
Bir ana caddemiz var, gelseniz katır pisliğinden ve kokudan geçemezsiniz.
Kaçakçılık ister istemez bu ana cadde üzerinden yapılır. Dağa çıkış ve dönüş yolu burasıdır. Bunu durduracak hiçbir güç yoktur. O kadar ki, ortaokul ve lise öğrencileri bile bu kaçakçılıkta görev alır. Okula birkaç gün gelmeyenler bilinir ki, kaçağa gitmişlerdir.
Ama en lüks araçları burada görürsünüz!
İlçeden çıkıp dağ yollarından Kuzey Irak’ta peşmerge bölgesine geçerler. Bu zorlu coğrafyada işi yürüyerek veya motorlu araçlarla yapmak mümkün değildir. İlle de katır gerekir.
Bunlar bütün desteği Barzani ve onun peşmergelerinden alır.
Öğrencilerin tamamına yakını bu yörelerde PKK yanlısı olarak yetişiyor.
Büyükleriyle birlikte bölgemizi hiçbir zaman Türkiye’nin bir parçası olarak görmezler ve “Kürdistan” olarak tanımlarlar.
Geçenlerde bir okulda tadilat vardı. Gereksiz eşyaları dışarı çıkardılar ve öğrencilere verdiler. Bunların arasında Atatürk resimleri de vardı. Öğrencilerin kinine bakın ki, bu resimleri taşladılar.
İlçemizde güya 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı töreni düzenlendi. İlçenin küçük meydanında yapılan bu törene kaymakam falan da katıldı ve Kürtçe şarkılar çalındı.
Kimse itiraz etmeye cesaret edemedi.
Asker ve polis hem yetkisiz, hem de korkuyor.
Geçenlerde polis lojmanları taşlandı, müdahale edilemedi.
Belki de olaylar olduğunda sessiz kalmaları için emir verilmiş.
Çünkü arkalarında duran olmayacağını biliyorlar.
Kazara birini vursalar veya zarar verseler hayatları kayacak, aile boyu mahvolacaklar.
Yani devlet bu bölgelerde kamu görevlilerinden değil örgütten yana. O yüzden şımardılar ve her istediklerini yaptırıyorlar.”

* * * *

İşte size iki ilçemizin durumu!.. Biri Doğu Anadolu’da ve terör bölgesi dışında büyük bir ilçe.
Diğeri terör bölgesinde ama olaylar yoğun değil.
İki ilçenin halkı da kaçakçılıkla geçiniyor.
Yine iki ilçenin halkı da bu toprakları kendi deyişleriyle “TeCe” olarak görmüyor.
Doğu küçük bir kıvılcım bekliyor, Güneydoğu ise Türkiye’den zihinsel olarak tümüyle kopmuş durumda.
Bölgeyi PKK yönetiyor.
Birkaç gün önce Cizre’de “Özerklik” ilan ettiler ve belli mahallelere asker ve polis
giremesin diye hendekler kazmaya başladılar.
Karayolları onların denetiminde.
Kırsal kesim de öyle...
Şimdi yerleşim birimleri de bazı büyük il ve ilçe merkezleri dahil- tümüyle örgütün denetiminde...
Hükümet yetkilileri boşuna itiraf etmiyor “Kırsaldan sonra alan hakimiyeti kentlerde de örgütün elinde” diye...
Çünkü açılım başlattılar ya!
Güle güle kullanalım, hayırlı olsun!

* * * *

Emin Çölaşan’ın notu: Bay Abdullah Gül cuma namazı gösterisi için camiye gitti. Çıkışta gazeteciler kendisine kaçak saray gibi bazı sorular sorunca sinirlendi ve aynen şöyle dedi:
“İsrail Kudüs’te Müslümanların kutsal mekanlarına saldırdı. Bunu sorarsınız zannettim. Siz sormadınız ama ben bu vesileyle söyleyeyim...”
Ve bu konudaki değerli fikirlerini açıklamaya başladı!.. Çünkü önceden hazırlık yapmış ve camiye bunları söylemek için, siyasi demeç vermek amacıyla gelmişti. Namaz kılmak işin hikayesi idi!
Huber Köşkü’ne hangi gerekçeyle yerleştiğini açıklaması ise yine mümkün olmadı. Belki önümüzdeki cuma açıklar!
Kara mizahtır.