Bak; çiçekler tohumlarını saçıyorlar seneye aynı topraklarda açsınlar diye...
Kuşlar yavrularını uçurdular...
Karıncalar kışlık yiyeceklerini taşıyorlar yuvalarına...
Evimizin önünden bir gelin konvoyu geçti...
Cız etti içim...

*

Bırak; bebekleri birer çiçek gibi bu topraklarda açsın...
Anneler yavrularını uçursunlar...
Mutlu insanlar çalışıp çabalayıp, kısmet taşınsınlar yuvalarına...

*

Bırak...
Bu yok ediş, bu kan, bu gözyaşı kaderimiz olmamalı...
Bu ölüm marşları bizim çocuklarımız için bestelenmiş olamaz...
Tanrı ağacı tabutlar için doğaya koymadı...
O bayrak özgürce bulutlara yakın dalgalansın diyedir, tabutlara örtü için örülmemişti...

*

Ne biçim adamsın?..
Bir milletin zayıf yerinden yakalamışsın; inancından...
Onların Allah sevgisi, peygamberleri, namazları, duaları, ezanları, kısacası inançları en duyarlı yerleridir...
Oradan tutmuşsun...
Tıpkı ayakları bağlanmış koyunlar gibi, canları yanar, çırpınırlar, kalkıp gitmek isterler, ama gitmeleri için en gerekli organlarından bağlanmışlardır, inançları yaşamlarını alır ellerinden, kaçamazlar...

*

Bırak...
Tarih dediğimiz şey; gitmek istemeyenlerle, kurtulmak isteyenlerin savaşıdır...
Hepimiz biliyoruz ki; sen gitmeyesin diye bu savaş...
Şu kalabalık, çığlık sesleri, şu ağlayan kadın, şu feryatlar, şu gelen tabutlar, şu cenaze törenleri sen gitmek istemiyorsun diye...
Sen gitmeyesin diye, şehit cenazelerine ağıt yetişmiyor...

*

Bak; kırmızı gül, goncalarını artık vermeyecek, soğukta yanmasınlar diye... Leylekler dört aylık bebeklerini yanlarına alıp Nil deltasının yolunu öğretmek üzere yola çıktılar... Kedi Kartuş kışı geçirmeyi öğretecek bebeklerine...
Bırak, bizim de bebeklerimiz poyrazlarda yanmasın...
Yaşama kanat açsın gençlerimiz...
Ölmeyi değil, yaşamayı öğrensin çocuklarımız...
Bırak...
Çek git...